
Rengi şimdiden solmuş. Yüzündeki eski ışık yok. Soluk, sarı. Dün sabah bile böyle değildi. Bir anda. Nasıl olur? Nasıl değişir insan? Bu kadar hızlı. Moralini hep yüksek tutmalısın. Hep, dedim. Kolları kucağında. Öyle yürüyoruz. Doktorun ne dediğini duydun. Başını istemsizce salladı. Yanımızdan köpekler geçiyor. Havlamadan, peşi sıra. Sokuldu bana Sena, yavaşça. Neşesi kalmamış, eskisi gibi değil. Donuk. Üstelik kamburlaşmış sanki. Ağır, istemsiz adımlar. Gözleri yerde. Bak, dedim. Sokağın ortasında yavru bir hasta kedi. Kuru gözleri çapaklı. İnce kuyruğu dökülmüş. Saklandı şuraya. Oralı olmadı Sena. Bir yerlerde düşüncelerini arar gibi.
Bağların dibinde yürüyoruz. Yolun ortasında. Hiç araba geçmiyor. Toz. Topraklı yol. Dar.
Nereye böyle? diye bağırdı aniden komşulardan biri. Bahçede kısa bir kadın. Şişman. Geziyoruz. Hava alıyoruz. Kapıya iyice yanaştı. Allah şifa versin. Akşam havası iyidir. Bir elinde kevgir. Nasılsın kızım? Sena, kapıya yanaşmadı. Kısık bir sesle. Şükür, dedi. Zor duyuldu. Baştan aşağı süzdü kadın. Kızartma yapıyorum ben de. Dönüşte alın. Kokusu duyuluyordu. Köşede ateş. Kara bir tava. Cızırtı. Tepede sarı ışık.
Teşekkür edip uzaklaştık.
İncir ağacı. Şurada dökük incirler. Yürüyoruz yapış yapış. Cıvık. Kaygan. Kokulu.
Ayağı burkuldu. Dün akşam da burkulmuştu. Dikkat et, dedim. Yüzündeki donukluk yerini acıya bırakmıştı.
Havuzu, denizi düşün, evlendiğimiz ilk günü, çocuğumuzu. Kollarını sıktı kucağında. Ağrın var mı? Ses etmedi. Sarı elbisesi içinde sıskalaşmamış. Belki de henüz. Yel esiyor. Saçlarında, elbisesinin bol kısımlarında dalgalar… Hatırlıyor musun? Biz üniversitedeyken… Ağırca bakışlarını çevirdi bana. Yiyecek getirmiştin evden… Kavanoz kırılmıştı. Konserve. Menemen. Her yer menemen… nasıl gülmüştük. Sen, babam, annem. Önüne döndü. Hatırlamıyordu sanki. Aslında hatırlıyor bence ama tepkisiz. Gülmeyi, sevinmeyi unutmak ister gibi. Neşeli günlerinden kalan tek bir emare yok. Doktorun söylediklerini unutmuyorum hiç, dedi.
Güzel şeyler düşün. Duydun doktorun ne dediğini.
Sade nem. Boğucu. Saçlarının, elbisesinin dalgası dinmiş.
Belki de doktor yanlış biliyordur, dedi. İçimden bir sızı geçti. Değil mi? Neşesi tetikte bekliyor. Bir duvarın arkasında sanki. Evet öyle, yanlış desem, çıkacak ortaya neşesi. Ama öyle olsa diğer doktor ilaç yazmazdı değil mi? Diye ekleyince…
Şuraya oturalım az, dedi. Köhne bir bağ evi. Duvarları çatlak. Dibine oturduk. Yağmurun, güneşin yediği beton sıcak kusuyor. Yoruldum, diye ekledi. Çok yoruldum.
Gıdıklamak istedim. Kesin bir dille, yapma, dedi. Sakın. Ciddi. Biraz gülsene kızım. Eline bir ince dal aldı. Soyuyor, kırıyordu. Ufak ufak. Cızırdayan, titrek sokak lambasının etrafında çeşitli sinekler, böcekler. Dönüp duruyorlar. Amaaan, dedi bir anda. Öyle veya böyle… geçmeyecek mi, bitmeyecek mi bu hayat? Bana bakmadan konuşuyordu. Dolan gözlerini görmemi istemiyordu kesin. Moralini yüksek tut diyoruz. Yüksek. Ne diyorsun sen. Sustu. Uzun bir suskunluk. Bir kelime daha etse ağlayacak. Biliyorum. Yutkunuyor. Yüzüne ateş basmıştı. Nihayetinde çekti burnunu. Sulu.
Kalk, hadi kalk. Yürüyelim, dedim.
Geri dönüyoruz. Sokak lambasının dibinden geçince kafasına bir güve düştü. Siyah saçlarında. Kanat çırpıyor öylece. Ancak havalanamıyor. O farkında değil. Korkutmak da istemedim.
Gözlerini siliyor. Burnunu. Yüz yıl düşünsem aklıma gelmezdi, dedi. Derin bir iç geçirdi. Elindeki dal tükendi. Nar ağacından koparmaya çalıştı, olmadı. Zeytin ağacından kopardı sonra bir dal. Tırnaklıyor. Uzun tırnaklar. Orada yaşlı insanlar vardı hep, gördün mü? Kadın da bana soruyor neyin var diye. Bir şey demedim. Beni görünce sevindi sanki, anlamadım. Sinirim bozuldu. Tek genç bendim aralarında ya. Gözleri doldu yine.
Bir dahakine kontrole gidince seni bowlinge götüreyim, dedim. Bir an düşündü. Her şeyi unutmuş gibi gülümsedi. Olur, dedi. Ama bilmiyorum ben. Gülüştük. Öğretirim, dedim. Ya parmaklarım sıkışırsa? Gülüştük. Sıkışmaz, dedim. Televizyonda görmüştüm ama, dedi.
Kasaba iyice sessizleşmişti. Karga çığlıkları yalnızca. Tek tük.
Yatırırlar mı sence? Az önceki kedi otların arasında. Duymazdan geldim. Bak, görüyor musun kediyi? Yakalamak istedi. Olmadı. Tekir bir kedi. Şuradaki mermer kırıklarının arasında kayboldu. Çok ürkütücüydü orası. Soğuk. Zayıftı herkes. Tek genç bendim ya. Her yer incir. Dikkat et basma, dedim. Hatırlıyor musun, küçükken görebildiğin tüm yıldızları sayardın? Çubuğu soyarak evet, dedi. Üzgün. Hiçbir dileğim tutmadı ama. İç geçirdi. Oradaki koku mide bulandırıcıydı. Yatırırlar mı sence beni?
Belli olmaz, dedim. Çaresizce. Korkma.
Kızartma yapan teyze bekliyordu kapının önünde. Siluetinin gölgesi ardına düşmüş. Elinde bir tabak. Kocası rakı masası kuruyordu. Bir yüzlük, belli. Oğlu, gelini de orada. Selamladılar. Tatlı bir telaş. Sizi bekliyordum ben de, dedi. Güldü. Göbeği oynuyordu. Zahmet ettiğini söyledik. Sena’nın eline tutuşturdu tabağı. Mis gibi kokuyor. Biber, patlıcan, patates. Yürümüyor Sena. Şuradaki neşeli geline bakıyor. Baktı. Baktı…
Hadi gidelim, dedim.
Atıştırarak yürüdük. Tuzluydu biraz. Dumanlı bir tat.
Farkında değildi Sena. Hissetmiyordu belli ki. Korkutmak istemedim ben de.
Eve yaklaştığımız her adımda kafasında güveler birikiyordu.
















