Beklemeyi bilmek ya da duygunun renkleri | Feridun Andaç

Ağustos 15, 2017

Beklemeyi bilmek ya da duygunun renkleri | Feridun Andaç

“Sabırlı olmalı ve bir şeyler olmasını beklemelisiniz.”

Sebastião Salgado

Onun yalnızca siyah-beyaz fotoğraflarına bakıyorum günlerdir.

Derinlik, ışık, gölge… gibi sözler edecek değilim.

Duygunun bütün renklerinin oradaki bakışında nasıl toplaşıp yansıdığını görmek içimi ürpertiyor.

Dokunamadığıma dokunuyor, göremediğimi görüyor, hissedemediğimi onunla hissediyorum.

Sebastião Salgado’dan söz ediyorum kuşkusuz. Onunla süren yolculuğum öğretici olduğu kadar sürekli alıp, başka yerlere taşıyıcı olmuştur.

Benim çocukluk merakım fotoğraf, şimdi bambaşka bir boyutta hayatımda.

İğdebeli Hoca, biz ortaokul öğrencilerine okulun iş salonunda “karanlık oda”yı açıp önümüze de Lubitel makineyi  koyduğunda başka bir dünyanın keşfine yolculuğun  kıyısında olduğumuzun çok da farkında değildik. Gene şu makinenin karemsi  bakış yerindeki merceğin görüntüyü ters ve reprenkli göstermesi (çünkü orada dışarıdaki renklerin ötesinde bir  büyü vardı), aklımı çelmişti. Önce bunu keşfedecektim. Bu merakımı gülümseyerek karşılayan İğdebeli Hoca, beni büyük bir dikkatle dinleyip, bir fizikçi gibi eşdeşine anlatırcasına anlatmıştı her şeyi. “Camera obscura” bilgisini her sanatçının bilmesi gerektiğinden söz etmiş, şekil olarak da çizip göstermişti. Sonrasında o “karanlık oda” büyülü bir evrene dönüşmüştü benim için.

Bu tür keşiflerin öyle hemen gerçekleşemeyeceği bilinir.

Deneme yanılma, sabır, öğrenme süreci… Dahası çok çalışma. Sadakat, tutku elbirliği ederse yolunuz şenlenir elbette.

Aşksa ardından gelendir.

Eğer ki edebiyata gönlünüzü de açmışsanız hayattan korkmayın. Bu tutkulu uğraş alıp sizi bir yerlere taşıyacaktır mutlaka.

Herhangi bir sanatı keşfeder ona bağlanırsanız oradan yeryüzüne açılabilirsiniz.

Önce duyguda/düşüncede sizi sarmalar bu; sonra da bağlandıklarınızın ardına düşersiniz.

Aslında Sebastião Salgado’nun öyküsü bu anlamda birçok kişi için örnek alınabilecek bir öykü. Onun izini sürerseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınızdır.

Gençler için örnek verebileceğim bir yaşam, uğraşa bağlılık, tutkulu yolculuk, mesleki başarı, yeryüzüne açılma öyküsüdür onun öyküsü.

Bir Picasso öyküsü kadar anlamlı, Van Gogh’un sürüklenişi kadar değerli…

Roman yazmaya kendisini adasaydı orada da en az bu denli başarılı olabileceğini düşünürüm Salgado’nun.

Çünkü öyküsü olan bir adam, gitmeyi/görmeyi, göze alma cesaretini bilen; aşkı ile bir yaşam boyu bu uğraşını tutkuyla götürmeyi/sürdürmeyi seçen biri.

Bize “Toprağımdan Yeryüzüne” kitabını taşıyan Isabelle Francq da o duyguda:

“Bu bir sevgi ve emek öyküsü; ikisinin de rolü ve yeri var ve ikisi de birbirine neler borçlu olduğunu tam olarak biliyor.”

Bir uğraşıda, sanatsal bir yolculukta bir “çift” olmanın hiç de zor olmadığını anlatıyor aslında bize bu öykü.

Ne istediğini bilmekten geçmiyor bunun yolu, tam tersi ne istemediğini bilmekten geçiyor.

İstenmeyen mutsuz evlilikler, yalan aşklar, kör tutkular, vandalca sürüklenişler…

Her biri yaratıcı enerjiyi tüketiyor.

Salgado’nun yaratma özgürlüğüne bunların hiçbirinin gölge düşür(e)mediğini sanıyorum!

Karısı Léila burada ateşleyici figürdür benim gözümde.

Dönüp birlikte yarattıkları “Instituto Terra”nın öyküsünü öğrenin, göreceksiniz o aşkı da; insanlık için yaratmanın nasıl bir aşkınlık getirebileceğini de…

Evet, bir hikâyesi olan keşif yolculuklarından vazgeçmez. Gitmeyi, karşılaşmayı seçer. Bilir ki; “O” bir gün karşısına çıkacaktır. Ve birlikte güzel şeyler yapacaklardır.

Bir tür aşıdır bu.

Unutmayın bu türden melezlik sanatın da gücü ve dokusunu oluşturur.

Buyurun Salgado’nun size bir başka sözü:

“Eğer ki beklemeyi bilmiyorsanız, fotoğrafçı olamazsınız.”

Bu yazarlık için de geçerlidir, başka sanat disiplinleri için de…

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (15 Ağustos 2017)

Yorum yapın