Alper Kaya: “Siyasi polisiye, öcüleştirilmiş bir tür”

Haziran 27, 2023

Alper Kaya: “Siyasi polisiye, öcüleştirilmiş bir tür”

Söyleşi: Serkan Parlak

Alper Kaya ile Karakarga Yayınları etiketiyle geçtiğimiz aylarda okurla buluşan “50 Maddede Polisiye Edebiyat” adlı kitabı hakkında konuştuk.

Alper Bey, inceleme kitabınız “50 Maddede Polisiye Edebiyat” Karakarga Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Kurmaca ve kurmaca dışı türlerle ilişkiniz, yazı serüveniniz ve son inceleme kitabınızın ortaya çıkış sürecini anlatabilir misiniz?

Açıkçası, son kitabın ortaya çıkış süreci biraz hızlı gelişti. Yayınevinin “50 Maddede” serisi vardı, ben de aklımdaki projeyi sundum, ilgi çekici bulmuş olacaklar ki kabul buyurdular. Ardından yıllardır polisiye alanında hem ufak ufak kenara iliştirdiğim notlarımı hem de okuyup arşivlediğim makaleleri inceleyip alıcı gözle bir süzgeçten geçirerek, polisiye üzerine okumalar yapmayı seven ya da sevebilecek kişiler için akıcı olduğunu düşündüğüm bir anlatı ile bir araya getirdim. Ardından da Karakarga Yayınları hızlı bir şekilde yayın sürecini başlattı ve kitap okuyucularla buluştu.

Dolayısıyla, hem yazarı olduğum kurmaca türleri hem de okuyucusu olduğum kurmaca dışı türleri yakından takip etmeye çalıştığımı söyleyebilirim. Yazı serüvenim ise aslında oldukça uzun, yer yer de pek çok yazarın yaşadığı gibi umut kırıcı süreçlerle dolu. Yayınevlerinin verdiği ve tutmadığı sözler, bir umut imzalanan ancak çoğunlukla kâğıt üzerinde kalan sözleşmeler, sırf yazılan kelamlar biraz daha fazla okura ulaşsın diye heveskâr tavırlarla atılan adımlar… En nihayetinde nereden nasıl geçildiğinin çok bir önemi kalmıyor; “şu an” önemli.

Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da taslaklarınızı nasıl oluşturdunuz, çalışmaya başlarken ilham kaynaklarınız neler oldu?  

“50 Maddede Polisiye Edebiyat”, yüzü aşkın kaynakçaya sahip. Bunların içinde yüksek lisans ve doktora tezlerinden, yabancı web sitelerine ve hatta Türkiye’de gerçekleştirilmiş bazı konferanslara ve söyleşilere kadar oldukça geniş bir skala var.

Taslakları oluştururken, tıpkı bir film kurgusu gibi polisiye detayların birbirlerine eklemlenerek ilerleyeceği bir akış geliştirmeye çalıştım. En basitinden, örneğin ülkelerin polisiye edebiyat tarihlerinden bahsederken, polisiye türüne sansür uygulayan despot rejimler bakımından birbiriyle eşleşenlerini peş peşe koyarak okurun zihninde  bazı kıvılcımlar yaratmak istedim.

Sonrası da çorap söküğü gibi geldi doğrusu.

Elimizde polisiye edebiyat konusunda her anlamda nitelikli bir giriş kitabı, bir tür kılavuz kitap var. Yalın ve akıcı bir dille yazılmış, hem öğretici hem eğlenceli hem de yarattığı merak duygusuyla yeni okumalar için heveslendiriyor. Taslaklarınızı yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işledi, elli maddeyi nasıl belirlediniz ve sıraladınız?

Evet, doğrusu taslaklardan sonra kitabı yazarken bir maddede başka bir detay aklıma gelince onu da sürece dahil ettim. İlk etapta temel on beş madde ile yola çıktım. Polisiyenin kuralları, suç ve polisiye ilişkisi, altın çağ dönemi gibi okurların kitabı okurken temel polisiye bilgilerini pekiştireceği detayları başat faktör olarak gördüm. Sonrasında ülkeler özelinde ilerledim. En sonunda ise queer polisiyeler ve mahkeme polisiyeleri gibi polisiyenin farklı alanlara tezahürleriyle maddeleri neticelendirdim.

Alper Bey, kitabınızın bir taraftan da gelişmeye açık bir yapısı var, yeni basımlarda yapmayı planladığınız ekler ya da değişiklikler olacak mı?

Şahsen yok. Çünkü bu bir polisiye indeksi değil, alıp okuduktan sonra insanları biraz daha fazla polisiye okumaya ya da hiç okumadıysa bu kitaptan sonra polisiyeye ilk fırsatta başlamaya sevk etmesi benim için kafi.

Çok ciddi bir birikim olmasına karşılık Türkiye’de neden siyasi polisiye bu kadar az yazılıyor sizce? Öte yandan son dönem yerli polisiye romanlarda toplumsal meselelerin görünürlüğünün arttığını düşünüyorum, ne dersiniz?

Çünkü siyasi polisiye, öcüleştirilmiş bir tür. Dolayısıyla yola hiç çıkmamak, karanlıkta yürümeye yeğleniyor. En az elli yıl önce bitmiş olması gereken alelade “katil kim” polisiyelerine hâlâ büyük ilgi olması bu yüzden de bana çok acayip geliyor.

Son dönem yerli polisiyelerde ise toplumsal meseleler işleniyor evet ancak biraz da medyanın gündeme getirdiği meseleleri ele alma dürtüsüyle bu konular işleniyormuş gibi geliyor bana. Yoksa taciz mağduru seri katillerin intikam öykülerine dair ona yakın kitap bir yıl içerisinde nasıl çıkabilirdi?

Alper Bey futbol yazılarınızı -özellikle amatör ligler hakkında yazdıklarınızı-  uzun yıllar beğeniyle okuduk. Futbol-polisiye ilişkisi üzerine neler düşündüğünüzü soracağım. Bu alanda okurlara ne gibi okumalar önerirsiniz?

Çok teşekkürler, çok naziksiniz. Erkan Can’ın “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” filmindeki repliğinden kopya çekerek “Futbol fena hâlde polisiyeye benzer, polisiye de futbola” diye kolay bir cevap vermek geldi içimden. Futbol – polisiye alanında okurlara okuma önerisi kısmına gelecek olursam, Celil Oker’in “Kramponlu Ceset”ini ilk sıraya koyarım. Philip Kerr’in “Devre Arası” romanı da onu takip eder. Gülce Başer’in “Yanığı Bulmak” romanını da bu listeye eklerim. Bir de kendime bir torpil geçip, Evsizler Dünya Kupası’nı konu edinen sanıyorum ki tek polisiye roman olan “Tanrı Misafiri” isimli kitabımı bu listeye eklerim.

Özellikle polisiye roman ve öykü türlerinde çok sayıda yapıt ürettiniz. Türk ve Dünya edebiyatında başucu yazarlarınız kimler? Sizi çok etkileyen roman ya da öykü karakterleri var mı?

Peyami Safa’nın Cingöz Recai karakteri, Türk polisiyesinin en uzun soluklu serisinin ev sahibi olması sebebiyle ezelden beridir ilgimi çeken bir figürdür. Keza ‘okunabilir polisiye’ bağlamında herkesin ders alması gerektiğini düşündüğüm Celil Oker üstadımızın Remzi Ünal karakteri ve her macerada bu karakterin adım adım ilerliyor oluşu da bu topraklarda bulabileceğimiz ender vahalardan birisi. Yabancılardan, “50 Maddede Polisiye Edebiyat” kitabımda ‘karakter yaratım ustası’ olarak takdim ettiğim Lawrence Block’un kitaplarını özellikle polisiye karakterler üzerinde çalışmak isteyenler için kıymetli bulurum.

Ancak beni en çok etkileyen romanlar arasında Daniel Pennac’ın “Küçük Yazı Satıcısı” başta gelir.

Bir yanda robotlar, yüksek hızlı trenler, drone otomobiller, sürücüsüz araçlar, kuantum bilgisayarlar, gen editörleri, yapay organ üreticileri, veri dedektifleri gibi yeni meslekler… Öbür taraftan iklim krizi, salgınlar, savaşlar, göçler, ırkçılık, her geçen gün daha da artan temel eşitsizlikler… Kitaplar, dergiler, dijital mecralar, sosyal medya, filmler… Alper Bey son olarak yazarların, yayıncılığın ve okur kitlesinin geldiği son noktayı da göz önünde bulundurarak sizin hem dünya genelinde hem de Türkiye özelinde polisiye roman ve öykü türünün bugününü ve gelecekte neler olabileceğini değerlendirebilir misiniz?

Açıkçası burada biraz karamsar bir tablo çizmem icap ediyor: Hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüyorum.

Çünkü sadece yerel olarak değil global olarak ezelden beridir bir eşitsizlik vuku buluyor: Bir yanda yaşadığı çağın gerçeklerini olanca gücüyle bağırmaya çalışanlar; öte yanda tıpkı Altın Çağ polisiyelerinde olduğu gibi bir odanın içine tıkılmış, dışarıda işsizlik, açlık, sefalet kol gezerken (yani aslında asıl hikâye gözler önündeyken) bir sonraki öğününü yiyemeden hayatını yitirmiş (ve dünya için de çok büyük bir kayıp olmayan) Mister’ların, Mistress’ların dedektifleri elem ve kedere boğan kayıplarını işlemeyi tercih edenler var. Bu hep böyleydi, hep de böyle olmaya devam edecek. Ancak tarih, iki tarafı da yazar. Tarih taraf tutmasa da okurlar taraf tutar.

Önemli olan, sizin hangi tarafta yer almayı tercih ettiğiniz.

edebiyathaber.net (27 Haziran 2023)

Yorum yapın