Ann Patchett: “Bugünün bizi geçmişe götürdüğüne inanıyorum. Zaman bir döngü içerisinde gerçekleşiyor sanki.”

Kasım 10, 2017

Ann Patchett: “Bugünün bizi geçmişe götürdüğüne inanıyorum. Zaman bir döngü içerisinde gerçekleşiyor sanki.”

Söyleşi: Abdullah Ezik

Ann Patchett, Türk okurun tanışacağı yeni bir yazar, fakat yazarlık serüveni çok daha geriye gidiyor. Amerika’da edebiyat çevrelerinde saygın bir yeri olan, daha öncce PEN/Faulkner Ödülü ve Orange Ödülü’nü kazanan yazarın her romanında kendine özgü anlayışını yansıttığı görülebiliyor. Aile, evlilik, ayrılık, çocukluk gibi birçok kavramın roman boyunca irdelendiği gözüküyor. Biz de Türkçeye çevrilen ilk romanı Hep Beraber üzerine Ann Patchett ile bir söyleşi gerçekleştirdik:

Fotoğraf: Melissa Ann Pinney

Hep Beraber, yasak bir öpücükle başlıyor. Bu öpücüğün büyüsü hissedilirken etkisi ve sürekliliği roman boyunca devam ediyor. Üstelik bu öpücüğün başlattığı olay birçok kişinin hayatını da kökten değiştiriyor. Tıpkı “Yahuda’nın öpücüğü” gibi. Bundan yola çıkarak “öpücüğün” bir değişimin başlangıcı olarak sizdeki niteliği nedir?

Öpücüğün kendisi oldukça zararsız, bir partide sarhoşken yapılmış düşüncesizce bir hareket, ama aslında önemli olan bu öpücüğün tetiklediği olaylar. Gerçek hayatta bir öpücüğün sadece öpüşen iki kişiyi ilgilendirdiğini düşünürüz ama ben bir öpücüğün pek çok insanın hayatını çok uzun bir zaman dilimi içinde nasıl değiştirdiğini göstermek istedim.

Roman, herkesin toplandığı gösterişli bir törenle başlıyor. Bunun bir vaftiz töreni olması ayrıca dikkate değer. Bu tören de “anlatının bakışı” olarak romanın devamı için herkesin boy gösterdiği bir sahneye dönüşüyor. Uzun bir anlatı için herkesin “gösterildiği” bu tür toplantıların/törenlerin bir yazar ve anlatı için karşılığı nedir?

Çok iyi bir soru! Parti geleneği temsil ediyor (söz konusu parti artık oldukça demode olan bir tören, bir vaftiz töreni) ve geleneklerle olan bağların kopmasını (insanlar gün ortasında bir vaftiz töreninde sarhoş oluyorlar ve sarhoş rahip seksi bir kızla dans ediyor). Bu sahnenin amacı her çeşit seviyede ilişkiyi göstermekti: anne, baba ve çocuk, karı koca, eski arkadaşlar, iş arkadaşları, yabancılar… Bu sahnenin amacı tımarhaneye benzer bir ortamı ve kargaşayı, mutluluğu ve kutlamayı, gerilimi ve sevginin farklı türlerini göstermekti. O an, her şeyin dolup taşarak patlama noktasına geldiği andı. Kitap Franny’nin terk ettiği benzer bir partiyle bitiyor.

Aile meselesi kitap boyunca birçok farklı biçimde gündeme geliyor. Sürekli olarak bir aile parçalanırken bir başkasının oluşumu bu kavramı devam ettiriyor. Aile kavramının karşılığı olarak bu süreci görmek mümkün. Her bitişin yeni bir oluşumla devam etmesi hakkında ne diyebiliriz? Bunu bir gereklilik olarak mı yoksa doğal ve insanın eğilimli olduğu bir süreç olarak mı değerlendirebiliriz?

Bence her bitiş yeni bir başlangıca vesile oluyor. Nasıl olmasın? Bir evliliğin parçalanışını veya yeni birine âşık olma sürecini anlatan o kadar çok roman var ki, ama ben yıllar boyu bu aileyle kalmak ve sonsuz bir döngü içinde her şeyin nasıl parçalanarak yeniden bir araya geldiğini göstermek istedim.

Roman boyunca karakterlerde şimdiden geriye doğru akan bir zaman dilimi söz konusu. Böylelikle yaşananların yaşanma biçimleri ortaya çıkıyor. Fix’in hukuk serüveni, Cal’in ölümü, Bert ve Beverly’nin evliliği gibi. Bu zamansal sıçramalarda zamanın şiddeti ve insanın değişimi üzerindeki etkisi de görülüyor. Zamanın bir edebi yapıttaki kullanımı konusunda yazar olarak ön plana çıkan değerleriniz nelerdir?

Bir yazar olarak zaman benim için inanılmaz derecede ilginç. Bu kavramla sürekli oynuyorum. Romanım Bel Canto zamanın kısa bir süre için durması hakkında: Bir rehin alma olayı söz konusu, sis çöküyor ve insanlar saatlerce rehin kalıyorlar. Artık kimse hangi gün olduğunu bilmiyor. Romanım Run 24 saat içinde geçiyor. Kitaptaki herkes her an saatin kaç olduğunu biliyor. Yazdığım kitapların çoğu birkaç aylık bir dönemde geçiyor; zamanı kullanma konusunda fazlasıyla kısıtlandığımı hissettiğimden hareket alanımı genişletmek ve daha uzun, sayfa sayısı değil ama geçtiği zaman açısından çok daha uzun bir zaman dilimini kapsayan bir kitap yazmak istedim.

Romanda özellikle Fix ekseninde ölüme yaklaşıldıkça anlatılacak şeylerin çoğaldığı ve kişinin kendini tutamadığı görülüyor. İnsanın anlatma isteğinin yaşlandıkça arttığını düşünebilir miyiz? Bu ölüme yaklaşmakla mı ilgilidir yoksa anlatılacak şeylerin çoğalmasıyla mı?

Franny babası öldükten sonra onun anlattığı hikâyeleri bir daha duyamayacağını gayet iyi biliyor ve bu kaybı babası hâlâ onunla beraberken hissedebiliyor. Teresa ölüm döşeğindeyken yaşadığı hayatı hatırlıyor. Son yaklaştıkça yaşadığın hayatı yeniden gözden geçirme isteğinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Hayatımda yapmam gereken her şeyi yaptım mı? Hayatımı yaşamak konusunda başarılı oldum mu?

Aile üyelerinin bir araya geldiği sayfalara bakıldığında ölüm, ayrılık, acı gibi başlıkların ön plana çıktığı görülüyor. Bu tür duyguların insanları bir araya toplayan bir niteliği var. Fix’in hastalığı, Terasa’nın ölümü gibi. Aile, ölüm ve bir araya gelme ilişkisi için ne düşünüyorsunuz?

Sanırım bunun cevabını bir önceki soruda vermiş olabilirim ama kesinlikle ölüm insanları bir araya getiriyor. İki kız kardeş, Franny ile Caroline, babalarına bakarken bir araya geliyorlar. Leo Posens’ın tüm eski kız arkadaşları cenazesine katılıyor.

Bazı bölümlerde özellikle anlatının başladığı yerin her şeyin bittiği yer olduğu gözüküyor. Bitimden başa dönüp tekrar ilerliyorsunuz. Bu tasarrufun hedefi nedir? Bunun dağılmadan tekrar toparlanmaya doğru bir oluşum olduğunu söyleyebilir miyiz?

Kitapta o kadar uzun bir zaman dilimi anlatılıyor ki bunu düz bir çizgi halinde anlatmam mümkün değildi. Eğer olayları düz bir biçimde, sırayla anlatsaydım çok zayıf kalacaktı (ya da çok daha uzun bir kitap olması gerekecekti), dolayısıyla bir olaydan diğerine atlamak bu sorunu çözmek için iyi bir yoldu. Ayrıca bugünün bizi geçmişe götürdüğüne inanıyorum. Zaman bir döngü içerisinde gerçekleşiyor sanki. İleriye doğru gittiğimiz sıklıkta geriye doğru da gidiyoruz.

Sarmal bir şekilde ailedeki herkesin iç içe geçen bir hikâyesi var. Hiçbiri birbirinden bağımsız değil. Karakterlerin bu örgüde işlevleri salt aile bağları olmaktan da çıkıyor. Ölüm, suçluluk duygusu ve gizemin çekiciliği işe karışıyor. Bu tür bir romanda karakterler arası ağlar oluşturulurken ilham verenin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

İlham kaynağım kesinlikle ailemdi. Hepimiz yetişkin insanlarız. Hepimiz birbirimizden bağımsızız ve hepimiz birbirimize bağlıyız. Hikâyelerimiz kesişiyor. Kardeşlerimin yanında, arkadaşlarımın ya da iş arkadaşlarımın yanında olduğumdan farklı bir insanım. Her zaman kız kardeşimin hafızamın yarısına sahip olduğunu düşünürüm. Ben ne olduğunu unuturum ve o hatırlar. Onsuz geçmişimin yarısı yitip gider.

Metin içinde bahsedilen metin örgüsünde Hep Beraber’in bizzat kendisinin göründüğü ve üzerinde durulduğu sayfalar özellikle ilgi çekici. Kendi eserinizi metnin içine yerleştirip ondan bahsederken tasarladığınız şeyler nelerdir acaba?

Başka birinin hikâyesini kullanmanın ne demek olduğunu etraflıca düşünmeye çalışıyordum; bir de bir hikâyenin asıl sahibinin kim olduğunu. Leo Posen’ın Hep Beraber isimli bir kitap yazması fikri hoşuma gitti, çünkü bu bir anlamda kitabın önemini artırıyor: Bu, sadece çocuklar ve boşanma hakkında bir kitap değil demek istiyorum. Bu muhteşem yazar  Leo Posen’ın yazmaya değer bulduğu bir hikâye.

Abdullah Ezik – edebiyathaber.net (10 Kasım 2017)

Yorum yapın