Başak Daşman: “Bilfiil binlerce hayata, sırlarına varıncaya dek temas etmemiz mümkün olmadığı için en iyi yol edebiyat…”

Nisan 11, 2022

Başak Daşman: “Bilfiil binlerce hayata, sırlarına varıncaya dek temas etmemiz mümkün olmadığı için en iyi yol edebiyat…”

Söyleşi: Aynur Kulak

2017’de ilk öykü kitabı “Kırk Evin Delisi”yle edebiyatseverlerin dikkatini çeken, sinema, televizyon ve tiyatro sahnesinin başarılı oyuncusu Başak Daşman’ın, İthaki Yayınları’ndan çıkan yeni öykü kitabı “Gördüm Çiçeği” odağında yapmış olduğumuz söyleşi, insanlarla ilgili, davranışları üzerine biraz ayrıntılı gözlemler yaptığımızda, özellikle de bireyle, toplumla, sistemle ilgili sorular sormaya başladığımızda nasıl cevaplar bulacağımızı ve nasıl sonuçlara varabileceğimizi göstermesi çerçevesinde gerçekleşti. “Gördüm Çiçeği”ni tüm ayrıntılarıyla konuştuğumuz söyleşimiz için buyurun lütfen!   

“Hafızandan atabilirsin ama o seni çoktan değiştirdi”

Sizi tiyatrodan, sinemadan ve TV dizilerinden tanıyoruz. Fakat edebiyatı sevdiğinizi, iyi bir okur olduğunuzu, deneme türünde yazılarınızı da biliyoruz. Saydığım bu disiplinlerle birlikte edebiyatın sizin hayatınızdaki yeri nedir?

Birbirleriyle direkt ilişkili disiplinler olmakla beraber, diğerlerinin çıkış noktası da yine edebiyat. Kendimi ve dünyayı anlamak için ilk kullandığım araç edebiyat; hayatı öğrenmek, anlamak, bazen kaçmak ancak hepsinden öte neşesini anlayıp onu sevmek için. Kendimizi bir diğerimizden öğreniyor, öyle anlamlandırıyoruz. Bilfiil binlerce hayata, sırlarına varıncaya dek temas etmemiz mümkün olmadığı için en iyi yol edebiyat…

İçinde on öykü bulunan Gördüm Çiçeği kitabınızın yolculuğu nasıl gerçekleşti? Bu soruyu biraz da öykülerinizi pandemi döneminde yazmış olabileceğinizi düşünerek de soruyorum. Mesela, çok fazla soru soruyorsunuz öyküler içerisinde yol alırken, bu dikkatimi çekti. Ne dersiniz?  

Pandemi sürecinden öncesine ait öyküler de var, geçirdiğimiz süreç içinde yazdıklarım da. Zor bir süreçti benim için de herkes gibi. Aylarca tek kelime yazmadım hatta dürüst olmak gerekirse korktum. Yazacağım, yazarken hissedeceğim şeyden sanırım. Neyse ki bir gün kaçacak yerim olmadığını anlayınca tekrar oturdum bilgisayarımın önüne. Soru kısmına gelince… Sürekli soru sorup duran biriyim. Soru sormadan nasıl cevap buluruz ya da daha önemlisi cevabı olmasa da hak edilmiş bir soruyu sormadan nasıl geçiştiririz hayatı bilmiyorum. Bana saçma geliyor. “Kuşkusuz soru sormadan da yaşanır ama buna yaşamak denirse “ demiş Ferit Edgü.

Mutlu olmayı bu denli istemek, yaşamıyor olmayı dilemek gibi…”  Kitabın ilk öyküsü Anı Yasası başta olmak üzere Hegel’in Parkı, Yaz Bunları! ve Kaçış Rampası öykülerinize gelirsek; ürettiğimiz çöpler, çöp kavramı, toplayıcıları, bizim onlara bakış açımız ile birlikte bu öyküler sınıfsal bir meseleyi de önümüze koyuyor. Bazı kavramlar söz konusu olduğunda eşitleniyoruz sanki yaşantımız ne olursa olsun; özellikle mutsuzluksa bu kavram…  

Çöp birçok açıdan üzerine konuşabileceğimiz bir şey benim için. Öncelikle üretim ziyanlığı yüzünden dünyayı çöplüğe çevirmemiz. Sonra her şeyi deli bir hızla tükettiğimiz, birini atıp yenisini aldığımız için, ilişkilerimize de, insanlarımıza da böyle davranmamız. Günün sonunda hızlıca tüketilmiş, arka çıkılmamış, uğruna mücadele edilmemiş hissediyoruz kendimizi. Yani “çöp” gibi. Bu değersiz hissediş, bu emek verilmemiş, emek verilmeyen varlığımız, sürekli mutsuz ve tatminsiz olmamıza sebep oluyor. Bu tüketim kültürünü, dijital çağ da pek güzel pekiştirdi. Ancak bir geçiş dönemindeyiz bence. Bu hızlı dijital çağı tam anlayıp onu bize gerçekten iyi gelecek şekle çeviremeden önceki kaos ortamı sanki biraz. Şüphesiz değer yargılarımız değişiyor, bu geçiş dönemi de kendi değer yargılarını yaratıp kendimizi daha “iyi” yapmamızın yolunu bulacaktır. Herkesin çok fazla noktada benzer şeyleri yaşadığını söylemek  ne dediğini bilmeyen  bir söylem olur. Sosyal adaletsizlik, farklı coğrafyalarda yaşamak, farklı ekonomik hallerin içinde bulunmak bizi bambaşka ihtiyaçları olan bambaşka insanlar yapıyor. Ancak elbette buluştuğumuz yerler var. Adil olmayan dünyayla ilk karşılaştığımız da hissettiğimiz şey aynı mesela. Senin adaletsizlikle yüzleştiğin ilk yer karnın aç yatmak zorunda kalmandır, başka birinin üç yaşındayken annesini kaybetmesi… Tüm yaşadıklarımız, tüm anılarımız farkında bile olmadığımız “ben”lerimizi oluşturuyor. Bir olayı hafızandan atabilirsin ama o seni çoktan değiştirdi ve “biri” yaptı. O yüzden mesele hatırlamak ya da unutmak değil. Bunların bir şeyi değiştiremeyeceğini kabul etmek…

“Matematik problemi değil insan ilişkileri”

“Kokusu, ilk defa birinin sizi anladığını hissettiğinizde kalbinizde oluşan frekansla aynı dalga boyutundadır.” Anı Yasası ve Hegel’in Parkı’nda kötü koku (çöpler) olarak irdelenen duyumuz kitaba da ismini veren Gördüm Çiçeği’nde güzel koku minvalinde bir şehirde yaşamak hiçbir konudan emin olmamakla aynı anlama geliyor. Güzel bir kokusu olduğuna emin olamıyoruz bu yüzden Gördüm Çiçeği’nin de, sizce?

Belirsiz bir his verdi demek… O zaman öyle. Evet, bu şehirde, bir başkasında, bu yaşadığımız dönemde çok fazla belirsiz şey var. Ancak İstanbul’un trafiğinden ya da her yeri kaplamış betonundan eminiz örneğin. Bize, belirsizliği sakinlikle kabul ederken emin olabileceğimiz şeyler gerekiyor diye düşünüyorum. Emin olabileceğimiz güzel şeyler. Birinden emin olmak istiyoruz  mesela, birilerinden; kendimizi güvende daha önemlisi masum hissetmek için. İçimizdeki masumiyeti korumak için. Masumiyet şaşırmaktır. Şaşırmak, yaşamak, yaşarken ihtiyarlamamaktır…

Bant Bükülür, Kaçış Rampası ve Kıymet; bu saydığım öyküler üzerinden çocuk olmayı, yetişkin olmayı, bir sosyal çevreye ait olmayı normlar üzerinden konuşursak sizce, düşüncelerimizin, yaşam biçimlerimizin, algılarımızın, kurduğumuz düzenlerin yüzde kaçı norm, yüzde kaçı gerçek? 

Kıymet öyküsünde sosyal ortamını korumak için, hissettiğinin değil, duyduğu şeylerin peşine giden birinci tekil şahıs dilinden konuşan bir kahramanımız var. Aidiyet ve sahip olma dürtümüz yüzünden birbirimizden gelen ne kadar anlamsız cümleye ev sahipliği yapıyor zihinlerimiz. Ne çok genellemeye, yargıya, sabit fikre… Bunun ironisini yazarken yani bir noktada eleştirirken ben bunu hiç yapmıyorum ya da bana yapılmasına izin vermiyorum diyebilir miyim? Düpedüz yalan olur. Sorguladığı, üzerine mesai harcadığı şeyler hakkında yazar insanlar. Ancak biraz önce sorduğunuz gibi, yazdıklarımın içinde birçok soru olması da benim de kendime sürekli sorup duruyor olmamla ilgili. Örneğin ebeveynlik kavramı… Ebeveynlerimizin kim olduğu hayatımızı şekillendiriyor. Benimkileri sevmiş ve kendi varlığımdan da memnun olabilirim. Ancak bu yine de onların tutumlarını sorgusuz sualsiz kabul edebileceğim anlamına gelmiyor. Belki çok yanlış bir davranışa maruz kalmış ama kişisel direncimle onu iyi bir şeye dönüştürmüşümdür. O yüzden kaçta kaçı “benim” bilemem ama yüzde yüz içindeyim…

Ve kitabın son öyküsü Kök; kadınların toplumsal bir “yaraya” dönüşmesi meselesi. Hiç susmamacasına konuşmamız gereken bir konu… Kök öyküsü özelinde kadınları, kadınlık, erkeklik konularını, yasalar nezdinde hızlıca çözülebilecek şiddetin çözümsüzlüğü üzerine siz ne söylemek istersiniz? 

1900’lerin başında Virginia Woolf tek başına -yani yanında bir erkek olmadan- üniversite kütüphanesine giremiyor. Geçen yüzyılın başında. O yüzden aslında ben çok yavaş ilerlediğine de inanmıyorum. Tarihte çok saygı duyduğum birçok kadının mücadelesi sayesinde binlerce yıllık bir denksizlik meselesi çözüme doğru hızla ilerliyor. Zihinlerimiz, yaşadığımız gerçekliğin ilerisine geçtiği için bize yavaş geliyor. Bu da normal. Çünkü ortada kocaman bir sorun var deyip tespit ettikten sonra niye hemen çözmüyoruz. Ne mantıksız! Ancak işte konu bir matematik problemi değil insan ilişkileri, üretim ilişkileri gibi şeyler olunca öyle hemen sorunu bulup ortadan kaldıramıyorsun. Ancak elbette git gide iyileştireceğiz çünkü kadınlar yara değil, toplumun şifacılarıdırlar. Yeter ki öfke yerine gücümüze tutunalım.

Dünyanın derdi, hastalıkları, savaşları bitmiyor. Bu durumdan -olumsuz olarak- hep en çok etkilenen kültür, sanat dünyası, yayıncılık ve eğlence sektörü oluyor. Dünya gerçekten de yenilenerek çıkabilecek mi bu dönemden? 

Açıkçası bilmiyorum. Muhakkak her dönem gibi kendi içeriğini oluşturacak, onu yorumlayacak. Tabii önce anlamlandıracak. Şu an biraz onun eksikliğiyle boğuşuyoruz. Çünkü kerterizimiz yok. Eskiden her şeyin daha yavaş değişim gösterdiği dönemlerde bir şeyleri anlamak, dönüşümü kavramak, ondan bir şeyler sağaltmak daha kolaydı sanıyorum. Ancak biz şu an kerterizimizi geçmişten değil bilmediğimiz gelecekten almaya çalışıyoruz. Yine de kafa karışıklığı iyidir, sonuçları bizi hep şaşırtır…

edebiyathaber.net (11 Nisan 2022)

Yorum yapın