Başka bir yaşam mümkün | İsmail Gezgin

Eylül 12, 2013

Başka bir yaşam mümkün | İsmail Gezgin

“Devlet düşüncesi, bütün kalplere sirayet etti, tutkuya dönüştü.

Bu dünyevi İlah’a hizmet ve hürmet etmek

yeni bir ilahi görev oldu.”

Max Stirner

Toplumsal yaşamın dili binlerce yıl önce oluşturulmuş, kültür ilerlemeci bir algıyla insanlara hükmetmişti. Gelişmeler; teknoloji, bilim, inanç… İnsan yaşamını refaha, güzele, cennete yönlendiren değişkenlerdi. Ancak akan zaman vaat edilen cennetin çok uzağına düşüldüğünün de göstergesi olmuştur. Dünyanın yarısı açlıkla boğuşurken diğer yarısı, uygarlık yarışındaki paylarını büyütmek isteyen egemenlerin demokrasi getirmek için giriştiği savaşlarla ölmektedir. Enerji kaynakları tükenmeye yüz tutmuş, atmosferde kara delikler oluşmuş, dünyayı yok edecek denli korkunç silahlar üretilmiş… Küçük bir azınlığın mutluluğu üzerine sömürülen, işkence çeken, türlü musibetlerle boğuşan bir çokluk…

Tüm bunlar göstermektedir ki binlerce yıl önce kurulan bu dil insana felaketten başka bir şey getirmemiştir. Bu nedenle de belki de en çok şimdi, başka dillerin ve başka hayatların mümkünlüğünün konuşulması gerekmektedir.

Bu köhnemiş, hayal kırıklığı yaratmış dilin karşısında başka bir hayatın umudunu iletebilecek en büyük düşünce biçimlerinden biri anarşizmdir. Yunanca kökenli arhce (kral, yönetici, arkhon) ve olumsuzluk öneki an seslerinin birleşiminden ortaya çıkmış bu kelime, yeni bir yaşamın umudunu yüklenir. Yöneticisi olmayan, hiyerarşi olmayan bir toplum yapısını tahayyül eden anarşizmin temel iddiası, insanın devletin emirlerine uyma yükümlülüğünün bulunmadığıdır. Bunun öğrenilmiş olduğunu ileri süren anarşizm, insanların eşit ve özgür biçimde yaşadıkları bir toplum için öncelikle insanı köleleştiren otoritenin ortadan kaldırılmasının gerekliliğine vurgu yapar. Tarihte de örneklerinin görüldüğünü ileri sürerek, toplum olmak için devlete ihtiyaç bulunmadığını ideolojisinin merkezine yerleştirir. İyi bir yaşam ancak, hiç bir gücün veya zorun uygulanmadığı bir toplumda gerçekleşebilecektir. Bu durumda, bu düşünce biçiminin hedefi yönetici sınıfının olmadığı bir toplum inşası üzerine çalışmaktır. Pek çok fraksiyonu (Bireyci Anarşizm, Kolektivist Anarşizm, Komünist Anarşizm…) bulunan anarşizm, hangi siyasi ideallerin üzerine inşa edilmiş olursa olsun devletin var olduğu her yerde tahakküm ve köleliğin olacağını öngörmektedir. İngiliz düşünür ve yazar William Godwin’in öncülüğünü yaptığı bu düşünce akımı içerisinde M. Bakunin, R. Graves, M. Mauss gibi isimler bulunmaktadır. Aydınlanma’nın dinselliği sorguladığı bir dönemde, tüm otoritelerin sorgulanmaya başlanmasıyla ortaya çıkan anarşizm, 19.yy’dan günümüze değin etkisini hissettirmiştir. Özellikle, iç savaş yıllarında İspanya’da kayda değer ilerlemeler sağlayan bu düşünce, yükselen Marksizmle beraber soğuk savaş döneminin sonuna kadar etkinliğini kaybetmiş, iki kutuplu dönemin sona ermesiyle yeniden kıvılcımlanmıştır.

Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nin Bengü Kurtebe-Sefer çevirisiyle yayımladığı Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar adlı kitabında David Graeber, anarşizmin büyük evrensel teoriler peşinde olmadığını ve daha küçük parçalar şeklinde yaşama geçirilebileceğini ileri sürmektedir. Graeber’e göre, “anarşizm, Büyük Kuramdan ziyade dönüştürücü bir projeden doğan gerçek, acil sorunlarla boğuşmanın bir yolu olan Küçük Kuram olarak adlandırılabilecek bir şeye ihtiyaç duyar” Graeber anarşistlere şunu önerir: “Radikal bir entelektüelin bariz rollerinden biri de tam olarak şunu yapmasıdır: Uygulanabilir seçenekler yaratanlara bakarak, onların yapmakta olduklarının daha geniş kapsamlı imalarının neler olabileceğini anlamaya çalışıp sonra da bu fikirleri, reçeteler olarak değil, katkılar, imkanlar –armağanlar- olarak tekrar onlara sunmak”.

Anarşizme ilgi alanları nedeniyle en yakın olan bilimdalının Antropoloji olduğunu iddia eden Graeber, otoritesiz toplumların varlığının en yakın tanıklarının antropologlar olduğuna işaret eder. Örnek olarak Piaroaları gösteren Graeber, bu toplumun eşitlikçi yapısını anarşizmin mümkünlüğünün bir örneği olarak sunar. Bir diğer örnek ise Graeber’in, 1989-1991 yıllar arasında bizzat yaşadığı Madagaskar’dır. Merkezi hükümetin çekildiği kırsal kesimlerde halk herhangi bir otorite olmaksızın kendisini idare edecek sistemler kurmuştu. Kararların çoğunluğu mutabakatla sağlanıyordu ve liderlik şüpheyle bakılan bir konumdu. Bir kişinin başkalarına hükmetmesi, emir vermesi hoş yaklaşılan bir durum değildi…

Bütünüyle anarşist bir antropolojinin en azından şimdilik olmadığını öne süren Graeber, içerisinde bulunulan dilsel-kültürel sistemin verdiği bilgilerle dünyayı algılamaya çalıştığımızı, dolayısıyla da başka bir dünya düzeninin olmadığını söylemenin bir yanılsama olacağını vurgulamaktadır. Bu köhnemiş dünya düzeninin algılarımızın önüne ördüğü duvarları havaya uçurarak, başka bir dünyanın gerçekleşebileceğine inanmak başlangıç için gereklidir. Dünyayı bir anda değiştiren veya değiştirecek büyük devrimlere şüpheyle yaklaşan Graeber, doğru olanın devrimci eylemler olduğunu ileri sürer. “Kendi kendilerini kuran, kendi kurallarını ya da işleyiş ilkelerini kolektif bir şekilde yapan ve devamlı olarak bunları yeniden ele alan topluluklar- yaratma girişimleri, tanım itibariyle devrimci eylemler olacaktır”.

Soğuk savaş döneminde anarşizmin kan kaybettiği ve düşünceyi ifade eden kelimenin olumsuz anlamlar yüklendiği söylenebilir. Anarşistlerin ses getirecek şiddet eylemleri de buna katkı sağlamıştır. Ancak, son yıllarda kapitalizmin biyo-politikalar yoluyla bedene kadar sirayet eden iktidari müdahalelerine karşı anarşistler, hem olumsuz atıfları ortadan kaldırmak hem de iktidarın tuzağına düşmemek için yeni eylem yöntemleri geliştirmişlerdir. Sınırları ortadan kaldırmayı hedefleyen küreselleşme de bu anlamda anarşizme olumlu bir atmosfer hazırlamıştır. İktidara karşı verilen direniş kutlama, karnaval havasında ortaya konan sivil itaatsizlik eylemlerine dönüşerek başka bir dilin yolunu açmıştır. Örneklerini yakın zamanda Taksim Gezi Direnişi içinde de gördüğümüz bu eylemler veya eylemsizlikler, karar verme süreçlerindeki geniş katılım, hesapsız paylaşım ve yardımlaşma, en azından direnişlerin yapıldığı merkezlerde, küçük anarşist deneyimlerin yaşanmasını sağlamıştır. Gezi Direnişi’ne katılanların bunca mutlu olması ve hatta ayaklarının yerden kesilmesinin nedeni bu eşitlik dünyasının mümkünlüğünün görülmüş ve en önemlisi hissedilmiş olmasıdır. İnsanın yabancılaşmasına neden olan alt-üst üretim ilişkilerinin tersine buradaki yatay eşitlikçi ve katılımcı örgütlenme, hiyerarşinin olmadığı bir toplumsal yapının işaretlerini vermiştir.

Graeber’in, insanlığı modernitenin etkisinden kurtarıp yeniden rayına oturtmak için anarşistlere ihtiyaç olduğunun altını çizdiği bu kitap, eninde sonunda despotlaşma eğilimi gösterecek devletli sistemin bir alternatifini hayatımıza geçirmemizi tavsiye etmektedir.

Dünyadaki değişim, büyük devrimlerle değil bireylerin anarşist tutumuyla mümkün olabilecektir ancak.

İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (12 Eylül 2013)

Tüm Yazıları>>>

Yorum yapın