Bir kenti nasıl anlatmalı? | Cemalletin Canlı

Temmuz 12, 2017

Bir kenti nasıl anlatmalı? | Cemalletin Canlı

Bir kenti anlatmak, ama nasıl, neresinden başlayarak? Söz konusu kent Zonguldak ise mezarlıklarından başlanabilir pekâlâ. Başka yerlerin mezarlıklarında mezar taşlarının kahir ekseriyeti erkek adları esas alınarak düzenlenir. Ali oğlu/kızı Veli/Ayşe, Mustafa eşi Sultan vesaire ruhuna Fatiha, ya da genç/yaşlı ölümlere ithafen bir kaç kafiyeli söz. Ama Zonguldak’ta mezar taşlarında Hatice oğlu/kızı Satılmış/Nazmiye, Züleyha eşi Muhittin yazar. Çünkü orda erkekler erken ölür.

Grizu patlaması, su baskını, göçük –ki bu gibi haller hiç de istisna olmamakla beraber on sekizinci yüzyılın ortalarında İngiltere’de de olmuş olması, bir yandan fıtrat kontenjanından normalleştirmeyi sağlarken, diğer yandan yüreklere su serpmekte(!)- gibi durumlarda genç erkek nüfusu önemli ölçüde sona eren Zonguldak’ı anlatmaya, misal Kozlu grizusunda kırk dört gencini kaybeden Yenice’nin Tır köyünden başlanabilir. Bu nereden çıktı denmesin: Köylerdeki erkeklerin çoğunun yaşlanacak zamanı olmaz.  Gençlerle yaşlılar, “uyum sorunu” olmasın da üretim daha “verimli” olsun diye genelde ayrı gruplandırılırlar. Felaket gençlerin vardiyasını vurduğunda ise hepsi birden kaybedilir.

Hepsi bir yana, belki de genç bir kentten, kelimenin gerçek anlamıyla kent olarak kurulup yaşlanmasına fırsat verilmeden ölümü için çabalanan kentin kendisinden başlamak en doğrusudur. O yüzden İletişim Yayınları’nın okuyucu ile buluşturduğu Zonguldak kitabı kentten başlamak isteyenler için iyi bir giriş olacak.

Zonguldak daha dişe dokunur bir köy bile değilken, 19. yüzyılın sonlarında modern bir kent olarak kurulmuş, bütün kimliği kuruluş gerekçesi olan kömür tarafından tayin edilmiş. Dolayısıyla kitap içinde yer alan yazıların tamamında ana ya da yan tema olarak kömürün bulunması işin doğasına da uygun. Kitap yedi ana başlıktan ve bu başlıklar atlında yer alan on sekiz ayrı yazıdan oluşuyor. Her bir başlık kendi derinliği içinde ilerleyip adı Zonguldak olan kentte buluşuyor. İşçi sınıfı ve madencilik adını taşıyan ilk bölüm E. Attila Aytekin-H. Tarık Şengül, Ayça Erinç Yıldırım ve Akın Bakioğlu’nun yazılarından oluşuyor. Bölgede ilk işçileştirmelerden, zorunlu çalıştırmaya, işçi ile devletin, işverenin ilişkisine, mücadele ve örgütlenme pratiklerine değiniliyor bu bölümde. Bir de işçileşme ve işçi sınıfı kültürü üzerine fikirlerin tazelenmesine kapı açtığını eklemeli.

İkinci bölüm Zonguldak’ta süren toplumsal hareketler, mekân ve dönüşüm üzerine.  Evrim Yılmaz, Zonguldak’ta –Zonguldak deyip geçmemek, orman varlığı bakımından Artvin’den sona Türkiye’nin ikinci kenti olduğunu bilmek gerek-  yapılmak istenilen termik santraller ve bunlara karşı mücadele üzerine yazmış. Hanen Çiftdoğan ise konut yapımı üzerinden kentin dönüştürülmesi, daha doğrusu tasfiye edilmesi çabasına değiniyor.

Kentte toplumsal cinsiyete dair gözleme dayalı iki yazının sahipleri Naz Hıdır ve Atilla Barutçu. Naz Hıdır’ın yazısından kentin toplumsal cinsiyet temelinde ortaya çıkan problemlerden bağışık olmadığını, ama yine de nefes alacak bir aralığı hep açık tuttuğunu anlıyoruz. Atilla Barutçu’nun Devrek kahvehanelerine dair gözlemleri ise geleneksel ilişkilerin ve rollerin yeniden üretiminde mekânın önemini teyit ediyor.

Zonguldak ve sanat bahsinde elbet söylenecek çok şey mevcut. Edebiyat, tiyatro, sinema ve kentin sanat dinamiklerine dair dört yazı var ve bu yazılar kentin Türkiye’ye yalnız kömür sunmadığını gösteriyor.  Güzin Yamaner, Hasan Anıl Sepetci, Şeyma Balcı, Mete Arif Tokmak’ın yazılarından oluşan bölümden akılda bir parça hüzün kalıyor.

Ayça Demir ve Caner Özdemir’in toplumsal problemler başlığında yazdıkları, kenti göçertmenin aslında insanı ve insanlığı göçertmek olduğunu bir kez daha ortaya seriyor. Son bölüm ise kentten umut kesmeyenlerin, kente dair bir şeyler yapabilme iradesinin ilanı.

Bir de babamın maaş bordrosunda alacaklı hanesinde olan Zonguldakspor ve katırlar var. Figen Uzar Özdemir katırları, Caner Özdemir babamın takımını yazmış. Yani çocukluğumu… Bir de işçiler pavyon denilen büyük koğuşlarda kalırlardı. O zamanlar yıkanacakları yerler de pavyonların yanındaydı. Ocaktan çıkan işçiler pavyonların olduğu yere yürürken üç yerleri parlardı: Gözleri, dişleri ve baretlerinde yanan lambaları. Önce işçiler çekildi ortalıktan, sonra katırlar ve sonra Zonguldakspor. Ya da hiç biri çekilmedi, hepsi varlar ve görünmez oldular. Hayır, kırklara karışmadılar, sindiler, pıstılar, taammüden görünmez kılındılar. Bu kitap bunun hikâyesidir.

Cemalletin Canlı – edebiyathaber.net (13 Temmuz 2017)

Yorum yapın