Bagdad Cafe’de randevu: “Rastgele Ben” | Evren Kuçlu

Kasım 10, 2014

Bagdad Cafe’de randevu: “Rastgele Ben” | Evren Kuçlu

rastgele-benTürkiye’deki akademik çevrelerin tutuk ve ritüele dayalı psikolojik analizlerini “kişisel gelişim”e varmayacak şekilde altüst eden nefis kitapların yazarı Engin Geçtan. Her kitabıyla kendimize daha yakından bakmamızı kolaylaştıran Geçtan, bilgelikle dolu kitabı “Rastgele Ben”le bu kez psiko-sosyolojik bir çerçeve çiziyor okurlarına.

Geçtan’ın “İnsan Olmak” kitabını dikkatlice okumuş, okumaları için çevresine baskı yapmış biri olarak ben, “Rastgele Ben’in içerisindeki ayıklanmış anılarla, okurlarını “hazır ol”dan “rahat”a geçirdiğini ve o aralıkta sözlerini kulağımıza küpe yaptığını söyleyebilirim.

Ekim ayında Metis Yayınları’ndan çıkan kitabın değerlendirmesine kapağının gönlümüzü fethettiğini belirterek başlayalım. Kitabın içini dışına yansıtan Bagdad Cafe tabelası, orada burada beliren “Hoş Gediniz”  levhasından kesinlikle daha samimi. İçerde de girişteki samimiyeti bulunca, kitaba kendimizi kaptırıyoruz.

Kitap birbirine yakın 4 ayrı bölümden oluşuyor. Geçtan’ın “Bir Zamanlar Amerika’da” ironisiyle başlattığı ilk bölümde, hayallerindeki Amerika’yla, ayak bastığı Amerika’yı iki farklı kefeye koyuşuna tanık oluyoruz.Hastanenin önünde taksiden indiğimde karşımdaki binaya bakakaldığımız hatırlıyorum. Çirkin, kasvetli bir yapı, tuğla renginde. Ve sonradan zaman zaman soracağım o soru: ‘Bu mu Amerika?’”  Amerika’yla ilgili olumsuz yargıların Amerika’ya muhalif entelektüellerin tespitleriyle kan bağı olduğunu açıkça görebiliyorsunuz. Buradan bakınca Geçtan, bir analist sıcaklığının yanında bir sosyolog taş kalpliliğine sahip gözüküyor. Rastgele Ben, daha önceki kitaplarından sadece ağırlıklı olarak yazarın anılarını içermesiyle değil, dış dünyaya ağırlıklı olarak bir sosyal psikolog gibi bakabilmesiyle de ayrılıyor. İntern olarak Amerika’da yaşamını sürdürdüğü yılları anlatırken bir yandan da Türkiye’nin sosyolojik durumu hakkında yaptığı tespitler oldukça zihin açıcı. Benzer şeyleri en son Şerif Mardin’den okumuştum.

Yıllarca Amerika’da bulunmuş ve birçok önemli psikoloji uzmanıyla çalışmış bir psikiyatristin daha çok mesleki deneyimlerini ve dolayısıyla şaşkınlıklarını anlatan “Dipsiz Kuyuda Yolculuk”, Geçtan meraklılarının merak edeceği sıcak öykülerle dolu. Ustası Alfred Messer hakkındaki tespitleri, ‘çırak’ olarak yaşadığı New York’ta mesleğin içerisine kendisini konumlandırma çabaları ilgiyle okunacak türden.

İtalyanca “en güzeli Türkiye” anlamına gelen “La Turcia piu bella” sözüyle adlandırdığı üçüncü bölümde ülkesine hiçbir zaman için sırtını dönmemiş bir aydının halkından yola çıkarak yaptığı psikanalitik tespitler dikkat çekiyor. Özerklik sorunu, kimlik bunalımı, yetişkin çocuklar, Borderline kişilik gibi kavramlar bir çeşit hasar tespit raporunun içerisine iliştirilmiş gibi “… Elli iki yılını bu toplumun kulislerinde geçirmiş biri olarak, insanımızın zengin bir potansiyele sahip olduğuna kesinlikle inanıyorum. Ülkemizin anlaşmazlığı da muhtemelen bu karşıtlıklar topluluğundan kaynaklanıyor. Her şeyin her türünün aynı potada olmasından kaynaklanan deli enerjisiyle birlikte.

Kitabın son bölümünde insanlığı manuel bir kıyametin eşiğine sürükleyenlerin ya da sürükleyen sistemin bir Matriks oluşturduğunu dile getiren Geçtan, süreç hakkında da bir psikiyatrist için umutsuz sayılabilecek tespitler yapıyor. Kıyameti göremeden yok olacağımız bir dünya ürettiğimizi, doğanın kendine yapılanları unutmadığı için bunun bedelini bize ödetmeye başladığını ve dahasını da yapacağını söylüyor. Tüketerek üretilen bu yeryüzünün neden kimse için tekin bir yer olamadığı da Rastgele Ben’le ister istemez cevap buluyor. “Doğa insanı, doğanın gücünden hem korkar, hem de ona saygı duyar. Amerika yerlilerinin, bir zamanlar, akşam gün batarken ya ertesi gün güneş tekrar doğmazsa kaygısı yaşadığı söylenir. Ama onlar, çevrelerindeki ağaçları kız kardeşleri olarak gördüğünden, uygar insanın yaşamakta olduğu türde derin yalnızlığı tanımaz. Doğa insanı doğadan korkar, biz ise birbirimizden. Bu, doğadan kopmuş insanın, kendisini en yalnız hissetmemesi gerektiği zamanlarda bile, derinlerini bir türlü terk etmeyen farklı bir yalnızlıktır, devası yoktur. Ebede kadar sürecek bir lanet.

“Rastgele Ben” otobiyografik yanıyla Geçtan okurları için farklı bir okuma deneyimi sunuyor. Her defasında konuya direkt giriş yapan Engin Geçtan bu kez kendi yaşamını zemine yerleştiriyor. Kendisini anlatırken hep yaptığı gibi narsizmden olabildiğince kaçıyor. Vedalaşır gibi konuşuyor; fakat bu vedayı gönlü kaldırmayanlara da belirsiz bir gelecekte, kitabın girişindeki Bagdad Cafe’de bir randevu veriyor. Hem de sizi bulunduğunuz yerden alıp, Bagdad Cafe’ye bırakacak devenin neye benzediğini söyleyerek.

Evren Kuçlu – edebiyathaber.net (10 Kasım 2014)

Yorum yapın