Öğretilemeyen Şeyler: DURMAK | Pelin Özer

Aralık 12, 2025

Öğretilemeyen Şeyler: DURMAK | Pelin Özer

I.

İlerlemenin, hareketin, enerjinin, aktif-dinamik hallerin, hızın, yer değiştirmelerin el üstünde tutulduğu bir çağda yine bildiğim tempoda yaşayıp gider, hayata uyum sağlamaya çalışırken sistemde apansız bir farklılık duyumsadım. Devinim kataloğunda hiç beklemediğim bir seğirme hasıl oldu; ahenk sürçmesi. Hesabı tutulamayanların, verilemeyenlerin nedense uzağında olmamız gerekirmiş gibi bir yanılsama içinde hep ileriye doğru ve artan bir hızda yol almaya programlandığımızın keskin biçimde hatırlatılması. Aksini düşünenlerin çemberin dışına sürülmesi. İşleyen demirin sonsuzca ışıldayacağına itiraz etme cüreti gösterenlerin infazının paslanma programına alınmak olması. En beteri de bütün bunların bilinçlerde soruşturmaya uğramadan kayıtsız şartsız kabullenilmesi.

Zamana karşı zafer kazanmışların mağrur ifadesiyle kendimden memnun; çarkın giderek hızlanan döngüsünde; esrikliğe esrikçe meydan okuyarak savrulup gitmekten pek de şikâyetçi değildim doğrusu. İşlerimi sıraya sokmuş, pek çoklarının aksine keyifle çalışan azınlığın o haz dolu yorgunluğuna tırmanırken sadece bir ufacık siesta koparma peşindeydim. Her şey böyle başladı.

II.

DURMAK üzerine tefekküre daldığımda —daha doğrusu cebren ve hile ile tefekküre yöneltilen bir ben ile karşılaştığımda— hayrete kapılmamdan daha doğal ne olabilir. Onca işin-işleyişin ortasında apansız, DURMAK zorunda kalmıştım ve elimde değil; tam o sırada, ne tepki vereceğimi bilemez halde durup dururken kaçmakta olan trenleri hesaplamaya başladım. Dört bir yöne seğirten ne çok arzu müsveddesi. Üstelik yakın gelecekte tamamlanmamış tasarıların kapımın önüne yığılarak benden hesap soracağı kesindi. Kolay mıydı; nasıl bırakacaktım kendimi rehavetin tatlı salıncağına.

Sonra her şeyin sustuğu bir an geldi. Buzdolabının vızıltısı, damlatan musluk, sivrisinek, vapur düdüğü…… Her ne kadar zihnim-bedenim, derinliği de debisi de birbirinden farklı pek çok nehrin yatağı olsa da kendimi bomboş bir yaylada yeryüzünün nabzına uyumla nefes alıp verirken buluverdim. Hiçbir yöntemin beni ulaştıramayacağı vahadaydım. Orada ne yön vardı ne döngüler ne herhangibir hatırlatıcı, alarm, not, uyarı. Bütün yön işaretlerinin imha edildiği düzlükte dezoryantasyonun sadece olumlu anlamlarıyla vaftiz edilmiştim. Hacimden de görünümden de azadeydim; ne güzel. Görünmezlik kostümüne büründürülmüştüm. Görünmez eller tarafından. Potluk oluşması mümkün değildi. Bir paranteze yerleştirilmiştim adeta. Varlığımın üzerindeki tüm vurgular silinmişti. Aksansız harflerden biri gibi salıverilmiş olmalıyım bütün bağlamlardan. Vurgudan soyunmuşum. Dünyanın benden tahliyesini izliyordum.

III.

Bir süre geçtikten sonra DURMAnın zevkine vardım. Yanımı yöremi yoklamayı bıraktığımda sonsuzun dalgalanışına uyandım. Bilincin silkinişi. Manyetik bir açılıp kapanma. Kişinin kendinin çok ötesindeki —hem de içinde, çeperinde, yöresinde, herbir hücresindeki— yenilenmeye, yeniliğine uyanması.

Bıraktım zihnimin iplerini; kalbimin ahenkli tiktaklarına, bedenimin dehlizlerindeki gizli saklı işleyişe kulak verdim. Yepyeni bir düzlem. Orada ne telaş vardı ne de peşpeşe dizilip duran işler güçler. Koldan bacaktan tutup çekiştirenler; sizi kâtibe belleyip ipe talep dizenler, dünya işi kılığında rüyalara musallat olanlar; hepsi çoktan tasfiye edilmiş. Zorunluluktan, sorumluluktan eser kalmamış. Sadece halka halka titreşen bir göl yüzeyi ile gündoğumunda adı bilinmeyen kuşların ötüşü belki. Hepsi bu. Uyum sağlamakta zorlanmadığım o gönülçelen mavi boşluk.

Demek öyle diye geçirdim içimden: Bir kez daha akıntıya karşı kürek çekme daveti. DURMAK buyuruluyor madem…… Peki. Gereği yapılacağı gibi hakkı da verilecek bu boşluk yaşantısının. Kaslara beklenmedik zamanda orantısız bir yüklenme. Kendimizden fazlasıyız hatırlatması. Bazı kaskatı cümlelerin esnemeye başladığını göreceksin diyor cüssesiz bir çokbilmiş. Görmenin kendini imha ettiği bir sergi salonundasın diyor bir başkası. Hepsine eyvallah.

DURMAnın ortayerinde hızla kendilerini yeniden kuran denklemleri, altüst olan kurguyu, açısı kayan duygulanımları, yer değiştiren notaları fark etmem zaman almadı. Sözcükler de silinmişti. Sadece birkaç ayrıcalıklı kalmış. Tekrar ettim onları içimden, sessizce. DURMAnın sessizliğinde yankılanabildiklerinin idraki. Ne büyük zenginlik. Yanardöner sözcüklerin içinden geçiyordum. Beni hayal ettiklerinden kuşkum yoktu. Boşlukta sözcüğe dönüşen bedenlerin görüsüyle onların dansına bıraktım kendimi. DURMAnın devingen doğasıyla böyle karşılaşmış olmalıyım. O zaman idrak etim önceden DURMAyı hep olumsuz yanlarıyla ağırlama eğiliminde olduğumu. Tüh dedim içten geçip gidişlerine.

IV.

Her an değişen ne çok ben. DURMA’dan firar etmek mümkün mü? Onun kendi zamanlaması var. İtaat bile sözkonusu değil; elinde bir kurgu nesnesi olduğunu varsayabilirsen epeyce yükten kurtulursun. Yazdıkça, okudukça DURMA döngüsündeki gizli öznesin. Beden içre sürekli yer değiştiren o zıpırlar yazdırıyor olmasın okudukça her seferinde sana bile afallatıcı gelenleri.

Bir tanesi dursun o zaman benimle birlikte şu köşede dememle birlikte şakaklarıma yakın bir yerde zonklama başladı. Yeni bir buyruk olmalı. Kukla mıyım ben diye esip gürleyecektim ki tam omzumda bir el duyumsadım. Yukarı doğru çekiştiriyor. Bir harfe aksan olmaya uygun açı yaratıyor. Hemen akabinde yanıp sönen ışıklar; birkaç tabela ve trafik uğultusu. Anladım ki dünya gürültüsü doluyor pencerelerden içeri. Göl kendini rulo yapıp kolumun altına sokmuş; kuşlar derin uykuda, mavi boşlukta yıldızdan çok anten. Kollarımda başlıyor ilk devinim. Sonra ayaklarım. Derken yürüyen-danseden-yüzen hallerim canlanıyor bir bir. Seğirmelerin atalet içindekini kan seyrine uyandırması. Bedenin dalgalanışındaki bereket. Kanın akış ritmine tempo tutan uzuvlar. Derinleşen çizgileriyle yepyeni bir kitap yaz(lı)ıyor ya beden(l)e; biliyorum artık, onda DURMAnın maharetli ve bir o kadar saklı eli var.

Yorum yapın