80’li yıllarda Paris’in gece hayatı nasıl bitti? | Metin Celâl

Eylül 10, 2025

80’li yıllarda Paris’in gece hayatı nasıl bitti? | Metin Celâl

1980’lerde Paris gece hayatına gidiyoruz, hem çılgın hem de yaratıcı bir ortam. Adeta bir kültürel patlama yaşanıyor. Bu dönem, disko toplarının altında dans eden drag kraliçeleri, post-punk müzikle titreşen kulüpler ve sanatla iç içe geçmiş partilerle doluymuş. Diskolar en büyük çekim merkezleri. Bir tarafta seçkin kulüplerin sosyete şıklığı, diğer tarafta 68 ruhunu yaşatan işgal evleri ve alternatif konser salonları. 

1968 sonrası özgürlükçü hareketlerin etkisiyle 70’lerin sonu ve 80’lerin başı, kamusal alanda var olmanın ve hak talep etmenin dönemi olmuş. Bu sayede eşcinseller daha görünür hale gelmiş. 1980’ler boyunca Paris’te queer gece hayatı patlama yaşamış. Diskolar, drag performansları ve tematik partiler topluluğun hem eğlence hem de ifade alanı olmuş. Paris’in kültürel sahnesinde daha fazla yer bulmaya başlamışlar.

Özgür ve kaygısız bu dönem 80’lerin ortalarından itibaren adlandırılamayan, ölümcül, salgın bir hastalıktan derin bir şekilde etkilenmiş. Bu hastalığın cinsel ilişki yoluyla yayıldığı ve sadece eşcinsel erkeklere bulaştığı zannediliyormuş. Bu nedenle başlarda “gey kanseri” gibi bir isimlendirmeyle yanlış şekilde adlandırılmış. 1980’lerde kan transfüzyonları, damar içi uyuşturucu kullanımı (enjektör paylaşımı), korunmasız cinsel ilişkiler yoluyla hızla yayılmış. 1983’te, Fransız bilim insanları (Luc Montagnier ve ekibi, Pasteur Enstitüsü) virüsü tanımlamış, 1984’te Amerikalı Robert Gallo da doğrulamış ve hastalığın adı AIDS olarak konmuş. AIDS 1980’lerde fark edilmiş ve 1990’lardan itibaren tıbbi olarak kontrol altına alınabilmiş, ölümcül olmaktan çıkıp kronik bir hastalık haline gelmiş.

Jean-Christophe Grangé “Cehennem Diskosu”nda okurlarını o günlere götürüyor. Günümüz okuru, AIDS’in adını duymuş olsa bile nasıl ortaya çıktığını, yayıldığını bilmez ya da anımsamaz düşüncesiyle olsa gerek, uzun bir bilgilendirme girişi yapmış. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda uzman doktor Daniel Segur’u da bu sayede tanıyoruz ve tahmin edilebileceği gibi romanın kahramanlarından biri oluyor. Grangé, bu fedakar ve hastalarının sevip saygı duyduğu doktor tiplemesinde gerçekte var olan bir doktordan faydalanmış. Onunla bir röportaj yaptığını belirtiyor.

Willy Rozenbaum, Fransa’da AIDS olarak adlandırılacak hastalığı tanımlayan ilk doktorlardan biri olarak biliniyormuş. İlk Fransız hastalardan bazılarını tedavi etmiş. ABD’nde bildirilen vakalarla benzerliğini fark etmiş ve konuyu Fransız araştırmacıların dikkatine sunmuş. Pasteur Enstitüsü’ndeki virologlarla işbirliği yapmış. Bu işbirliği, 1983’te HIV’in izole edilmesine yol açmış. Rozenbaum, Fransa’da HIV/AIDS araştırmaları ve önlenmesinde önde gelen bir isim haline gelmiş ve hem bilimsel hem de halk sağlığı müdahalelerinde aktif rol almış. Grangé’ın kısa bölümlerine ve akıcı anlatımına rağmen bu bilgilendirme bölümleri biraz uzun geldi bana.

“Gey kanseri” diye adlandırılan bu hastalığı kapanlardan birinin ölümü beklerken vahşi bir cinayetle öldürülmesiyle birlikte olaylar ve gerilim de başlıyor. Polis müfettişi Patrick Swift romana dahil oluyor. Kişiliği, giyimi, görünümüyle olduğu kadar kafa yapısıyla da klasik polis tiplemesinin dışında, bir anlamda yeni nesil bir polis Swift.

Ölümü beklerken öldürülen hasta genç, Federico yakışıklı bir eşcinsel. Şili’li iyi bir aileye mensup. Paris’e öğrenim bahanesiyle gelmiş. Gece hayatında iyi tanınıyor. Çok sayıda sevgilisi var ve bunların bazıları siyasi, adli ya da ekonomik olarak Paris’in güçlü kişileri. Hepsi cinayet zanlısı olabilir, hiçbiri olmayabilir. Gündüz önemli görevlerde ya da şirketlerde ciddi ciddi çalışan, evli barklı bu erkekler gece olunca giysilerini değiştirip, makyajlarını yapıp sakladıkları cinsel tercihlerini yaşamak için kulüplerde görünüyor. 

Federico’nun en yakın arkadaşı ve sırdaşı Arjantinli bir siyasi göçmen çocuğu olan Heidi Becker. Heidi, henüz 18 yaşında, liseyi bitirme sınavlarına giren, dönemin simgesi sayılabilecek tip ve giyimde bir genç.

Patrick Swift soruşturmayı yürütürken Daniel Segur ve Heidi Becker’den destek alıyor. Birlikte Paris’in arka sokaklarına dalıyor, ünlü mekanlara giriyor ve eşcinsel topluluğun önde gelen kişilerini tanıyorlar. Bir üçlü kurulduğunu düşünüyoruz ama Grangé şaşırtmayı sever, 405 sayfalık romanın ortalarına doğru Segur da Becker de çeşitli bahanelerle soruşturmadan ayrılıyor.

Segur’un hastalık hakkında yeterince bilgi verip Swift’i hastalarıyla tanıştırarak eşcinsel topluma girmesini sağlayarak bir noktada işlevini yitirdiğini düşünebiliriz. Heidi ile Patrick Swift arasındaki ilişki ise daha farklı. Hatta aşka doğru yol bile alıyor. Yani romana yeni bir boyut katıyor. İyi bir çift olacaklarını, birlikte hem aşkı hem katili bulacaklarını düşünüyorsunuz. Ama Grangé onu da romandan uzaklaştırıyor. Tabii şaşırtmacı yazarımız Grangé, iki cilt olacağı belirtilen bu maceranın hemen izleyen ay yayınlanacak olan ikinci cildi “Gölgelerin Kralı”nda bu kahramanları, Heidi ve Segur’u yeniden romana sokabilir. Bunu bilemiyoruz.     

Polisiye okurları, bir an önce katili tahmin etmeyi severler. Daniel Segur ve Heidi Becker de en yakındakiler olarak olağan şüpheliler. Grangé ise kahramanlarına en olmayacak kişiyi katil olarak buldurmayı tercih eder. Grangé, katilin nasıl bulunduğundan çok olayların akışını, o akışta yaşananları anlatmayı tercih ediyor sanırım. O nedenle de katilin bulunmasını bir rutin olarak görüyor ve tüm şüphelileri bir yana koyup son sayfada ummadık bir kişiyi katil olarak sunabiliyor.

“Cehennem Diskosu”nun bir handikapı da iki kitaplık bir maceranın ilk cildi olması. Grangé kitabın kalın olmasını istemiş ya da tek ciltte bitmesin diye düşünmüş. 400 sayfa gözüne az görünmüş, biraz lafı uzatmış, olayları sündürmüş. İlk cildin, “Cehennem Diskosu”nun sonunda da hem katili bulmuş, hem de buldurmamış, okur merak etmeye devam etsin ikinci cildi okusun istemiş. O nedenle soruşturma ağır ilerliyor. Grangé iyi bir yazar olarak bu handikapın farkında, akıcı anlatımla, ek olaylar yeni mekanlar katarak okurun ilgisini koparmamaya çalışıyor ve bunda başarılı da oluyor.

Işıl Özgüner’in çevirdiği “Cehennem Diskosu” 80’li yılların Paris’ini ve AIDS’in hızla yayılmasını başarıyla yansıtması, iyi ve gerçekçi bir araştırma sonrası kaleme alınmış olmasıyla merak ve ilgiyle okunan bir roman. İkinci yarıda tempo biraz düşse de sürükleyici bir polisiye.

İkinci cilt “Gölgelerin Kralı”nı merak etmenizi de sağlıyor.

* Cehennem Diskosu, Jean-Christophe Grangé, çev. Işıl Özgüner, Doğan Kitap, Ağustos 1925. 

Yorum yapın