Salinger 22 yaşında | Sevin Okyay

Nisan 29, 2013

Salinger 22 yaşında | Sevin Okyay

Salinger’la 14-15 yaşındayken tanışmıştım. Babamı görmeye Ankara’ya gitmiş, dosdoğru Tarhan Kitabevi’nin yolunu tutmuşum. Catcher in the Rye’ın (Çavdar Tarlasında Çocuklar) adı hoşuma gitmiş olsa gerek, ne anlama geldiğini de bilmiyorum. Aslında kitabı bilmiyordum, yazarını da tanımıyorum. Adını sevmiştim gerçi: J. D. Salinger. Adını yazmamış olması, yaş icabı herhalde, bana daha da bir hoş gelmişti.

Sonra Holden Caulfield ile tanıştım ve gençliğimin seyir defteri değişti. Unutmadığım kahramanların çoğu hayatımın ondan önceki döneminde karşıma çıkmıştır: Pal Sokağı Çocukları’nın Nemeçek’i gibi. Ama Nemeçek’e başka bir düzlemden bakıyordum sanki. Sonradan bir başka Salinger karakterini, Seymour Glass’ı daha fazla sevdim sanırım, ama yaş itibariyle hayatta beni en fazla etkileyen karakter, Holden’dir.

Salinger’ın ilk Holden hikâyesi münasebetiyle Torontolu genç bir hanıma yazdığı ve yeni ortaya çıkan mektuplar da bu münasebetle ilgimi çekti. Tarih 18 Kasım 1941, kendisi henüz Manhattanlı bir yazar adayı. The New Yorker’da yeni bir kısa hikâyesi çıkacakmış, bir mektup yazıp müjdeliyor. Hikâye, Noel tatilindeki bir öğrenci hakkında, ama yazar kendinden pek emin değil. “Bir-iki tane denerim,” diye yazmış, “ve baktım ki hedefi tutturamıyorum, bırakırım”. Sonra da mektubu yazdığı hanıma, “Slight Rebellion Off Madison” başlıklı “ilk Holden hikâyesi”ne tepkisinin ne olduğunu sormuş. Mektubu “Jerry S.” diye imzalamış.

1972 yılında J. D. Salinger’ın genç yazar hayranı Joyce Maynard’a yazdığı on dört mektup sonradan başına iş açmıştı. Münzevi yazar, bu mektupların ortaya çıkmasını istemiyordu, ama Maynard, hiç aldırmadan onları çatır çatır sattı. Sotheby’s müzayedesinden eline 156 bin 500 dolar geçti. Neyse ki mektupları bilgisayar yazılım sistemi girişimcisi ve sanat koleksiyoncusu Peter Norton aldı (bilgisayar muhabbetine onun yazılımıyla başlamıştık) ve on dördünü de büyük saygı duyduğunu söylediği yazara iade etti.

Bu sefer ise öyle bir tehlike yok, yani Salinger’i incitmek söz konusu değil. Sahne ışıklarından ömrü boyunca (sırf böylesini tercih ettiği için) uzak durmuş biri olan yazar, üç yıl önce bu dünyayı terk etti. J(erome) D(avid) Salinger, kimseyi kendi özel hayatına bulaştırmadı. Hatta buna, hasbelkader kısa ya da uzun süreyle o hayatın bir parçası olmuş kişiler de dâhildir. Sırf bu yüzden takdire layık olduğunu düşünüyorum. Ondaki şöhretin ve yeteneğin yüzde birine sahip olmayan kişilerin tavuskuşu gibi dolaştığı bir dönemde, bu özelliği kimileri için daha da hayranlık verici bir hal alırken, ötekiler için yazarı büsbütün anlaşılmaz kılıyor. Oysa şöhretin her türlü sevabını ve günahını, Glass çocuklarının kişiliklerinde bize yansıtmış olan kişidir. Yayınlanmış Glass hikâyelerine, ileride en meşhur iki karakterinden biri olacak genç adamın ani intiharını anlatan hikâye ile başlamış bir yazara, sonsuz bir saygı sunmak dışında ne diyeceğimi bilemiyorum.

Şimdiki mektuplara dönecek olursak, 1941 ile 1943 arasında yazılmışlar. Aradan geçen 70 yıl içinde pek az kişinin onları gördüğünü sanıyorum. Sonunda Morgan Kütüphanesi ve Müzesi almış, New York Times’la paylaşmış. Biz de bu sayede hem durumdan haberdar olduk hem de genç yazarın kahramanı Holden Caulfield’e ne kadar benzediğini görüyoruz. Morgan’ın küratörü ve edebi-tarihi metinler bölümü başkanı Declan Kiely, “Henüz meslek hayatının eşiğinde ama sesini bulmuş bile,” diyor. Salinger’ın mektupları yazdığı Torontolu genç hanım ise, ömrü daha da uzun olsun, 95 yaşında.

Salinger, Torontolu Marjorie Sheard ile mektuplaşmaya 1941 yazında başladı. Kız onun Esquire ve Collier’s gibi dergilerde çıkan ilk hikâyelerini okuyordu. Bir yazma heveskârı olduğu için de Salinger’dan tavsiye istemişti. Delikanlı onu yüreklendirmiş, “Malum Vassar kızı palavralarından kaçınacak içgüdüye sahip gibi geldin bana,” demiş, 4 Eylül 1941 tarihli mektubunda. Yazılarını daha küçük edebi dergilere vermesini öğütlemiş. “Küçük dergilerin verdiği parayla öyle Cadillac falan alamazsın,” diyor, “ama aslında bunun da önemi yok, değil mi?” Hayli gösteriş de yapmış, hayatını kendi kafasında yazmış. Mesleki başarılarından söz etmiş, İkinci Dünya Savaşı’na girmekten söz etmiş.

Sonraki iki yıl boyunca da kıza dokuz mektup yollamış: Mizahtan nasibini almış, yer yer flörtçü mektuplar. 9 Ekim 1941 tarihli mektubunda nasıl biri olduğunu sorup büyük bir resmini istiyor. Bir ay sonra da bu arsız talebi için özür diliyor. Ama Marjorie gene de resmi yollayınca, “Sinsi kız,” demiş. “Güzelmişsin.”

Ms Sheard, mektupları dolabındaki bir ayakkabı kutusunda saklamış. Altı yıl kadar önce bir huzurevine taşınınca da onları bir akrabasına vermiş. Tedavi ve bakım masrafları artınca, ailecek mektupları Morgan’a satmaya karar vermişler. Salinger mektuplarını toplayan ve sergileyen müze, bunlara ne kadar ödediğini saklıyor. Sheard’in yeğeni Liza, halasının yazıları hiç yayımlanmadığı için ve hayatının büyük kısmını ev kadını olarak geçirdiği için, bu mektupların onun gözünde büyük duygusal değer taşıdığını söylüyor. “Bir süperstara yazan ve onunla dengiymiş gibi konuşan genç bir kadınmış.”

Salinger, ilk mektuplarından birinde Tolstoy’dan övgüyle söz ediyor. Savaş ve Barış kadar iyi olmasa da, ustaca yazılmış Anna Karenina’yı yeniden okuduğundan dem vuruyor. Ona iki F. Scott Fitzgerald kitabı tavsiye etmiş: The Great Gatsby (Muhteşem Gatsby) ile The Last Tycoon (Son Düş). Kız da cevabında, Fitzgerald ve Hemingway’in onu aynı şekilde kızdırdıklarını söylemiş: “İnsan kendini,  sempatisini hiç hak etmeyen bu biraz can sıkıcı insanlara sempati duymak için kandırılmış gibi hissediyor”.

1942’nin başlarında ise Salinger’ın tadı biraz kaçmış. Henüz yayımlanmamış Holden Caulfield hikâyesinden söz etmemesini istiyor kızdan. Aslında derginin Pearl Harbor baskını nedeniyle hikâyeyi yayımlamayı ertelediğini duymuş. Çok geçmeden savaşa gideceğini de biliyor. Askerlik hayatına girişini anlattığı daha sonraki mektupları, “Fitzdudley,” “Wormsley-Bassett” ve “Flo and Benjy” diye imzalamış. Hayli de mübalağa etmiş. Onunla babasının Hollywood’daki evinde evlenmek isteyen bir kızdan nasıl vazgeçtiğini anlatıyor. “Eski daktilomu aldım,  çıktım gittim.” J. D. Salinger: A Life’ı (Üzüntü, Muz Kabuğu ve J. D. Salinger) yazan Kenneth Slawenski, yazarın bu kızla Eugene O’Neill’in kızı Oona’yı kastedip etmediğinden emin değil. 1940’ların başında bir süre çıkmışlar ama Oona, J. S.’nin sevgisine mukabele etmemiş ve Charlie Chaplin’le evlenerek onun kalbini kırmış.

Hasılı kelâm, Salinger ile Holden Caulfield böyle yola çıkmışlar işte. “Slight Rebellion Off Madison”dan, ilk ve son kez 19 Haziran 1965’te, bütün hikâyeleri The New Yorker’da yayımlanmış, kitap haline gelmemiş olan “Hapworth 16, 1924” adlı hikâyesine kadar uzanan bir yol: Glass kardeşlerin en büyüğü olan Seymour’un yedi yaşındayken kamptan eve yolladığı mektuplar. Benim çevirme şansına eriştiğim Seymour: An Introduction’ın (Seymour: Bir Giriş) kahramanı olan Seymour, “A Perfect Day for Bananafish”te (“Muzbalığı İçin Harika Bir Gün”) balayındayken pat diye intihar eden Seymour.

Glass çocukları kıymetlilerimdir. Holden’i daha önce tanıdım ama Seymour ve Bud’ı daha çok severim. “Hapworth 16, 1924”ü ilk görüşümü hiç unutmam, çünkü varlığından bile haberim yoktu. Şöyle demişim bir yazımda:

“ ‘Hapworth 16, 1924’ benim için hep on yıl kadar önce eski evimde elime geçen (YKY yollamıştı herhalde) fotokopi sayfaları olarak kalacak. Duyduğum heyecanı o evle, salonun ışığıyla, pencerelerin görüntüsüyle ve çalışma masasıyla hatırlayacağım. Bir solukta daldığım Seymour dünyasından, hikâyeyi bitirerek çıkıp da kafamı kaldırınca, o ışığı, o pencereleri gördüğüm için herhalde.

Budur yani, esas adamımız Seymour’dur. Kampından mektup yazmış, evden kitap istiyor.”

Yedi yaşında böyle olan bir çocukla hiçbir genç başa çıkamaz, zinhar ondan üstün olamaz. Ama o da sıradan fanilerin yaşadığı hayatla başa çıkamaz. Nitekim çıkamıyor da…

Sevin Okyay – edebiyathaber.net (29 Nisan 2013)

Tüm Yazıları>>>

Yorum yapın