Söyleşi: Abdullah Ezik
Yeni romanınız İstanbul Senin Olacak, Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlandı. Roman, İstanbul’un yörüngesinde dolanan bir hikâyeyi gün yüzüne çıkarıyor. Öncelikle uzun yıllar sonra okurla buluşan bu roman nasıl gelişti?
Yazdığım romanlar, hikâyeler ve tiyatro oyunlarının tamamlanması sadece bana bağlı değil, roman ya da hikâyenin de çaba göstermesi gerekiyor. Tasarımdan kaçmamı sağlıyor bu. Karakterlerin kendilerini geliştirmesine fırsat tanıyor. Onları izliyor ve anlamaya çalışıyorum.
Son çıkan Uyku Şehir’den bu yana neredeyse 20 yıl geçmiş. Onca yaşanmışlık ve onlarca çocuk hikâyesi, karikatür, düşünce ve deneyim girdi araya ama bu metin üzerinde hep zaman geçirdim. Sonunda metni sevdiğim ve tam istediğim bir yere getirebildiğimi düşündüm ve yayınlatmaya karar verdim. Tabii Günışığı Kitaplığı’nın yetişkin kitaplarımı basmaya başlaması benim için çok önemli bir motivasyon oldu.
Geçmiş, karakterlerin birbirleriyle ve dünyayla kurduğu ilişki romandaki temel başlıklardan biri olarak dikkat çekiyor. Hemen herkesin geçmişle veya geçmişten gelen birilerine dair bir arzusu, heyecanı, hayal kırıklığı söz konusu. Geçmişi bu kadar özel ve anlamlı yapan nedir? Roman karakterlerinin (Tülay, Sevgi, Selim, Mehmet, Emel, Rıdvan…) geçmişle ilişkileri metni nasıl dönüştürdü?
Gençlik yıllarında yaşayıp geride bıraktığını düşündüğümüz olaylar, duygular, dizginlenmemiş istekler ne kadar kaçmaya çalışsak da bizim için önemli referans noktalarını oluşturuyor.
Geçmişte yaşanan dünyayı değiştirme istekleri, hesapsız dostluklar, birlikte atılan kahkahalar, küçük kalp kırıklıkları, politik bağlanmalar ve aşklar asla unutulmuyor. Bizim ve bizden sonraki insanların hatta öncekilerin darbelerle kastre edilmiş umutları söz konusu olduğunda ise bu söylediklerimin altına kalın çizgiler çekmeliyiz. Bu yüzden sıradan bir geçmiş değil bahsedilen. Geleceği ipotek altına alınmasına rağmen kendi tutkularını korumaya ya da onlardan kurtulmaya çalışan insanların geçmişi. Bunun edebiyata dönüşmesi ancak klişelerden kurtularak olabilir. Karakterlerin, fikirlerin, olayların, duyguların birbiriyle çelişen yönlerini açığa çıkararak.
Romanda söz konusu olan edebiyat kulübü meselesi de yine çok özel ve güncel başlıklardan biri. Burada karakterlerin birçok yazar ve metinden söz ederken aslında kendilerine ve eğilimlerine dair de birçok şeyi imlediği ifade edilebilir. Bütün bu karakterleri bir edebiyat kulübü etrafında buluşturma/birleştirme fikri nasıl gelişti?
Aslında, özellikle gençlik yıllarında insanların fikirler faaliyetler etrafında buluşmaya çalışmaları, tartışmaları, kendilerini dünyanın öznesi gibi hissetmesi doğal olanı. Ama zamanla bu doğallık sistem tarafından bozuluyor. Eğer insanlar edebiyat, sosyoloji, politika, sanat vb. konularında birleşmeyip farklı ya da benzer fikirler üretmiyorsa bunu yadırgamamız gerekir. Ama sosyalleşmeye o kadar az izin verilen şartların içine itiliyor ki insanlar, birlikte düşler kurmak, tartışmak, dünyayı değiştirmek normal değilmiş gibi görülüyor. Romanın temel yapısı da bu fikir üzerinde şekilleniyor aslında. İnsanların işlevsiz kalmış geçmişleriyle buluşmaya çalışmasının getirdiği mahcubiyet, fikirlerin çıkarlara, çıkarların fikre dönüşmesi ya da çıkarların peşinde koşmamış, bu yüzden de parasal birikimi olmayan bir insanın geçmişindeki dostlarına karşı duyduğu çekinme duygusu söz konusu…
Romanın başlığından da anlaşılacağı üzere İstanbul gerek bu kitabınızda gerekse diğer metinlerinizde okurun karşısına çıkan en önemli konulardan biri. Geçmişi, anlamı, bugün ifade ettiği değerle çok özel bir şehir. İstanbul’u gerek bu roman özelinde gerekse genel olarak siz ve edebiyatınız için bu kadar anlamlı kılan nedir?
İstanbul bir romancı, hikâyeci için bulunmaz bir ortam sunuyor. Tesadüfler, hikâyeler, istenmeden yaşandığı için anlatılmaya değer olan olaylarla dolu bir şehir, her milletten insanın içinden geçtiği bir anı koridoru… Herkese kucak açan, herkesin fethetmek istediği, “Hadi gel yağmala beni, İstanbul senin olacak!” diyerek insanları kışkırtan şiirsel bir roman kahramanı!
İstanbul’un tarihi mekânlarında yaşadım, tarihi okullarında okudum. Beni yavaş yavaş içine çekti. Sadece kendine ait olabilecek insanlarını tanıttı. İstanbul’un tadına, insan hikâyelerinin lezzetiyle vardım.
Yazar/anlatıcı, roman boyunca bir flanör gibi şehri adımlar ve zihninden geçenleri (gerek kendi gerekse karakterleri bağlamında) okurla paylaşır. Öyle ki bu flanör tavır, okuru aynı zamanda şehre dair bir araştırmaya, bir düşünceler silsilesine de çeker. Anlatıcının bu tavrı okura bellek-şehir-kimlik üçgeninde neler söyler? Anlatıcının kimliği ve şehre yaklaşımı onun hikâyesini nasıl etkiler?
İstanbul, amaçsız dolaştıkça anlamına varılan bir şehirdir. Adeta fotosentez yoluyla size kendini öğretir. Kendini aşılar. İstanbullular’ın çoğu İstanbul’u tanımaz, çünkü zordur, aynı zamanda yapılmış gibi duran yapılar arasında yüzlerce yıllık mesafeler vardır. Romandaki Şair Mehmet T.’nin dediği gibi,
“Ayasofya’yla Sultanahmet camisinin bin yıllık mesafesi,
geçmişe pamuk ipliğiyle bağlar bu şehrin ahalisini.”
O bin yılı doldurmak herkesin harcı değildir. Ama bilmek önemli değil, şehri yaşayanlar yine de onu hisseder. Sokakları adımladıkça geçmişi size aktaran sihirli bir güç vardır adeta. Bu sizi nereye götürür bilemeyiz, ama olaylar sizin istediğiniz gibi gerçekleşmese de yine de birbirine bağlanır. Sizi de içine alarak.
Ümitsiz bir aşkın gölgesinde birleşen anılar, okuru zamanın dışına çıkmış bir yemek masasının ve gizemli bir edebiyat kulübünün içine çeker. Öyle ki yavaş yavaş hem geçmişe dair bir soruşturma hem de ümitsiz bir aşka dair girişimler romanın omurgasını oluşturur. Söz konusu bu ümitsiz aşkı yeniden alevlendiren ve bunca anıyı yeniden gün yüzüne çıkaran nedir? İnsan neden geçmişinden bir türlü kopamaz?
İki kere doğuyoruz, biyolojik olarak ve tarihsel olarak. Tarihsel doğum derken tarih içinde yaşadığımız çağda iz bırakarak, tarihin değişimine katkıda bulunarak var olabilmekten bahsediyorum. Bazen bazı insanlar için tarihi doğum hiç gerçekleşmez. Biyolojik bir var oluştur onlarınki. Onun için kendi çabamız gerekir, sosyal hayat içinde tarihsel roller almamız gerekir. Birlikte ve tek başına. Gençlik bu toplumsal bireyin filizlenebilmesine olanak tanıyan çağdır. Yeniden doğuştur adeta. Kendiliğinden değil, bireyin toplumsal hayat içinde kendi istekleri doğrultusunda gerçekleştirdiği bir doğuştur. Mehmet T.’nin Sevgi ile ilişkisi, sıradan bir edebiyat sohbetleri topluluğunda tanışmış olsalar bile hem toplumsal hem de bireysel yanı olan bir tür yeniden doğuştur. Sadece bir sevgi ilişkisi değil. Ondan artık ömür boyu kopamıyor bu yüzden.
Toplum, yine birçok katmanıyla romanda kendisine yer bulan özel konulardan biri. Toplumun hemen her kesiminden insan romanda bir araya gelir ve görünür kılınır. Bir yazar olarak toplumla kurduğunuz ilişkiye/bağa dair neler söylersiniz?
Yazdığım roman ve hikâyelere toplumdaki her statüden insanın girmesini isterim. Zaten hikâye de buralarda gizlidir. Bizim kafamızda kurduğumuz tasarımlardan çok… Hikâyecilik, çizerlik toplumdaki her insanı tek tek önemsemeyi ve bundan zevk almayı bana öğretti. Başkalarının fark bile etmediği, yanından gelip geçtiği insanlar, hikâyecilerin kahramanıdır. Ama o ilgisiz, fark etmeden geçip giden insan da bir hikâye kahramanı olabilir. Farklılarını bilerek, anlamak için çaba göstermek yazarın evrenini oluşturur. Anlamak için yazıp çiziyorum. Sadece anlatmak için değil.



















