Öykü: Handan | Mustafa Oğuz

Nisan 26, 2025

Öykü: Handan | Mustafa Oğuz

Ben hiç Handan görmedim. Bu yüzden olsa gerek hanedanlıkla da ilgim yok. Soframda hiç havyar da bulunmadı. Bardağıma şarap doldurmadım asla. Nasıl tüketirim diye dertlendiğim param da olmadı. Ekmeği ve suyu en ucuz alabileceğim yerleri araştırmak için çok dolaştım. Marketlere girip girip çıktım. Ekmek alma acemisiyim ben. Çocukluğumda hiç ekmek almaya gönderilmediğimdendir. Evimizde yapılan ekmekleri yerdik biz. Sabahları sıcak bazlama, sıkma, börek… Akşamları yufka ekmek…

Bizim oralarda hiç Handan yoktu. Bu yüzden görmedim. Elif vardı, Durdu vardı, Fatma vardı ama Handan yoktu. Neden bir Handan gelmedi acaba bizim oralara? Bu kadar mı yok yoksulduk? Oysa denizimiz vardı, deniz kenarında yaşardık. Bir defa deniz kenarına gidip gün batımı seyretmezdik oysa. Deniz gören evlerin önüne kauçuk ağaçları diker, evlerimizi deniz görmez hâle getirirdik.

Deniz nemizdi ki bizim? Tıpkı Handan gibi. Keçileri denize götürüp sulayamazdık. Susuz evlerimize denizden su alıp gelemezdik. Tuzluydu denizin suyu, keskin tuzluydu hatta. Yüzerken boğazımıza kaçarsa çok fena olurduk, boğulma tehlikesi geçirir, kendimizi sahile atardık güç bela.

Sahil iyiydi. Deniz boncukları olurdu, toplar satardık onları. Handan yoktu hiç. Handan olsaydı deniz boncuklarını ona götürürdük, sever alırdı onları. Para verirdi bize. Biz de eve ekmek, zeytin ve helva alırdık. Belki yağ alacak kadar da paramız olurdu.

Ben hiç Handan görmedim. Çocukluğumda da şimdi de… Hanedana yaklaşamadım bu yüzden. Kimseye yaklaşamadım, kimsenin adamı olmadım. Kendim olmaya çalıştım şunca yıldır. Oldum mu? Olamadım bence. Bir Handan bile görememişsem bunun neresindedir ki adamlık? Adam olduysan bir Handan göreceksin hatta seveceksin onu. Handan seviyorum diyeceksin, Handan özleyeceksin gizli gizli. Bileceksin ki Handan da seni özlüyor. Uçacaksın sevinçten. Uzanıp Handan’a dokunacaksın.

Ben hiç Handan görmedim.

Yaşadım mı öldüm mü bilemedim.

DİLSİZ

Evin kapısını çektim, eşikte durup başımı kaldırdım, gökyüzüne baktım. Sonra saatime… Güneş yoktu.

İçim aydınlanmamıştı.

– Nereye kaçıyorsun, dedi yanı başımda dikilen biri.

Dönüp baktım. Kendimdim.

– Senden kaçamazsın, nereye gidersen git hep seninle olacağım, dedi.

– Biliyorum ama deneyeceğim, dedim.

– Boş uğraş. Yorulduğunla kalacaksın.

– Denemesem de hep denemediğime yanacağım, dedim.

– Haydi gidelim o zaman, nereye doğru, dedi.

– Söylemem. Dilimden korkuyorum bu kaçışta en çok, dedim.

EMEKLİ

Mahalleye bir mafya babası gelmiş. Kulaktan kulağa yayılmış fısıltılarla. Adam dükkân dükkân gezmiş, herkesle selamlaşmış, kendisini tanıtmış ama mahallede kimsenin bir mafya ile sorunu yokmuş. Hatta mahallede mafya da yokmuş. Adam bir süre sonra boşta kalmış, dükkân dükkân gezip çift dikiş yapmak istememiş. Kıyıda köşede bir yerde bir başına oturmuş, işin içine kimseyi katmadan haraç toplama planları yapmış. Nereye gittiyse kimse iplememiş babayı. Bıyık altından gülümsemişler, babanın tepesi atmış ama dişini sıkmış. Karısından dayak yiyen erkeklere yardım etmek istemiş, kahvehanelerde karısından dayak yiyen adam aramış ama bulamamış. Mahallenin müzmin bekarı “Baba, bu adamların en az yarısı karısından dayak yemiştir, yemeye de devam eder ama hiçbiri kalkıp da ‘Ben karıdan dayak yedim.’ demez, diyemez. Dediği anda biter çünkü. Sen bu işi de boş ver, kendine başka bir iş bul.” demiş.

Koca mağduru kadınlara ulaşmak için sokak sokak dolaşırken bir gün yanına bir yazar gelmiş, kulağına eğilip,

– Hikâye bitti artık baba, demiş.

Adam, şaşkın gözlerle bakmış, sen de kimsin, nerden çıktın dercesine. Yazar, babanın şaşkın bakışları altında mahallede yaşanan olayı en ince ayrıntısına kadar anlatmış ama baba yazara inanmak istememiş.

– Yanımda, yöremde, arkamda onca adam var benim, daha bitmedi bir şey, mahalleli benimle, demiş.

Yazar, gerçek mi dercesine gözlerinin içine bakınca, baba bakmış ki çevresinde kimsecikler yok.

Birlikte bir kahvehaneye gitmişler, eski mafya babası oradakilere kendisini anlatmak istemiş ama sesi çıkmamış. Elini, kolunu sallayarak bir şeyler anlatmak istemiş ama kimse dönüp yüzüne bakmamış.

Çaresizliği gözlerinde okunan eskimiş baba yazara doğru gelirken bir anda ayağı bir yere takılıp düşmüş, yerde yatarken çevrelerindeki birkaç kişi üzerine basıp geçmiş ama babanın hiç canı yanmamış.

Baba, ağlamaklı bir sesle bir köşede kendisini izleyen yazara,

– Adam beni ezdi geçti, demiş.

Yazar,

– Hayır, o seni görmedi bile, seni ben düşürdüm, demiş.

Sonra yazar dükkândan çıkmış, adam yazarın ardından koşmuş.

Giderken bir kuşa döndüğünü, kanatlarını çırparak yazarın ceketinin iç cebine girdiğini görmüş.

Yazar,

– Ben kuşları çok severim, sen güzel ötmeye bak, demiş.

BEYİN YURDUNDA

Cem, yorgun argın geldiği evinde bir an önce uyumak istiyor, uykusu var çok. Büyülü, sıra dışı bir uyku çekiyor canı. İnsan, ha deyince uyuyamıyor ne yazık ki. Yastığı kaldırıp altına bakıyor. Yastığın altı bıcır bıcır. Minik minik birçok insancık… Beyninin içinde bir uğultu başlıyor. Başı ağrıyor, şakakları zonkluyor. Anlaşılması zor sesler, birbirine girmiş, çıkmıyor, bitmiyor. Cızırtılı radyo frekansı gibi. Yastığı yerine koyuyor, bir anda derin bir sessizlik oluyor. Odadaki her şey yerli yerine oturuyor. Perde savrulmayı kesiyor, pencere kapanıyor. Kendini hayatın kollarına bırakıyor. Umarsızca. Kanatsız, uçmaya başlıyor, bulutların arasında buluyor kendini.

Kapı aralanıyor.

– Ne ara uyudun, diyor eşi.

Kapıda bekliyor eşi. Meraklı.

Gözlerini açmıyor, kolunu kaldırmıyor, yastığı yerinden kıpırdatmıyor. Yastığı kaldırıverse içeriyi beyninden çıkan insancıklar basacak diye korkuyor.

Cevap vermiyor karısına. Vermeye korkuyor. Karnında başlayan konsere kulak vere vere dönüp duruyor yatakta.

edebiyathaber.net (26 Nisan 2025)

Yorum yapın