Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Faruk Sinan Arpalı’yı, arkadaşı Abdullah Doğan ile konuştuk.

1)Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Faruk’un yazma süreci oldukça sakin ama aynı zamanda yoğun bir enerji taşır. Genellikle akşam saatlerinde, kimseyle konuşmadan karanlığa kapanıp yazmayı sever. Sessizlik onun için bir zorunluluk gibidir. Bir keresinde birlikte çalıştığımız bir dönemde, sabahın yedisinde beni arayıp “Sahar’ın son sahnesini yazdım!” demişti. Uykulu bir halde ne söylediğini anlamaya çalışırken, kelimelerinde o kadar net bir sevinç vardı ki, ben de ister istemez o heyecana ortak olmuştum. Yazının onun için nasıl bir nefes alanı olduğunu ve metni bitirmenin getirdiği o tarifi imkânsız deşarjı o an çok iyi anlamıştım.
2) Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Faruk’la bu konuda çok şey paylaşırız. O, yazdığı metinleri paylaşmadan önce bile zihnindekileri uzun uzun anlatır. Ben de daha çok sorular sorarak dinlerim; karakterlerin duygularını, metnin altındaki felsefeyi anlamaya çalışırım. Okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler, hatta bazen bir sinema sahnesi bile uzun sohbetlere dönüşür. O sahnede neyin anlatılmak istendiğini, duygunun nasıl taşındığını tartışırız. Faruk’la bu paylaşımlar her zaman bir fikir alışverişinden çok, ortak bir düşünme alanı yaratıyor gibi olur. Biz sadece konuşmayız, birlikte düşünürüz.
3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Faruk, “Sahar” gibi metinlerde çok katmanlı düşünür; hem içsel hem de felsefi bir derinlik arar. Bazen “Bu sahnede duyguyu fazla açık mı ettim?” diye sorar, bazen de “Sence bu karakter kendi içinde tutarlı mı kaldı?” der. Onunla konuşurken genellikle kelimelerden çok duyguların izini süreriz. Benim önerilerim daha çok metnin ritmi ve duygusal bütünlüğüyle ilgilidir. Faruk, eleştiriyi kişisel almaz, tam tersine onun üzerine inşa eder. Bu, üretmesini çok kolaylaştıran ve bana göre en takdir edilesi huyudur.
4) Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Sessizliğe ve yalnızlığa çok önem verir. Genellikle yazılarını ormanın içine kurduğu ağaç evinde yazar. Evin yanında iki ağacın ortasında taştan örülmüş irice bir şöminesi vardır. Orada yaktığı ateşin ormandaki aksini seyrederken fikirlerinin o ateşler gibi dans ettiğini aktarmıştı. Onun yaptığı şey galiba bu ışık dansının içinde bir anlam aramak olmuştur. Yazarken zaman kavramını tamamen unutur; bazen sabah başladığı metinden geceye kadar kalkmadığı olur. “Sahar”ın bazı bölümlerini de tam olarak böyle, günün nasıl geçtiğini fark etmeden, o anın akışına tamamen kendini bırakarak yazmıştı.
5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
En son konuştuğumuzda masasında İnsanın Anlam Arayışı (Viktor E. Frankl) ve Süleyman’ın Anahtarı (Jose Rodrigues Dos Santos) duruyordu. Bir de Yeryüzünde Bir Anlam Arayışı (İsmail Gezgin) kitabından bahsetmişti. Kendi okumalarında ise İbnu’l Arabi eserlerinden sıkça bahsederdi, içindeki sırlardan ve insanın kozmik anlam yolculuğundan dem vururdu. “Sahar”ın temalarıyla da örtüşen metinler bunlar; insanın kendini anlamlandırma çabasına dair. Faruk’un okuma listesi, gördüğünüz gibi, genelde yazdıklarıyla derin bir bağ taşır.
















