
Bazı cümleler, bir kitabın ya da filmin içinde saklanmış halde karşımıza çıkar ve bir anda düşünce biçimimizi, hatta hayat yolumuzu değiştirebilir. Yazarlık da böyle değil midir zaten? İçimize düşen küçük bir kıvılcımla başlar, sonra bizi adım adım geliştiren bir serüvene dönüşür.
Bu söyleşide, yazarların kendi ilham kaynaklarına, yazma alışkanlıklarına ve iç dünyalarına samimi sorularla dokunuyoruz. Her yanıt bir sahneye dönüşüyor, her sahne okura yeni bir kapı aralıyor.
Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabı “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” diye başlar. Sizin şimdiye kadar okuduğunuz kitaplar arasında hayatınızı değiştirmese bile etkilendiğiniz, okumasaydım çok şey kaybederdim diye düşündüğünüz bir kitap var mı?
Harry Potter serisi ile 99 depremi sonrası kendime içinde sadece kitapların olduğu ve bana kimsenin ilişemediği bir okuma evreninin kapısını açtım. O seri olmasaydı okuma açlığı ile Tolkien, Le Guin, Dostoyevski, Ömer Seyfettin, Stephen King, Agatha Christie, Samed Behrengi gibi sayısız yazarın kitaplarına dadanmazdım muhtemelen. O yüzden bir kez daha teşekkürler J.K. Rowling.
Yazmaya başlamanıza ya da yazı biçiminizi dönüştürmenize ilham olan bir film oldu mu? Olduysa hangi sahne sizi etkilemişti, bizimle paylaşır mısınız?
Filmlerden ziyade şarkılar tetikliyor yazma halimi. Böyle bir film yok.
Haruki Murakami, yazarlığın bedensel güç gerektirdiğini ve her gün koştuğunu ya da yüzdüğünü anlatır. Sizin düzenli bir spor alışkanlığınız var mı? Varsa bu fiziksel pratiğin yazma sürecinize etkisi nedir?
Yürümek odaklanmama yardımcı oluyor. Yazacağım şeye dair uzun saatler düşünmem gerekiyorsa saatlerce koşar adım yürürüm ve yürürken de yüksek sesle müzik dinlerim. Çevremde akan çeldiricilerden kafamı ayıklamam başka türlü pek mümkün olmuyor.
Virginia Woolf, “Para kazanın, kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın…” diyerek birçok kadına yazma cesareti verir. Bu sözden yola çıkarak, siz yazmaya yeni başlayan birine ne tavsiye ederdiniz? Bir yazarın en başta hangi gerçeğe ya da duruma hazırlıklı olması gerekir sizce?
Ailemiz tarafından fonlanmıyorsak 21. yy Türkiye’sinde yaşayabilmek için para kazanmamız, iyi bir hayat sürmek istiyorsak gerçekten çok çalışmamız gerekiyor. Bir kadınsak daha çok çalışmamız gerekiyor çünkü düzeni böyle kurmuşlar, oturup ilenecek vaktimiz de yok. “Bir yazarın en başta şu gerçeğe hazır olması gerek” gibi bir genelleme yaratmak hoşuma gitmez ama benim şartlarımda hayata atılan biriyseniz yazarlığın tek mesleğiniz olacağını ummak hüzünlü bir hayal olacaktır. Zaman içerisinde şans, yetenek ve azim gezegenleri hizalanır da siz bu üçgenin göbeğine atlayabilirseniz, evet o hayal gerçekleşir. Diğer yandan hayatı yaşamayan kişi hayatı yazamaz. Yazıyormuş gibi yapar, okuruz güleriz, izleriz güleriz, dinleriz güleriz; ciddiye alamayız. Kavganın içinde dans edebiliyorsak yazabiliriz. Yaşayın. Korkmadan yaşayın, ömür bitmeden hatalar yapın ve kararlar alın ve pişman olup başka kararlar alın. Tek tavsiyem bu.
İnsanlar genelde okudukları kitabın altını çize çize okur. Peki siz bir yazar olarak kendi yazdıklarınız arasında altını çizeceğiniz bir cümle seçseniz, hangisi olurdu? Neden?
Kendi yazdıklarının altını çizen bir yazar değilim. Avukat olarak dilekçelerinde bolca vurgu, alt çizgi, kalın harf, çok büyük puntolar kullanan biriyim çünkü okuyan kişinin yazdıklarımı tam olarak anlayabileceğinden emin olmam gerek. Hak savunuculuğu yaparken işimi şansa bırakmamam gerek, bu benim iyi bir avukat olma kriterim. Ama kurmacalarının ya da şiirlerinin altını çizip “bakınız burası pek önemli ve çok güzel” dediğimde yaptığım şey ne olacak? Sanat savunuculuğu mu? Bunu yaparsam sanatımı iyi icra etmemiş olurum bence. Altı çizilecek bir şey yazdıysam oku okurun bulması gerek. Bulmamışsa, yazamamışımdır.


















