Bilinç yazarda ve okurda nasıl akar? | Adnan Gerger

Mart 21, 2023

Bilinç yazarda ve okurda nasıl akar? | Adnan Gerger

… Öyle ya, her insanın hayata bakışı, olayları yorumlayışı, her yazar ve okurun yazma ve okuma edimi, dili, düşünce-anlatım biçimi, metni algılaması ve ona anlam katması bambaşka… Bunun böyle olması kadar da olağan bir şey olmaması gerekiyor. Düşünün!  Her insan, her şeye aynı şekilde baksaydı, hayat nasıl bu kadar değişken olabilirdi ya da bunca buluşlar,  sanat eserleri vesaire (yaratı adına ne varsa)  nasıl ortaya çıkardı?

Bilinç,  en anlaşılır ve yaygın haliyle “Kişiyi kişi yapan şey… Ağırlıklı olarak kişisel bir deneyim,” diye tanımlanıyor ve kısaca şöyle betimleniyor:

“İnsanda farkındalığın, duygunun, algının ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yeti. Zihnin kendi içeriklerinin farkında olduğu, içebakış yoluyla bilinen, duyumları, algıları ve anıları ihtiva eden bölümüdür. Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci.” 

Bu öyle bir şey ki, bilinç milyarlarca insanda farklı… Farklı çünkü insanın DNA’sı yani genetik şifresini  (GENOM) meydana getiren dört aminoasit kodun dizilişi her insanı birbirine benzemez kılıyor. İşte bu genetik kodlar sayesinde her yazarın ve her okurun bilinci de farklı, haliyle. –Daha geniş bilgi için(*)–  Öyle ya, her yazarın ve her okurun hayata bakışı, olayları yorumlayışı, yazma ve okuma edimi, dili, düşünce-anlatım biçimi, metni algılaması ve anlam katması bambaşka… Bunun böyle olması kadar da olağan bir şey olmaması gerekiyor. Düşünün!  Her insan, her şeye aynı şekilde baksaydı, hayat nasıl bu kadar değişken olabilirdi ya da bunca buluşlar,  sanat eserleri  (vesaire yaratı adına ne varsa)  nasıl ortaya çıkardı? Bilinç deyince akla ilk gelen kavram olan bilinçdışı veya bilinçaltının neredeyse hayatın her alanında Freud’un mantığıyla sindirildiğini görüyoruz. Buna göre, bilinçdışının ya da bilinçaltının bilincin görünmeyen kuytuluklarında gizlenmiş bir yapıdır ve bilinci asıl etkileyen de bu yapıdır. Freud, bilinçaltı (Bilinçdışı) imgelemesini, buzdağıyla güçlendirir. Suyun üstünde kalan bilinç, altındaki ise bilinçaltı (bilinçdışı) ‘dır. Freudyen psikoloji akademik olarak genelde şöyle tanımlanır: 

“Çok eski dönemlerden itibaren düşünürler bilinç hali dışında zihinsel süreçlerin olabileceğini öngörmüşlerdir. Bu süreçlere ilişkin olarak kullanılan kavramlardan biri ‘bilinçaltı’dır (tahte’ş-şuur; İng. subconscious; Alm. das unterbewusste). Bu kavram, düşünenin bilgisi olmaksızın meydana gelen zihinsel süreçleri, bilincin altını (below) ve dışını (out) ifade etmektedir. ‘Bilinçdışı’ (gayr-ı şuur; İng. unconscious; Alm. das unbewusste) ise ‘bireyin zamanın belirli bir anında farkında olmadığı, herhangi bir zihin içeriği veya işlemi ile ilgili’olguyu ifade eder. Görüldüğü gibi bu tanımlar birbirine oldukça benzemektedir. Ancak Freudyen psikoloji özelinde bilinçdışı kavramının şu şekilde tanımlandığını da görmek mümkündür: 

Freud’un topografik ruhsal yapı modelindeki üç bölümden en derinde, normal bilinç süreçleriyle ulaşılması en zor olan kısmı. Bu kısım, istenilmediği, kabul edilmediği, yasaklandığı (dolayısıyla kaygı uyandırdığı) için bastırılan veya unutulan ve bu nedenle doğrudan erişilemeyen anıları, duygusal çatışmaları, arzuları, dürtüleri olduğu kadar saldırganlık, cinsellik, vb. gibi temel biyolojik içgüdüleri ve itkileri de içinde barındırır… Bunlar, bilince açık olmasa da bilinçli düşünceler ve davranışlar üzerinde dinamik bir etkiye sahiptir. Yukarıdaki tanımda da değinildiği üzere, Freud kuramını ortaya koyarken psişenin üç bölümden oluştuğunu söylemiştir. Bunlardan ilki bilinçtir ve psikologlar uzun süre dikkatlerini bu bölüm üzerinde yoğunlaştırmışlardır. İkicisi ise bilinçli zihinsel süreçlerin gerçekleşmediği alandır. Buraya bazıları bilinçaltı demeyi uygun görmüşken bazıları bilinçdışı demeyi uygun görmüştür.”(*)

Yukarıdaki bilgiyi vermemin amacı, bilimsel bir yazıya girmek değil. Modern edebiyatın doğuşundaki rolüyle, yaptığı devimsel yolculuğuyla ve yarattığı estetiğiyle yarını kuracak olan bilinç akışı kuramının edebiyatta işlevine dair bilgiye ulaşabilme kaygısını, hem yazarların hem de okurların taşıyıp taşımadığını sorgulamak. İşte bu sorgulama,  Doktor-Yazar Gani Türk tarafından kaleme alınan “Yazmak ve Bilinç Akışı” (**) adlı kitapta son derece bilinçli bir şekilde ele alınıyor. Bu kitap, ta ilkel insanın mağara duvarındaki ilk yazınsal girişim edimindeki bilinçten günümüz edebiyatına kadar uzanan süreçteki bilinç akışının ne olduğunu ve nasıl yorumlanması gerektiğini iyi ifade eden, yazmak isteyenlerle yazanların ve ne okuduğunu bilmek isteyen okurların başvuracağı bir deneme kitabı. Yazma eylemini de içine katarak bilinç akışını her yönüyle ele alan ve on bir bölümden oluşan bu kitapta bilinç akışının çok iyi serimiyle karşılaşıyorsunuz.  Kitapta, yaptıklarıyla tarihte iz bırakmış devlet adamları, düşünce sistemlerinde çığır açmış filozoflar,  resimleri hâlâ hayranlık uyandıran ve ulaşılması mümkün olmayan ressamlar, şiirleriyle ve yorumlarıyla şiirde anlam değiştiren bir yeni dönem başlatan şairler, olağanüstü metinleriyle çözülmeyi bekleyen ya da yazdıkları aşılamayan yazarlardan oluşan 96 isimden yapılan alıntılar çok dikkat çekiyor.  Kitap, sanki bu önemli isimlerle birlikte yazılmış… Bunların üretimlerindeki bilinç akışları, saptamaları çok ince bir işçilikle işlenmiş. Alıntılar, göndermeler ve yorumlar da kitapta yer almış… Tam bir bilinç cümbüşü…  “Yazmak ve Bilinç Akışı” adlı kitabın yazarı deneyimli bir edebiyat emekçisi ve iyi bir roman yazarı olduğu kadar aynı zamanda bir tıp doktoru olan Gani Türk’ün “Bilinç Akışı ve Yapay Zekâ” konusunda uzun yıllardır yaptığı tüm bilimsel çalışmaları yansıtmış.

Deneme kitaplarıyla ilgili yazı yazmak zordur. Eleştirisi yapılmaz. Yorum kaldırmaz. Adı üstünde “Deneme”. Ancak, böylesi kitaplar kendi kendisini anlatır ve hesaplaşmasını da okurla kendisi yapar. Bize düşen de bu kitabın içeriğiyle ilgili bilgi vermektir, sadece. Başlayalım.

– Bilinçaltı dünyası hırsın, benmerkezciliğin kol gezdiği tuzaklarla dolu vahşi bir dünyadır. (Sayfa:16)

– Bu tekniğin adı üstünde zaten; bilincin akışı… Özellikle roman ve hikâye alanında yazarın veya karakterin zihninden geçenleri aralıksız ve aracısız olarak anlatan teknik… İnsan beyni ortalama saniyede en az bir yargıda bulunabilir. Günde yaklaşık beş altı bin defa zamanın birbirinden farklı an ve hallerini yaşayabilir, hissedebilir, algılayabilir veya anlamlandırabilir. Konu yazarlık ve yazarlar olunca eminim bu akış hızı daha da artıyordur ve bu durumda yazılanlardaki denge, disiplin, zamanlamalar. Düzensizlikler, anlamsızlıklar, bağlantısızlıklar alıp başını gider. Dolayısıyla yazılan metin, zaman kipleri açısından birbirinden kopar, mantıksal bir disiplin oluşmaz, hele hele imla kuralları da hiçe sayılmışsa; okur karşısında yazarın cümlelere yüklemeye çalıştığı anlamlar, oyunlar, beklentiler birer anlamsız kelimelere dönüşebilir ki Ulysses’te olan da kısmi olarak budur. Durum böyle olunca Joyce’un onca güzel, dolu, düşündürücü kelime, cümle ve paragrafları okurun bilinç akışıyla buluşamadan kitaplıkların ücra köşelerinde yerini alıyordur eminim. Ulysses gibi kitapların bulunduğu kitaplık köşeleri en korkulan köşelerdir, insan ne yanaşabiliyor ne de vazgeçebiliyor. Kanımca bir kabahat varsa her iki tarafında da kabahatidir; yazar ve okur…(Sayfa: 17)

Bu yazım tekniğinde zaman anlıktır, mekân yoktur veya zaman ve mekân sürekli değişim ve dönüşüme uğruyor. (Sayfa: 20)

– Yazının ve söylemin insan üzerindeki muhteşem tesiri günümüze kadar geldi ve hâlâ etkilidir. Fakat günümüzün bu sanal ve yapay zekâ çağında yarınlara dair yazı veya sanat yine de şaşırtıcı gücünde olabilecek mi? Ben biraz kaygılıyım doğrusu, çünkü her ne kadar insanın yazmaya ve söyleme karşı yani sanata ve kültüre karşı olan ilgisi ve ihtiyacı hâlâ can alıcı bir önemde ise de koşullar epey değişmiş durumda ve daha da değişecek gibi duruyor. (Sayfa: 27)

– Bence eser yazarın hem gölgesi hem de ayak izidir, ruhsal izidir, zihinsel sancısıdır. (Sayfa: 45)

– Yazma dünyasında hem yenilikçi hem de yaratıcı olabilmek eli kalem tutabilen her yazarın hayalidir ama harcı değildir. Yaratıcı ve yenilikçi olabilmek için kıyamet kadar bir enerji ve hamallık gerekir. ( Sayfa: 48)

– Eserin, yazılı metin dışında manyetik bir alanı ve okurda oluşturabildiği çekim gücü varsa o eser güçlüdür. (Sayfa: 52)

– Bilinçte toplanan bilgi, tecrübe bizi bir anlamda köleleştirir; emre, töreye, kurala, yasaya uymaya zorlar. O yüzden bilincin alt sahilleri ve altındaki derin kuytulukları dengesiz. Düzensiz ve vahşi olsa da daha sahicidir, daha çok aslına uygundur. Hatta daha özgürdür, daha rahattır. (Sayfa:77)

Bilinç Akışı Anlatım Tekniği çoğu zaman, “Benden çıkan budur! Sonuca sen karar ver veya verme, sen bilirsin!” diyor. Bilinç akışı tekniğinde nedensellik ilkesi tek kutuplu ve tek cevaplı değildir, çizgi yoktur veya siliktir. O yüzden her okur kendine göre metinden, eserden farklı sonuçlar çıkarabiliyor. O an beynin girdaplarında hangi duygu durum hareketli ise ona göre anlatının, anlatımın yeri ve yönü şekilleniyor. (Sayfa 78/79)

– Metnin içeriği, biçimi, felsefesi, mantığı var ve yazar ne türde yazarsa yazsın bence meselenin en önemli gerekliliği şu nokta olmalıdır; yazar, hangi yazım türüne yatkın olduğunu bilmelidir, yani yazar yazım içerik ve biçimiyle ilgili kendini detaylı bir tanıyor olmalıdır.  (Sayfa:109)

– Bilinç Akışı Anlatım Tekniği sadece çağrışımsal bir anlatım veya yazarın anlık düşündüklerini kâğıda bodoslama döktüğü bir edebiyat tekniği değildir, olmamalıdır.  (Sayfa: 130)

– Bitmiş bir metin okura teslim olmaz, okura teslim edilir. Edebi bir eser hiçbir zaman okurun anladığı kadar değildir, eğer yazar sıradan bir yazar değilse. (Sayfa: 133)

– Yazmak ile ilgili özgürce davranan yazarlar, aklın özgür havarileridir. Hiçbir otoritenin kalemşoru olmazlar, kendi düşün dünyalarının efendisidirler ve o yüzden daima siyasaların, inanç tacirlerinin hedefindedirler. (Sayfa: 146)

– Yazmak, iç dünya ile dış dünyanın yazar tarafından düş, çağrışım, imge, mantık, felsefe ile sentezlenip ‘Halil İbrahim Sofrası’ misali okura sunulmasıdır. Belki acılar eskitilmiştir, belki de umutlar tazelenmiştir, belki isyanlar harlanmıştır, aşklar boğulmuştur, gitmeler çoğalmıştır, belki de sadece bir ekmek kavgasıdır. (Sayfa:155)

Yazar Dr. Gani Türk, kuramsal ve edebi kitaplardan yaptığı alıntılarla bilinci ve akışı edebiyatta nasıl ele alınması gerektiğini hem doktor hem de yazar sorumluluğuyla ele alarak yazması  bu coğrafyada türüne az rastlanır bir kitabın yayınlanmasına neden olmuş. Zihnimizde yer edeceği kesin olan bu kitapların çoğalmasını umut ediyorum. 

* https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilinç 

** Kenan Sevinç  (Dr. Öğretim. Üyesi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi)Freudyen Psikolojide Bilinçaltı ve Bilinçdışı Kavramları Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar.  (David Matsumoto, The Cambridge Dictionary of Psychology, Cambridge University Press, Cambridge, 2009, s. 525-559.   Selçuk Budak,  Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003, s. 132.s. )  https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/810255

*** Dr. Gani Türk- Yazmak ve Bilinç Akışı. (Deneme-Eleştiri. Zamansız Edebiyat Yayınları. Aralık, 2022)

edebiyathaber.net (21 Mart 2023)

Yorum yapın