Duygu Harmancı Karagülle’nin Öykü Evreni | Lina Yalınçay

Ekim 1, 2025

Duygu Harmancı Karagülle’nin Öykü Evreni | Lina Yalınçay

Duygu Harmancı Karagülle’nin öykü kitabı, gündelik hayatın karanlık kıvrımlarını cesurca açan ve aile, toplum, bellek, sınıf, kadınlık ve suçluluk gibi duyguların en keskin halleriyle yüzleşen metinlerden oluşuyor. Yazar, sıradan görünen mekânları ve nesneleri —bir apartman boşluğu, eski bir tüfek, bir trenin vagonu, kâğıt toplayıcısının arabası, kömür torbaları, kahve kokan mutfaklar— güçlü sembollere dönüştürüyor. Bu semboller, hem bireysel bir hafızayı hem de Türkiye’nin son yarım yüzyıllık sosyal tarihini çağrıştıran çok katmanlı bir anlatı ağı kuruyor.

Metinlerin dikkat çeken yanı, bir yandan yalın ve doğrudan görünen, öte yandan felsefi ve alegorik bir derinliğe sahip dilidir. Yazar, gerçekçi betimlemelerle okuyucuyu hikâyenin içine çekerken, iç monologlar ve bilinç akışına yakın içsel çözülmelerle karakterlerin kırılma anlarını güçlü bir biçimde hissettirir. Örneğin ilk öyküde, bir aile yemeği sırasında sessizce duvarda asılı duran tüfeğin, çocukluk travması ve suçluluk duygusunun somut bir hayaletine dönüşmesi; başka bir öyküde küçük bir kız çocuğunun tren yolculuğunda hem annesine hem sınıfsal kırılganlığa dair bir yüzleşme yaşaması; ya da bir başka hikâyede kar ve yoksulluk içinde umutla yürüyen bir babanın görünmez emek mücadelesinin bir felakete dönüşmesi, yazarın dramatik yoğunluğu büyük bir incelikle kurduğunu gösterir.

Karagülle’nin öykülerinde kadın karakterler çoğunlukla hayatta kalma stratejileri geliştirmeye çalışan, ama çoğu zaman patriyarkanın, ekonomik eşitsizliğin ve sessiz şiddetin kıskacında sıkışan figürlerdir. Anne-kız, büyükanne-torun ilişkileri, kuşaklar arası aktarılan yükler, “baht” ve “kader” gibi kavramlar sık sık sorgulanır. Buna rağmen metinler melodrama sapmaz; aksine içsel çatışmaların ve toplumsal eleştirinin sert bir gerçekçiliğe oturmasını sağlar.

Biçimsel açıdan yazar, zaman atlamaları ve bilinç içi monologlarla sinematografik bir anlatım kurar. Özellikle sahneleme gücü yüksek, diyalog ve betimleme dengesi iyi ayarlanmış bölümler dikkat çeker. Nesnelerin —tüfek, kömür, kahve değirmeni, kâğıt toplama arabası— hem hikâyeyi taşıyan hem de simgesel yük kazanan unsurlar hâline gelmesi, Çehov’dan Latife Tekin’e uzanan bir edebiyat damarını çağrıştırır. Kimi anlarda ise seslenme kipleri ve doğrudan ikinci şahsa hitap eden cümleler, okuru metnin içine çağırır ve tanıklık duygusunu güçlendirir.

Kitap, bütün öykülerinde bireysel trajedilerden yola çıkarak toplumsal bir panoramaya ulaşır. Göç, sınıf farkı, şehirleşmenin yarattığı yalnızlık, aile içi sessiz şiddet ve geçmişin hayaletleri, yazarın karakterlerinin hayatına sinmiştir. Bu açıdan metin, hem psikolojik derinliği olan bireysel hikâyeler hem de Türkiye’nin sosyokültürel belleğine dair bir söz söyleyen metinler bütünü olarak değerlendirilebilir.

Sonuç olarak, Karagülle’nin öyküleri hem edebi bir yoğunluk hem de toplumsal duyarlık taşır. Gerçekçi gözlemlerle beslenen ama bunları metaforik bir dile taşıyabilen yazar, özellikle karakterlerin iç seslerini kurmadaki başarısıyla öne çıkar. Kitap, çağdaş Türk öykücülüğünde hem kadın deneyimini hem sınıfsal kırılganlığı güçlü bir anlatı örgüsüyle işleyen dikkate değer bir eser olarak okunmayı hak ediyor.

Yorum yapın