April Yayıncılık’ın kurucularından Kemal Egemen İpek: “Yayıncı olmak için yüz kitaba ihtiyaç yokmuş”

Mart 17, 2012

April Yayıncılık’ın kurucularından Kemal Egemen İpek: “Yayıncı olmak için yüz kitaba ihtiyaç yokmuş”

 

 

Yayın dünyasında hoşgörülemez bir cehalet ve özensizlik gördüğünü söyleyen April Yayıncılık’ın kurucularından Kemal Egemen İpek, yeni nesil yayıncılıktan umutlu… 

April Ankara kökenli bir yayınevi… Geçen yıl İstanbul’a geldiniz. Edebiyat ve sanatta İstanbul’un merkez oluşu tartışılmaz. April’i İstanbul’a çeken de bu çekim miydi?

Türkiye’de doğmuş her insan adını duyduğu, silüetini gördüğü andan itibaren bu eşsiz şehrin çekimine giriyor. İyi ve kötü yanları tartışmaya açık olmakla beraber tartışılmayacak bir şey de İstanbul’un Türkiye’nin tek metropolü olduğu. Biz de Ankara kökenli bir yayınevi olarak operasyonlarımızın bir bölümünü İstanbul’a taşıdık. Keyfimiz yerinde. Şimdilik!

Yayın dünyasının genç yayınevlerindensiniz. Her yaşın bir bakış açısı, görüş alanı hatta filtresi, filtresizliği vardır. Piyasaya şöyle bir baktığınızda gözlemledikleriz neler? 

Biz yayıncılığı A’sından Z’sine bir alfabe olarak görüyoruz. Eserin içeriği, editöryal aşaması, eserin adı, kapağı, kapak yazısı, reklam metni, halka ilişkiler çalışması, sosyal medyası, dağıtımı, sergisi… Yani yayınlayacağımız eserle ilgili her bileşeni ayrı ayrı tartışıyor, kararlar alıyoruz. Bu elbette daha çok zaman, daha çok emek anlamına geliyor. Sırf kapak yazısı içimize sinmediği için aylarca geçiktirdiğimiz yayınlarımız oldu. Yayıncılığa başladığımız dönemde büyüklerimiz bize yüz kitap yayınlamadan yayıncıyım demeyin diye akıl veriyorlardı. Bizim şu an yaklaşık seksen yayınımız var, ancak yayınladığı eser başına okur sayısı hesaplandığında Türkiye’nin açık ara lideriyiz. Demek ki yayıncı olmak için yüz kitaba ihtiyaç yokmuş, bir kitap da yayınlasanız, hakkını verdiğiniz sürece, yayıncı olabilirsiniz. 

Genel olarak piyasaya baktığımda ise üzülerek söylemeliyim ki büyük bir cehalet görüyorum. Genellemelerin bu dahil hepsi yanlıştır ancak benim gördüğüm hem yayıncıda, hem yazarda, hem de okurda hoşgörülemez bir özensizlik var. Egolar ve kıskançlıklar arasında harcanan dehşet bir potansiyel. Yine de büyük umutlar besliyorum. Yeni nesil yayıncılar; bu işi sadece ticaret olarak görmeyen, birbirleriyle uğraşmak yerine gözünü ve ruhunu hali hazırda okuma alışkanlığı olmayan %90’a çevirmiş proaktif yayıncılar, yeni nesil yazarlar; sürekli kendini geliştirmeye çalışan, yazdığı her sözcüğü sorgulayan, egolarından arınmış, nabzının dünyayla birlikte atmasına çabalayan yazarlar ve tabii ki yeni nesil bir okur; yargılamak yerine anlamaya çalışan, çok meraklı ve heyecanlı bir okur. 

HER ŞEY BİRBİRİNİ ETKİLER
April’in yayın politikasını nasıl tarif etmeli? Çok satan kitaplar da basıyorsunuz, Kurt Vonnegut da…

April’in yayın politikasını tarif etmek gerçekten zor. Çok hazneli bir terazi… İlk olarak April’in yayın politikası da adı gibi diyebilirim. Türkiye’de edebiyatın baharı olmak üzerine kurulu. Bir yanımızda ilham aldığımız ustalar, yapılmamışın, denenmemişin bilinmeyenin, yaratıcılığın, geleceğin peşinde koşan genç bir ekibiz. Ancak burada önemli bir nokta var. Biliyoruz ki bu saydıklarımı gerçekleştirebilmek için, yaşımızı, önemsenmeyecek kadar küçük bir parçası olduğumuz evrenle bir hesaplamamız gerekiyor. Çok uzun bir sürecin ürünü olduğumuzun farkındayız. Bu farkındalığı yaymak istiyoruz. İnsanlık nereden geldi, nereye gidiyor, dönüm noktaları neler, mucizeleri neler, gizemleri neler? İnsanı ilgilendiren üretimler yapıyorsanız bilimi, edebiyatı, sanatı, siyaseti kısacası hiçbir şeyi birbirinden ayıramazsınız. Büyük resmi görmeye çalışmalısınız. Bilmelisiniz ki her şey birbirini etkiler, değiştirir, dönüştürür. Biz de bu bilinçle hazırlıyoruz yayın programımızı. Üçüncü dünya ülkeleri nasıl yaratıldı diye sorduk, “Ekonomik Tetikçiler”le, “Bilderberg”le, “Blackwater”la tanıştık. Bilim hangi noktada, Quantum da neyin nesi dedik, Olasılıksız’ı, Empati’yi bulduk. Kendi tarihimize göz atalım istedik, “1453”, “Akdeniz”, “Türk” gibi eserler yayınladık. Sinestezi diye bir fenomen varmış, Daguerre ilk fotoğrafı nasıl çekmiş, Salvador Dali de kimmiş, Nikola Tesla’nın insanlık için önemli neymiş? Bu soruların yanısıra Kurt Vonnegut, Josephine Tey, Jodi Picoult, Richard Bach gibi büyük ustalar, Scarlett Thomas, Tibor Fischer gibi geleceği müjdeleyen yazarlarla yolumuza devam ediyoruz. Ve tabii ki hepsinden önemlisi Türk Edebiyatı. Murat Menteş, Melida Tüzünoğlu, Alper Canıgüz, Emrah Serbes, Cihat Taşcıoğlu, Bedia Ceylan Güzelce, Fatih Altınöz, Gökhan Özcan, İhsan Kaplan ve diğerleri…

YABANCI-SEVER TOPRAKLARIZ
Bildiğimiz kadarıyla yerli yazar transferlerine hazırlanıyorsunuz. Murat Menteş, Alper Canıgüz, Emrah Serbes vd. Neden onlar? Türkiye’de yazar transfer etmek zor mudur? Bu yazarlar çok nazlandı mı?

Neden onlar? Çünkü Türkiye’nin yeni nesil en önemli yazarları onlar. Biliyorsunuz ki Türkiye’de yaşayan insanlar kendi topraklarından olan insanlara hak ettiği değeri isteseler de bir türlü veremezler. Daha çok yabancı sever bizim topraklar. Size çok net söyleyebilirim ki bu yazarlarımız dünya çapında isimler. Ve elbette, bu kadar önemli yazarı bir yayıncı olarak ikna etmek zor. Kendilerinin ve yaptıklarının farkında olan insanlar. Tabii ki karşılarında da farkında olan insanlar görmek istiyorlar. 

Yayıncılığın kendi içinde şöyle bir çelişkisi yok mu ve siz bu çelişkiyi nasıl açmaya çalışıyorsunuz? Her ticari kuruluş, ki bir yayınevi son tahlilde ticaridir, kar elde etmek ister. Yani çok satan kitaplar basmak. Ama özelde edebiyatın genelde sanatın kriteri hiçbir zaman bu olmadı, olmayacak da. Zira çoksatmakla iyi edebiyat arasında müspet ya da menfi hiçbir ilişki yoktur. Bu durumda ne yapmak gerekir?

Hatırlamak gerekir ki Goethe de çok satan bir yazardı. Orhan Pamuk da, Murat Menteş de öyle. Tabii ki yayınevleri ticari kuruluşlar ve bağımsız bir şekilde ayakta kalmaları toplum açısından son derece önemli. Ancak biliyoruz ki biz işimizi her açıdan hakkını vererek yaparsak para da bir şekilde kazanılır. Tabii eğer özel uçağınız olmasını istiyorsanız yayıncılıktan daha karlı işler yapmalısınız.

Adınız April, insanlar bunu İngilizce okuyor. Neden böylesi zorlu bir isim seçtiniz?

April, batı dillerinde aynı anlama gelen bir sözcük. Baharın gelişini müjdeliyor. Anadolu’da halk dilinde de kullanılır. Bizim amacımız beş yıl içerisinde Amerika, İngiltere, Kanada ve Avustralya’dan başlayarak uluslararası bir yayınevi olmak. April adı bu amacı da müjdeliyor.

Edebiyatın olmadığı yerde insanlık yoktur

Türkiye’de nüfusla kıyaslandığında kısıtlı bir okur var. Bu kesin ama hiçbir şey de eskisi gibi değil. Bu değişim nereye doğru akar sizce?

Bizim toplum olarak binlerce yıllık gelenek ve alışkanlıktan gelen bir dezavantajımız var. Yazıdan çok söze dayalı bir kültürüz. Meddahlar, ozanlar, orta oyunu, aile büyükleri, mahalle abileri, padişahlar… Bu gerçeğin bilinciyle hareket etmek zorundayız. Sorum şu; hayatınızda okuduğunuz en iyi beş romanı okumamış olsaydınız, nasıl bir hayatınız olurdu? Yanıt; eksik. Biz çok umutluyuz. Ne kadar zaman alacak bilmiyoruz ama edebiyatın olmadığı yerde insanlıktan bahsedilemeyeceğini anlayacak bu topraklar. Anlayacak ki kitapla haşır neşir olmayan insan hoşgörüsüz, saygısız, bilgisiz olur, hayalgücü fakiri olur, manipülasyona açık, gelişime kapalı olur. Elbette bu farkındalık kendi kendine bir gecede gerçekleşecek bir mucize olamaz. Birliktelik bilincinden doğan bir bilinç birlikteliği gerekiyor.

Söyleşiyi Gerçekleştiren: Buket Aşçı – Vatan Kitap

Bu yazı 15 Mart 2012 tarihinde Vatan Kitap'ta yayımlanmıştır.

 

Yorum yapın