Zuhal Karagöz: “Bir bilim dalını öğrenmek, o bilim dalının geçmişteki büyük yazarlarını yakından tanımayı gerektirir daima”

Nisan 15, 2024

Zuhal Karagöz: “Bir bilim dalını öğrenmek, o bilim dalının geçmişteki büyük yazarlarını yakından tanımayı gerektirir daima”

Söyleşi: Deniz Demirdağ Temel

Henri Mendras ve Jean Etienne’in kaleme aldığı ‘Sosyolojinin Kurucuları: Tocqueville, Marx, Durkheim, Weber’ adlı çalışma geçtiğimiz günlerde Albaraka Yayınları tarafından Zuhal Karagöz çevirisiyle yayımlandı. Kitap sosyolojinin kurucuları olarak sayılan bu dört ismin çalışmalarına ve sosyolojik yaklaşımlarına odaklanıyor. Kitabın çevirmeni Zuhal Karagöz’le konuştuk.

Zuhal Hanım merhaba, öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için yaşam yolculuğunuzdan biraz bahseder misiniz?

Galatasaray Üniversitesi’nde sosyoloji bölümünde lisans eğitimimi tamamladıktan sonra yüksek lisans için Fransa’ya geldim. Doktora eğitimime devam ederken, bu kitabı da yayıma hazırlayan Adem Beyaz’dan sosyal bilimler alanındaki ilk Fransızca-Türkçe çeviri teklifini aldım. Bu kolektif çeviri, çevirmenlik mesleğine attığım ilk adım oldu. Akademik uzmanlık ve ilgi alanım sosyolojik çalışmalar olduğu için bu alandaki eserlerin çeviri projelerinde yer almak benim için güzel bir fırsattı. Eğitim hayatım boyunca hemhâl olduğum yazarların eserlerini Türkçeye kazandırma, onları sosyal bilimlere ilgili fakat yabancı dillerde yayımlanan eserlere erişimi olmayan Türk okuyucuyla buluşturma fikri kalbimi çaldı desem abartmış olmam sanırım. Nihayetinde doktoraya devam etmedim ama sosyal bilimlerden uzak kalamadım; 2014 yılından beri bu alanda Fransızca ve İngilizceden Türkçeye çeviri yapıyorum.

Hayatları boyunca bilimsel arayışlarını harekete geçiren siyasi bir tutkuyla hareket etmiş bu dört karakteri buluşturan Sosyolojinin Kurucuları: Tocqueville, Marx, Durkheim, Weber kitabının kaleme alınmasındaki amaç nedir? Hangi ihtiyaca binaen hazırlanmış bir çalışma?

Bir bilim dalını öğrenmek, o bilim dalının geçmişteki büyük yazarlarını yakından tanımayı gerektirir daima. Bu kitabın kaleme alınmasındaki amaç da sosyolojiyi sosyolojinin kurucuları olarak görülen Tocqueville, Marx, Durkheim ve Weber’in düşüncüleri vasıtasıyla ve herkese yönelik bir biçimde anlatmak. Dört büyük yazarın her birinin ana düşünce hatları ve kullandığı sosyolojik yöntemler, hem yaşadığı dönemin bağlamı içinde yani toplumsal kökenleri dikkate alınarak hem de ardılı sosyologlar aracılığıyla kendisinden sonraki kuşaklara bıraktığı aktarımlarla son derece açık ve anlaşılır biçimde incelenmiş. Sosyolojinin temellerine keyifli bir okumayla giriş yapmak isteyenler için ideal bir çalışma.

Kitapta, modern sosyolojiyi icat eden ve ona ilham vermeye devam eden dört büyük dâhinin çağdaş sosyologlara faydalı olmaya devam ettikleri için incelendiğinden bahsediliyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir? Tocqueville, Marx, Durkheim, Weber okumak neden önemli? Bu yazarları okumanın hâlâ gerekli olduğu çok aşikâr ancak bize, günümüze neler söylüyorlar?

Böyle bir temel çalışmayı dört büyük kurucuyla sınırlandırmak elbette yazarların kişisel tercihi, sosyolojinin büyük ustalarının listesi uzatılabilir. Kitaba giriş teşkil eden uyarı yazısı tam da bu tercihin altını çiziyor: Bu dört büyük sosyoloğun, dâhinin incelenmesinin öncelikli nedeni, çağdaş sosyolojiye katkı sunmaya devam etmeleri. Yazarların tabiriyle bu sosyologların dehası, bir yandan modern toplumları anlamayı amaçlayan genel bir paradigma geliştirirken, aynı zamanda bu paradigmayı yorumlayıcı bir toplumsal kurama dönüştürmek üzere özel betimleyici çalışmalar yürütmüş olmaları. Kısacası, toplumu anlamak için kendi açıklama modellerini geliştirmiş olmaları. Bu anlamda bu dört yazar sosyolojinin “klasikleri”ni oluşturuyor yani bunlar sosyolojik bir gelenek kurmuş ve bu geleneğe ilham vermiş yazarlar. Bir sorunsalı inşa etmek ve bir araştırma konusu hakkında düşünmek için gereken düşünsel kaynakları sağlayarak kuramsal ve ampirik araştırmalara damgasını vurmuş ve vurmaya devam eden yazarlar. Zira, ele aldıkları sınıf mücadelesi, toplumsal rollerin farklılaşması, tahakküm biçimleri ve akılcılaşma gibi temalar çağdaş sosyologlar tarafından da incelenmiş ve incelenmeye devam eden temel mekanizmalar. Geliştirdikleri kavramlar bugün de işlevselliklerini koruduğu için bu klasiklerin muhakkak keşfedilmesi ve belki de yeniden okunmaları gerekiyor.

Dört büyük dâhinin peşinden koştuğu soruyu izninizle size de yöneltmek istiyorum. Sizce bir toplumu bir arada tutan nedir, toplum kendi kalmaya devam ederken onu değiştiren nedir?

Kitabın içinden bir yazara gönderme yapayım öncelikle. Durkheim’a göre bunun cevabı toplumsal değerler, normlar ve menfaat birliği. Üyeleri birbirine bağlayan değer ve normların sayısı ne kadar fazlaysa toplumsal düzen de o kadar sağlam bir temelde ilerler. Toplumsal bağın sürekliliği, üyeler arasındaki kolektif bilincin yaygınlığıyla yakından ilişkili, der Durkheim.

Benim fikrime gelince böyle kapsamlı bir soruya yanıt vermekte zorlansam da bana kalırsa bir toplumu bir arada tutan şey o toplumu oluşturan bireylerin toplum olma arzusu ve bilinci. Bu arzu ve bilinci doğuran, canlı tutan pek çok şey olabilir: Vatanseverlik, aynı dili ya da dini paylaşmak, ortak değerlere (örneğin insan haklarına saygı ya da sosyal adalet ideali) sahip olmak bunlardan birkaçı. Dolayısıyla toplum özcü bir yaklaşımla tanımlanamaz diye düşünüyorum. Bu nedenle toplumun “kendi”sinden bahsedilebilir mi, emin değilim. Toplum, onu meydana getiren öznelerde şekil bulur. Bireyler toplumu sahiplenir, özümser ve ona şekil verir. Aynı şekilde toplum da bireyleri şekillendirir. Yani toplum, etkileşimsel bir oluşumdur ve onu bir arada tutan, ona bütünlüklü ve daimî görüntüsünü veren din ya da aile gibi toplumsal kurumlar da bu etkileşimlerin sonucudur ve bir toplumsal roller bütünüdür. Bu kurumlar az çok sabit yapılara sahip olduğundan, değişimleri anlık değildir, zamana yayılırlar.

Peki, çeviri çalışması tümüyle bir düşünce ya da yazı içeriğinin aktarılması mıdır? Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz? Sosyolojinin Kurucuları: Tocqueville, Marx, Durkheim, Weber kitabının çeviri sürecini bu anlamda değerlendirebilir misiniz?

Bilimsel bir çevirinin edebî çeviriye kıyasla daha nesnel bir aktarım olduğu düşünülebilir ilk anda ama sosyal bilimler alanında çalışan çevirmenler sadece kavramları ve fikirleri bir dilden başka birine aktarmakla yetinemezler. Genel anlamıyla çeviri, bir eserin alımlanma alanını genişletir ve onu yeni bir entelektüel alana sokar. Bilginin yayılmasına ve çeviri eserin okunduğu toplumun entelektüel alanının şekillenmesine büyük katkı sağlar. Dolayısıyla sosyal bilimler alanında çeviri yapan bir çevirmenin kaynak metnin terminolojik ve estetik özelliklerine saygı göstermesi ve çalışmalarını bibliyografik referanslar, fikirler ve kavramlar üzerine derinlemesine araştırmalara dayandırması şart. Çevirmen, hedef dilde yazılmış veya hedef dile çevrilmiş literatür hakkında kapsamlı bir bilgiye sahip olmalı. Bu kitap özelinde de bu; Tocqueville, Marx, Durkheim ve Weber’in düşünceleri hakkında olduğu kadar şu ana kadar Türkçeye çevrilmiş çalışmalarının hakkında da yeterli bilgiye sahip olmayı gerektiriyordu. Bugüne kadarki deneyimlerime dayanarak şunu söyleyebilirim: Sadece sosyolojik bilgi alanında değil, bibliyografik araştırma metodolojisi alanında da sağlam bir temele sahip olmak, kaynak eserdeki düşünce, kavram ve terimleri hedef esere, başka bir deyişle farklı bir anlamsal, dilsel ve kültürel alana doğru bir şekilde aktarmama yardımcı oluyor. Fakat şunu da belirtmek isterim; bir çeviri asla tamamen bitmiş, değişikliğe kapalı bir çalışma olamaz çünkü eserlerin alımlandıkları yer, tarihsel, dilsel ve düşünsel bağlam sürekli olarak değişir, dönüşür. Dolayısıyla bugün kullandığımız bir kelime bundan elli yıl sonra yerini yeni bağlamına daha uygun bir kelimeye bırakmak zorunda kalabilir. Çeviri tarihi bu gibi örneklerle doludur.

Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa iletmekten memnuniyet duyarız.

Bir sosyoloji sever olarak naçizane şöyle bir önerim olabilir: İçinde yaşadığımız toplumu ve diğer toplumları anlamak, kaçınılmaz bir biçimde parçası olduğumuz toplumsal tahakküm ilişkilerini, toplumsal gruplar arasındaki etkileşim biçimlerini ve bunların bireysel yaşantılarımız üzerindeki iz düşümlerini kavramak istiyorsak bunun en önemli yollarından biri sosyolojik bir bakış açısına sahip olmak. Toplum, belki de sadece parçası olduğumuz için türlü karmaşık mekanizmaları hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan fikir yürütmekten kaçınmadığımız bir alan maalesef. Oysa bu karmaşık mekanizmaları kendi ideolojik, kültürel öznelliğimiz dışında, olabildiğince nesnel bir biçimde anlayabilmenin anahtarı olan sosyolojik perspektife sahip olmak için de yapılması gereken ilk şey bu bilim dalının temellerine hâkim olmak. Bu alandaki diğer pek çok eser gibi Sosyolojinin Kurucuları: Tocqueville, Marx, Durkheim, Weber de bu yola girmeye karar vermiş cesur okuyucu için etkili bir kılavuz olmaya aday.

edebiyathaber.net (15 Nisan 2024)

Yorum yapın