Söyleşi: Nilgün Çelik
Tekstil sektöründe faaliyet gösteren iş insanı Muzaffer Öztürk’ün ilk kitabı Bir Uyku Masalı Mahal Yayınlarından çıktı. Kişisel Gelişim kategorisinde yayınlanan ve anı, biyografi türüne de yakın bulduğum kitabı yazarıyla konuşmak istedim.



Muzaffer Bey öncelikle yoğun temponuzda bana zaman ayırdığınız ve söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Kitabınızın yolu açık olsun dileklerimle başlamak isterim. Bu yılın mart ayında çıktı eseriniz, geri dönüşleri merak ediyorum nasıl tepkiler alıyorsunuz? Bu sizde nasıl hisler oluşturuyor?
Kitabım hakkında sohbet etmek bile, “İyi ki bu kitabı yazmışım” dememe sebep oluyor, o yüzden asıl ben teşekkür ederim.
Tabii ki çok yakın dostlarım beni tanıdıkları için çok şaşırmadılar. Hatta onlara kitap yazma konusunda cesaret verdiğime inanıyorum.
Bu kitabın çıkış noktası sanırım Uyku Masalı ne dersiniz? Okurlarınıza ön bilgi olması adına Uyku Masalı nedir, nasıl ortaya çıktı, kısaca bahseder misiniz?
Benim biraz çenem düşüktür, yaşadığım her şeyi anlatmayı çok severim. Hatta bu konuda eşim bana sık sık takılır.
Anlattığım hikayeler, kitabımda yer verdiğim anılar aslında. Ama bunları sadece anlatmakla kalmayıp, vermek istediğim ana mesajları da vurgulamaya, okuyucuya aktarmaya çalıştım.
Bir gün bir arkadaşım, “Madem bu kadar çok anlatıyorsun, bunları yazsana o zaman,” dedi. İşte o zaman yazmaya koyuldum ve inanın yazarken çok büyük bir keyif aldım. Uyku masalına gelince bu kitap uyku problemini kurduğunuz hayallerle çözmeyi hedefliyor.
Kitabınızın ilginç bir bölümü de sihirbazlığa olan merakınızı anlattığınız bölüm. Bunun için neleri göze aldığınızı okuyoruz. Elbette maceralarınızı meraklı okurlara bırakalım ama benim sorum kendi şartlarınızla geliştirdiğiniz bu yeteneğinizi ilerleterek, meslek olarak yürütmeyi hiç düşünmediniz mi? Neden?
İnanın, siz söyleyene kadar hiç düşünmemiştim, belki de bu yüzden. Çalıştığım, para kazandığım ve çalışırken aynı zamanda amacımı da gerçekleştirdiğim bir işimin olması; sihirbazlığın sadece hayatımın parçası bir hobi olarak kalmasına neden oldu.
Uçaklara olan ilginiz ilginç bir tesadüfle başlıyor. Olağanüstü yaşadığınız anılarınız var ve bu ilginiz, uçakları uçurabilme isteğiniz hiç bitmedi. Halen de hobi olarak uçuyorsunuz. Uçmak, sizde nasıl duygular yaşatıyor. Bu hobiyle yeni tanışacaklara ne söylemek istersiniz?
Uçmak, bir hobiden çok daha fazlası—gerçekten emek, dikkat ve disiplin isteyen bir uğraş. Bu işe başlayanların birçoğu meslek olarak bu yolu seçiyor. Benim gibi hobi olarak başlayanlar ise ya bir tesadüf sonucu ya da içten gelen bir tutkuyla bu yolculuğa atılıyor. Bazıları içinse belli bir yaştan sonra uçmak, imkân varsa, bir ulaşım kolaylığına dönüşebiliyor; yazlığına ya da işine daha hızlı ulaşmak için bir araç haline geliyor.
Ama benim için en özel anlar, yalnız uçtuğum o sessiz dakikalarda yaşanıyor. Sadece siz, gökyüzü ve uçağınız…
Yeni başlayacaklara söyleyebileceğim şu: Eğer gökyüzüne bir kez bile hayranlıkla bakıp “Acaba ben de uçabilir miyim?” diye içinizden geçirdiyseniz, mutlaka bir adım atın. Çünkü bu tutku bir kere kalbinize düşerse, sizi hep yukarı çağırır—ve o çağrıya cevap vermek, gerçekten hayatın en özgürleştirici deneyimlerinden biri olabilir.
Eserinizi farklı kılan bir durum da bazı fotoğraf ve videolarınıza eserin içindeki QR kodla okurların ulaşabilmesi. Siz hobileri olan, sanatla edebiyatla uğraşan bir iş insanısınız. Teknolojiden hangi alanda daha çok fayda sağlıyorsunuz?
Bilgisayarlar hayatımıza girdiği ilk andan itibaren, maddi imkânlarımız da elverdiği için her aşamasından faydalandım ve hâlâ da yenilikleri takip etmeye devam ediyorum.
Teknoloji, artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Özellikle iş hayatında hız, verimlilik ve iletişim açısından büyük kolaylıklar sağlıyor.
Sanatla, edebiyatla ve hobilerimle ilgilenirken de teknolojinin sunduğu imkânlardan faydalanıyorum.
Kitabımda QR kod kullanmam da aslında bu yaklaşımın bir örneği. Okuyucuya sadece yazıyla değil, görsel ve işitsel malzemelerle de dokunmak istedim. Böylece hikâyeler daha canlı, daha samimi bir hâl aldı.
Kitapta birçok bölüm ilgi çekiciydi ancak beni en çok etkileyen bölümlerden biri fobileriniz, kapalı alan korkusunu anlattığınız ve Paris’te panik atakla savaştığınız bölümler. Gerçekten bu korku, öykülere konu edilebilecek düzeyde samimiyetle yazılmış. Bu sırada tedavi süresince yaşadıklarınız da ilginç. Ben, biyografi anı türünde yazanların bu tür sorunlarını anlatıyor olmasını özgüvene bağlıyorum. Bunları yazarken iş çevrenizden, sosyal çevrenizden başka türlü bir bakış ya da bir eleştiri gelme korkusu yaşadınız mı?
Bu bölümleri, kitabımın öğreti niteliği taşıyan kısımları gibi düşündüm. Okuyucuya yalnızca yaşadıklarımı değil, duygularımı ve bu duygularla nasıl başa çıktığımı da anlatmak istedim. Çünkü hayatın içindeki bu korkular, aslında bizi biz yapan duygular. Onlarla savaşmak değil, yaşamayı öğrenmek gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden yaşadığım süreci ve çözüm yollarını paylaşarak, benzer duyguları yaşayan insanlara bir yol göstermek istedim. Elbette bu kadar kişisel konuları anlatırken bazı çekincelerim oldu; ama anlatmanın, susmaktan daha iyileştirici olduğuna inandım.
Yaşamı anlamlı kılarak, onun her dakikasının hakkını vererek yaşamaya ant içmiş bir yaşam sizinki. Hayallerinizi hiç ertelemediniz. Kitabınızda da bunu rahatlıkla anlıyoruz. Hayat hayallerden mi ibarettir? Hayalleri anlamlı kılan sizce nedir?
Belki de evet, hayat hayallerden ibaret. Ama sonuçta biz o hayalleri yaşıyoruz. Eğer yaşamımıza yeni hayaller, yeni amaçlar katamazsak, hayatın gerçek anlamını sorgulamak gerekir. Hayaller insanı ileri taşır, yeniler, heyecanlandırır. Onlarsız bir yaşam, sadece tekrardan ibaret olabilir. İkinci kitabımda bu soruları daha derinlemesine düşünmek ve belki de bu konuyu odağa alarak yazmak isterim..
Önceliklerinizin ne olduğu, hayatı kuralına göre yaşadığınızı düşündürüyor eseriniz. Mesela anne babanıza ve ailenize olan öncelikleriniz gibi. İnsanlar çoğu kere “hayatı yakalayacağım, kendime zaman ayırmalıyım,” derken sevdiklerini, önceliklerini ihmal ediyor. Bu denge nasıl sağlanmalı sizce?
Bu hayat sizin hayatınız. Siz mutlu olursanız, çevrenizdekiler de mutlu olur. Ama bu mutluluğu rastgele yaşamak yerine, belli kurallar çerçevesinde gerçekleştirmek gerekiyor. Ben, kuralları gözeterek kendime vakit ayırıyorum—çünkü aksi takdirde bu dengeyi kurmak çok zor. Her insan, hayatının her döneminde kendine zaman ayırmalı ve yaşadığı hayata bir değer katmalı. Aksi hâlde ilerleyen yaşlarda “keşke şunu da yapsaydım” dememek mümkün olmaz. Bu denge; öz saygı, sorumluluk ve farkındalıkla kurulabilir.
Eserinizi en çok kimler okusun istersiniz?
Aslında bu konuda net bir hedef kitlem yok; kime ulaşabilirsem, kim bu kitaptan bir parça kendini bulursa, o kişinin okumasını isterim. Google algoritması gibi düşünüyorum—kitap bir kişiye ulaşır, o kişiden başkasına önerilir ve böylece büyür. En büyük dileğim, bu kitabın elden ele dolaşıp amacına ulaşması. “Yazdım, oldu” demiyorum. Var gücümle tanıtım yapıyor, daha fazla kişiye ulaşması için çabalıyorum ve bu konuda hiç durmayı düşünmüyorum. Çünkü bu kitap sadece benim hikâyem değil; birçok insanın iç sesine tercüman olabilir.
Okurlarınız, bu akıcı dili kullanabilen yazardan yeni eserler bekleyecektir, merakla. Var mı yeni çalışmalarınız?
Elbette var—olmaz olur mu! Bir kez yazmaya başladım ve o zevki bir kere tattım, artık geri dönüşü yok. Yazmak benim için sadece kelimelerle değil, hayallerle ve zamanla yolculuk etmek demek. Bazen geçmişe dönüp eski anı ve bilgilere ulaşıyorum, bazen de geleceğe uzanıp hayallerime dokunuyorum. Yazarken zaman çizgisi kayboluyor; hem kendime hem okura yeni yollar açılıyor. Bu duyguyu yaşamak öylesine büyüleyici ki, yazmaktan vazgeçmek mümkün değil.