Abdullah Bey’in ve dahi Neriman’ın Serencamı | Mustafa Oğuz

Eylül 12, 2025

Abdullah Bey’in ve dahi Neriman’ın Serencamı | Mustafa Oğuz

Merih Günay, Ankara’da çalışmalarını yürüten Kanguru Yayınları arasında çıkan Abdullah Bey adlı kitabı ile Sait Faik Abasıyanık Hikâye Ödülü 2024 kısa listesinde yer aldı. Kitapta yazarın biyografisine yer verilmemiş. Bu bir eksiklik. Ayrıca kitapta yer yer yanlış sözcük bölünmeleri var. Günümüzde birçok dizgi programı bunu çözmüş durumda. Kanguru Yayınları nasıl bir dizgi yaptı acaba?

1969 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Merih Günay, 2001 yılından beri edebiyat dünyasında aktif olarak yer almaya başlamış. Bu da enteresan bir durum. Edebiyatla ilgilenmeye neden 32 yaşında başladı acaba diye merak ettim doğrusu. Hayal, Aykırısanat, Kahvemolası, Alaz Edebiyat, Kül Öykü, Karakalem, Palimsest, Afrodisyas Sanat, Şehir, Forum Edebiyat, Onaltıkırkbeş, Sincan İstasyonu, Güney, Koridor ve Nif Sanat gibi ulusal birçok dergide öyküleri yayımlanmış. Öyküleri ve kitaplarıyla birçok ödüle layık görülmüş. Martıların Düğünü adlı kitabı İngilizce ve Almanca, Tatlı Çikolata adlı kitabı Farsça, Pabuçlarımın Yazarı, Gezinti ve HİÇ adlı kitapları Almanca yayınlanmış. Biyografisindeki bilgilerden hareketle yazarın edebiyat alanında önemli bir yol aldığını görüyoruz. Beş hikâyeye yer ver son kitabı da ülkemizde hikâye alanındaki en seçkin ödülde kısa listeye girmiş.

Abdullah Bey, genel olarak Neriman adında bir karakterin hikâyesinin anlatıldığı bir kitap.

“Bugüne değin (bu sabah 91. Doğum günüm olduğunu bildirdiler) elime kâğıt kalem alıp bir hikâye yazmışlığımı anımsamam. Lakin vakti zamanında (aklım bir karış havada iken) kadrini bilmeyip artık nihayeti zorladığı aşikâr bu son yıllarımda zihnimi oldukça (ıstıraplı bir şekilde) meşgul eden bu hikâyeyi yazmayı her nedense kötü bir kader gibi kaçınılmaz buluyorum.”

Kitaptaki ilk hikâye olan Konak bu cümleler ile başlıyor. Yazar, Neriman’ın ağzından yazdığı hikâyede onu çocukluğundan alıyor yaklaşık kırk yaşına kadar olan serencamını anlatıyor. Konak, İzdivaç, İstanbul, Neriman, Veda başlıklarını taşıyan hikâyeler, aslında tek bir hikâyeyi anlatıyor. Kronolojik şekilde Neriman’ı ve çocukken adım attığı konakta tanıştığı Abdullah Bey’i. Dolaylı olarak bir aşk hikâyesini de izliyoruz burada. Abdullah Bey’in Neriman’a olan karşılıksız aşkını… Bu hikâyeler bir nehir hikâye gibi alıp götürüyor bizi. Kolayca okunan, yalın bir şekilde anlatılan hikâyeyi bir Tanzimat Dönemi hikâyesi gibi okudum. Zaten olaylar da Tanzimat Edebiyatı yazarlarının roman ve hikâyelerinde anlattığı dönemlerde geçiyor. Yazarın da anlatımını, karakterlerini bu dönemi andırmak istercesine oluşturduğunu da söyleyebilirim.

Küçük Neriman, babasının ölümünden sonra annesi ile yalnız başına kalan bir kızcağızdır. Zamanla temizlik işleri için evlere giden annesi kızını da beraberinde götürür. Bu süreçte tanıştığı Münevver Hanım, Neriman’ı sever. Bir süre sonra annesi tarafından terk edilir Neriman. Münevver Hanım, onu Halide Hanım’ın konağına gönderir. Artık bir eski zaman Osmanlı konağında, mutfak işlerinde çalışarak yaşamaya başlar. Abdullah Bey de bu konakta Halide Hanım’ın kahyasıdır. Yazar, Neriman’ın çarşıya yıllar sonra genç bir kız olarak ilk çıkışında gördüğü bir sokak kabadayısı ile evlilik için konaktan ayrılışını, Sakarya’ya gidişini, oradan evliliğini bitirip İstanbul’a dönerken Beyoğlu’nda bar, pansiyon işleten Mari adında bir kadınla tanışmasını, orada onlarla çalışmasını, zamanla Mari’nin oğlu Rafael’in metresi olmasını, sonra Rafael’in nişanlısı tarafından yakalanıp rezil edilerek oradan kovulmasını, işsiz kalmasını anlatır.

Hikâyeler başlıklarla verilse de olay zinciri birbirine bağlı olarak gider. Ara ara farklı kaynaklarla konaktan haber alan Neriman, Münevver Hanım’a felç indiğini, Halide Hanım’ın öldüğünü, Abdullah Bey’in bir lokanta açtığını, onu batırdığını, sonrasında bir gazinoda şarkı söylemeye başladığını öğrenir. Aldığı her haberde Abdullah Bey’in kendisine olan özel ilgisini de öğrenir ve bundan rahatsız olur, içten içe ona kızar. İşte bu kızgın anlarından birinde pansiyona döndüğü gibi kendini Rafael’in kollarına atar, kendini ona teslim eder.

Mari’nin pansiyonundan kovulduğu gün yolda Fikriye ile karşılaşır. Fikriye, pansiyonun çarşaf, nevresim gibi malzemelerini yıkayıp getiren biridir. Ondan, kendisinden önce çalışan ve yerini aldığı Tomris’in serüvenini öğrenir. Tomris de Rafael’in metreslerinden biridir. O da kullanılıp atılmıştır. “Kocaya varmamış kızlarda ekseriya bir bedbahtlık olduğu söylenir ama erkek milletinin namussuzluğundan hiç bahsedilmez.” der bu noktada yazar. Ne yazık ki ülke gerçeklerinden biridir bu. Rafael’in nişanlısı, Rafael’e metres olan iki kadını yakalayıp kapı dışarı eder ama Rafael’e bir şey yapmaz. İlginç bir durumdur bu. 

Fikriye, yanında kalabileceğini söylemesine rağmen bunu kabul etmeyen Neriman, karakola gider. Karakolun yönlendirmesiyle kiracı olarak kalmak için Cavidan’ın evine gider. Cavidan da acılarla yoğrulmuş, kocası ölmüş yoksul bir kadındır. İnsanın, bir başka insanı nasıl sömürdüğünün dramını yaşamıştır bu aile. Hikâye içinde onların da kısa hikâyesini okuruz. Kurulacak küçük bir fabrika Cavidan’ın kocasına ustalığının karşısında ortaklık teklif eder. Ama daha sonra bu sözlerini tutmazlar. Bir gün evlerinde Cavidan onlara bu sözlerini hatırlatılınca “O bizim maaşla çalışan bir işçimizdir.”derler. “Kendisi fabrikada çalışan haftalık bir işçidir.” Bu söz, adamcağızın kalbine iner, kalp krizinden oracıkta gider.

Hikâyenin sonunda Neriman, kendisine bir iş aramaya başlar. Sokağa düşme aşamasına gelmiş yoksul insanların, dilencilerin kaldığı ucuz bir otelde kâtip olarak bir iş bulur. Abdullah Bey de o otelin müşterilerinden biridir. İkisi karşılaşırlar. Çok soğuk bir akşamda titreye titreye gelir otele Abdullah Bey. Çok kötü durumdadır. Neriman, para bile istemeden ona bir oda anahtarı verir. Birbirlerini tanımazdan gelirler. Neriman, henüz o akşam çalışmaya başladığı bu işi bırakır gider, hikâye de burada sona erer. Bu noktada Neriman’ın 91 yaşına kadar olan yaşamında başka neler yaşadığını da merak etmiyor değilim. Belki de yazar bu süreyi anlatmak için başka bir kitap yazacaktır.

Yazar, kitabın sonlarına doğru bir yerde, “Trajediler bizim başımıza gelmez sanırız. Babalarımızın işi batmaz. Annelerimiz caddeden karşıya geçerken bir kamyonun altında kalıp ezilmez. Çocuklarımız başka hesaplaşmaların kurşunlarına hedef olmaz. Bombalar bizden çok uzaklarda patlar. Savaşlar hep başka yerlerde olur. Diğerleri ölür… Onların acılarını biz ancak radyo haberlerinden dinleriz.” (sayfa 74) diyor. Neriman’ın hikâyesi, işte tam da burada belirtilenlerin başına gelmesiyle sürüp gidiyor. Önce babasız, sonra anasız kalan yalnız bir kızın trajedileri. Neriman çok saf, gördüklerinin peşine takılıp giden, kullanılıp atılan, kötülük düşünmeyen, her şeye iyi olacak gözüyle bakan içi dışı temiz biridir. Bu saflığı ile uzun zaman yaşadığı konaktan biraz hava almak için alış verişe çıkınca karşılaştığı kabadayı tipli birini görünce ona hemen vurulur. “Bu benim kaderim” sözleri dökülür ağzından. Aşkla tanıştığını sandığı o günlerde “… aşkın ne olduğunu ve uğrunda insana neler yaptırabileceğini anlayıp annemi affetmiştim.” der.

Neriman’ın saflığını Eyüp ile aralarında geçen şu konuşmalarda anlıyoruz:

“Beni sevmediğinize ihtimal vermem. Yarın sabah 10’da yine burada olun. Trenle Adapazarı’na gidip orada nikahlanalım.”

“Pek emin konuştunuz. Geleceğimi nereden anladınız.”

“Evvela bakışınızdan. Sonra sesinizin titrekliğinden. Son olarak da vücudunuzun hareketinden. Neredeyse kollarıma atılacaksınız.” (s. 30)

Bu konuşmalardan sonra kendisini uyaran Perihan Kalfa’ya “Ablacığım ben vurgun yedim. Büyük hanımı, Abdullah Bey’i düşünecek hâlim mi var…” var diyerek duygularını ifade eder. Sonraki gün olanları ise şu cümlelerden okuruz: “Ezandan önce bir ara uykuya dalıp rüyada görmüştüm. Eyüp kollarını iki yana iyice açmış beni çağırıyordu. Ben de kollarımı açarak kısa adımlarla ona doğru koşup beline sarılıyordum. Başımı göğsünde yatırıyordu.. Öyle olmadı. Dirseğini uzattı. Koluna girdim. Caddede bir otomobil durdurdu. İstasyona gittik. Başını cama dayayıp tren Adapazarı’na varıncaya kadar derin uyudu…”

Bir Yeşilçam romantizminde ilerleyen bu olayın bir film olduğunu düşünün. İzleyici oturduğu yerden Neriman’a şunu söyleyecektir: “Sen salak mısın kızım, adam uyurken in o trenden…”

Adapazarı’na varırlar, nikahlanırlar, bir işim var diye gerdek odasından çıkıp gider Eyüp. Neriman sabah uyandığında onu yatağında kıyafetleriyle yatarken görür.. Eyüp, aylak, işsiz, sarhoş biridir. Bir gün evden çıkmayan, aradan geçen onca zamanda kendisine el sürmeyen kocasına evden çıkmama nedenini sorar. “Param yok” diyen kocasına konaktan kendisine verilen bütün parasını verir. İstanbul’a gelir ama ona geri dönmesini salık verirler. Döner, kendisinin kayın validesinin “Kısır belli ki. Çocuk sağlamını bulurdu. Gönlünü eğlediği yeter. Baba olursa belki uslanır.” sözlerini duyar. Eyüp’ten kendisini boşamasını ister, boşanır, Adapazarı’ndan ayrılır.

Yazar, burada toplumun erkeklere bakışındaki çarpıklığa da dikkat çekiyor. Kadının erkek için bir gönül eğlencesi olarak görülmesine… Hem de bir kadın, anne ağzından söyletiyor bunu. Karısına el sürmeyen oğluna hiç toz kondurmazken kadını kısırlıkla itham edebiliyor. Bu tür dramı yaşayan sayısız kadın yok mudur ülkemizde…

İzdivacını sonra erdiren Neriman bir başka karanlık noktaya, Adapazarı’ndan dönerken trende tanıştığı Mari ile sürüklenir. Onca şeyi yaşadıktan sonra “Çok sonraları idrak ettim ki beni kimse Abdullah Bey kadar düşünmedi, sevmedi.” (İzdivaç, s 28) diyerek gerçeklerin farkına vardığını dile getirir ama her şey için çok geçtir.

Abdullah Bey’in bir zamanlar Neriman’a söylediği “Her şey insan içindir. Yarın kime ne olacağı hiç belli olmaz.” sözünün hikâyesidir kitaptaki beş hikâyede anlatılanlar.

Merih Günay, Abdullah Bey adındaki kitabı ile insanın yarını her zaman bilinmezliklerle ve sürprizlerle doludur gerçeğini hikâyeleştiriyor. Tesadüflerle, acılarla, yıkımlarla insan gerçeğini altını çize çize. Abdullah Bey’de anlatılanlar, bir dönemin, o dönemin zihniyetinin hikâyesi. O dönemdeki yaşam biçimleri, hayat algıları, insan gerçekleri… O dönemi bu özellikleriyle resmetmeye çalışmış ve bence bunu da başarmış. Neriman’ın duygu ve düşünce dünyasını, sevgilerini, öfkelerini, kendisi ile çatışmalarını hikâyelerine yansıtmış.

Kolayca okunup biten, okunduktan sonra bir edebi tat veren sevimli, küçük hacimli bir kitap Abdullah Bey. Bu özelliği de Tanzimat eserlerinden Karabibik’i hatırlattı. Kalemine ve yüreğine sağlık Merih Günay. Senden daha nice hikâye okumayı diliyoruz.

Yorum yapın