Öğretilemeyen Şeyler: “Hem Okudum Hem de Yazdım” | Pelin Özer

Şubat 7, 2025

Öğretilemeyen Şeyler: “Hem Okudum Hem de Yazdım” | Pelin Özer

“ (…) yanıtları hiç beklemeden okuyuşun saklı kudretine yanaşıyorum. Biliyorum, orada kalmayacağım; sıyrılıp deftere yöneldiğimde yine kervanlar akacak içimden. Kimim şimdi ben? Okuyor muydum yoksa heceleri yürüyüşe mi çıkarmıştım.”

Pelin Özer

I.

Bir süredir bazı açılardan okumanın yazmaktan pek de farklı olmadığına dair o keskin duyuş zihnimde iyiden iyiye yayılıyor. “Hem okudum hem de yazdım” dizesinin bende sıklıkla tekrar eden ve her seferinde kamaştıran; bir o kadar esin verip harekete geçiren etkisinden değil sadece. Yazan kişinin başta kendinin iyi okuru olması gerektiğine dair hissimden de kaynaklanıyor bu.

Tabii bir yandan şöyle bir düşünce sık sık yokluyor: Okur kendini hiç edilgin konumda sanıp aldanmasın. Bilakis, kendine bile çaktırmadan ağır işçidir o. Ama zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, keyifle çalışan ağır işçilerden.

Kolay mı, temas ettiği her sözcüğü yeniden anlamlandırıp zihnindeki-kalbindeki kitabı hep yeniden kurgular. Bununla kalsa yine iyi, ötesi var: Okuduğu sözcükleri bilincinde özenle kendi gerçekliğine, hayal evrenine, duyumsal düzlemine, anlık çılgınlıklarına, yanardöner algılarına, elini kolunu bağlayan zaaflarına vb. çevirir. Azımsanacak mesai mi diye sormaya bile gerek yok sanki.

Sonuçta elindeki kitabın yazarına doğrudan, gözlerini kaçırmadan uzun uzun bakan; söyleyip yazdıkları kadar susup dile dökmediklerine de kulak kesilen kişi bizzat aynı okur. Her ne kadar o sırada —kimbilir belki de— yazarın kendisini duyumsadığına dair şüpheye kapılsa da ya da onu gözünde büyütüp büyütüp ulaşılmaz yerlere oturtarak yapay bir mesafe yaratsa da okuma eylemini yazmak kadar ciddiye alan kişi içten içe farkındadır: Yazarla aralarındaki o dolaysız aktarım, biricik kanal çoktan açıldı ve ilişkileri doğası gereği ilerlemeye meylediyor. Bununla kalmayacaktır hem; bir yandan bilincine varılsın varılmasın kuluçkaya yatan yepyeni yaratımlar…….. Sürüp gidiyor……..

Bildiğimiz gibi ırmaklarda akış hep ötelere ve bilinmeze doğrudur. Kim geriye sarabilmiş suların atılganlığını. Kim eline adres tutuşturabilmiş. Mümkün değil. Akışa set çekilemez. Doğaya buyruk işlemez.

II.

Kitaplara ya da çılgınlar gibi okuyup-yazmalara methiyeler düzeceğim sanılmasın. Bilakis niceliklere, rütbelere, rekorlara, itibara, çoksatmalara, görünür olmalara pek yüz vermeyeceğim. Övgüm daha ziyade yakınlıklara, dolaysız hallere ve bir o kadar da yeniliğe, gözüpekliğe, cesarete, yoğunluğa, yaratıcılığa, içtenliğe, kendiliğindenliğe, paylaşımcı ve taşkın doğalara, esirgemeyene ve daha ne çok şeye gayriihtiyari yönelecek.

Yakınlıktan söz açılınca bir yandan şu soru gelip kurcalıyor zihnimi: Yakınlık kurmak daha zor değil mi bir kitabı öylesine okumaya koyulmaktan. Lafın gelişi, formalite icabı bir yakınlıktan söz etmiyorum; gerçek-dönüştürücü-etki bırakan-etkisi işleyen-yaratıcı alanı genişleten bir ilişki biçimi önemsediğim. Paylaşma arzusu yaratımın komşularından. Benim asıl vurgun olduğum, yazar ile okur arasında bir anda kurulup gelişen, aracısı sadece kitap olan; başka duyuşların-fikirlerin sarsamadığı özel ilişki, o koyu muhabbet. Dış dünyadan yalıtılmış bakışmanın en saf hallerinden. Beklentilerin ötesinde hazineler saklı orada.

İster kitaplı ister kitapsız; yakınlığın kendisi bir sanatsal form. O halde bazı yazar ve okurların kitap üzerinden dolaysızca gerçekleşen son derece sıradışı karşılaşmalarına dikkat çekmek elzem. Öylesine akıl almaz diyaloglar kurulur ki orada; keşke yazılsa ve okusak dedirtir. Kime? Benim gibilere. Peki kim yazacak?: Tabii ki kanla-canla okurken kitabı hep yeniden vareden biricik okur. Peki ama ya aynı zamanda yazan persona? O nasıl bir tavır alacak yazmaz da sadece okursa? “Hem okuyup hem de yazan” persona’ların(ın) çoğulluğuna çoktan uyanmıştır o. Nasıl davranacağını gayet iyi bilir. Ve rol kesme ihtiyacı duymadığından her birine hakkını verecektir. Yazar personasını üstünden tereddütsüzce çıkarabilmesi sayesinde okurken son derece rahattır. Bir o kadar hafif. Algı-duyuş panayırında yeri daima ayrılmıştır.

III.

Şimdi gözlerimi kapadım ve o biricik okuru karşımda netlikle görüyorum: Sessiz ve durağan yansıyan okuyuşunda yazarla paylaştığı hayatlara, oradan gelişip boyverenlere açılan bir kapı olsaydı…….. Okuyanın ve yazanın kendisini bile şaşırtacak ne meseller çıkacaktı oradan.

Tasarlanmamış, kendiliğinden, uyumla; kimi zaman da dalgalandırıp bulandırarak akıp giden sözlerin içeriği de ritmi de algıyı coşturur. Yeter ki kayıtsızlık zırhını kuşanmamış olsun. Kim?: Hem okur hem yazar.

Etkin okumalarda zihni-kalbi ayaklandıran ya da sükûnetle apansız idrak’e sevkeden düşünceler-duygular-sezgiler özenle kayda geçirilse iyi bir kitaba can vermez mi? Dönüp dönüp okuduğumuz başucu kitaplarımızın hemen yanına yaraşmaz mıydı hayat bulsa? Böyle sorular soruyorum.  Sonra yanıtları hiç beklemeden okuyuşun saklı kudretine yanaşıyorum. Biliyorum, orada kalmayacağım; sıyrılıp deftere yöneldiğimde yine kervanlar akacak içimden. Kimim şimdi ben? Okuyor muydum yoksa heceleri yürüyüşe mi çıkarmıştım. Zarafetle onların geçişini durdurup aktarımlarını sessize alan kişi ben olabilir miyim.

Yazmaya koyuldu. Eğdim başımı. Silindi. Bir süre sadece kendi yazdıkları(m-n)ın okuru olmayı seçti(m).

edebiyathaber.net (7 Şubat 2025)

Yorum yapın