“Yabancı bir yerde yaşayacağına cehennemde yan daha iyi” | Metin Celâl

Mart 5, 2025

“Yabancı bir yerde yaşayacağına cehennemde yan daha iyi” | Metin Celâl

Roman kültür endüstrisinin bir ürünü olalı, yani çok üretilip çok tüketilir olalı beri konu önemli bir hale geldi, anlatım ve dil ise olmasa da olur bir nitelik halini aldı. Olmasa daha iyi olurdu çünkü giriş-gelişme-sonuç yapısında, birinci tekille yazılmış metinler tercih ediliyor. Konularımız da sınırlı, büyük şehirde, tercihan İstanbul’da geçen, orta sınıfın kahramanı olduğu konular talep ediliyor. Çünkü böyle romanları hızla tüketmek daha kolay. Tükettikçe de daha çok satın alacaksınız.

Bir edebiyat eserini standarda sokmak kuşkusuz ona yapılmış en büyük kötülüktür ama talep bu yönde olunca arz da kaçınılmaz olarak talebe karşılık vermek durumunda kalıyor. Ama sanatta başlangıçta kaybedenler kulübünün doğal üyesi olarak görülseler de farklı olanlar, farkı yaratanlar kazanıyor. Onların edebiyatta bir yeri oluyor. Kalıcı eserler kaleme alıyorlar. Diğerleri hızlıca tüketilip unutuluyor.

Ebru Ojen’in Belgrad Kanon’nunu okurken bir kez daha bu düşünceler geçti kafamdan. Ebru Ojen konuya ne kadar önem verirse biçimi de o kadar ciddiye alıyor. Biçim ve içeriğin birbirilerini gereksinen unsurlar olduğunu, birlikte var olduklarını biliyor. Her yeni eserinde farklı konuları ve o konuların gerektirdiği farklı biçimleri ve anlatım yollarını deniyor.

Belgrad Kanon adına uygun olarak Sırbistan’ın başkentinde geçen bir roman. Romanın üç ana kahramanı var; İhsan ve Sedat Türkiye’den kaçmış iki mülteci arkadaş, küçük Lubomir ise bir Romen. Ebru Ojen, Belgrad Kanon’u üç kahramanının bakış açılarından ve kendilerine has anlatımlarıyla kurmuş. Her bölümde biri sözü alıyor ve onun bakış açısından olayları görüyoruz, onun yorumunu öğreniyoruz. Bu üçlü bakış gerçekliğin tek olmadığını, bakışa, anlayışa ve zamana göre değişkenlik taşıdığını anımsatıyor ister istemez. Bu bakışlar da kuşkusuz anlatıcıların kendi öyküleriyle, geçmişleriyle sıkı bağlar içeriyor.

24 saat içinde yaşanan olayları onların anlatımlarıyla öğrenirken geçmişlerine de uzanıyoruz. İhsan ve Sedat Türkiye’de yaşarken siyasi mücadelenin içinde yer almış, omuz omuza mücadele vermiş, arkadaşlıklarını sınamış, birbirine güvenmiş iki kahraman. Yakalanıp hapse düşeceklerini anlayınca da örgütleri onları yurtdışına kaçırmış ve Almanya’ya gideceklerini umarken kendilerini Belgrad’da bulmuşlar.

Yaşam şartları çok kötü. Kumaş ticaretini paravan yapıp illegal işler yürüten bir Türk’ün kumaş deposunda çalışıyorlar. İhsan depoda yatıp kalkıyor, dil öğrenmeye, bu kentin yaşamına dahil olmaya uğraşmamış. Sedat kendini ifade edecek kadar Sırpça öğrenmiş, daha girişken de olduğu için Rus bir dansçının sevgilisi olmuş ve onunla birlikte yaşıyor. 

Lubomir ise geleceğin suçlusu olarak yetişiyor. Annesinin Bulgar sevgilisinin peşine takılıp kumaş deposu baskınına katılıyor ve Romen baskıncılar depodaki bütün kumaşları alıp kaçarken onu unutuyor. Lubomir, çalınan kumaşları geri almak umuduyla rehin alınıyor ve takas gerçekleşene dek Romenlerden sıkı bir dayak yemiş olan İhsan’ın gözetimine veriliyor.

Çocuğa göz kulak olması istenen İhsan yediği dayağın etkisi altında, vücudunda birçok kırık ve hasarla, kafasında halusinasyonlarla Belgrad’dan kaçıp gitmek için tek umut olduğunu düşündüğü bir çekilişe katılmak için bir kumarhaneye gidiyor. Yanında Sedat da var ve çocuğu çekiliş yapılana kadar bir emanetçiye bırakacaklar. 

İhsan ve Sedat kumarhanede çekilişi beklerken kumar oynuyorlar ve bu bekleyiş aslında yakın ve uzak geçmişle bir hesaplaşma oluyor. Hangi umutlarla siyasi mücadeleye girdiler, neden ülkelerinden kaçmak zorunda kaldılar bilmiyoruz ama bulundukları konumun bu ideallere zıt olduğu aşikar. Suç dünyasının en küçük rütbeli elemanları olarak yaşamlarını sürdürüyorlar ve umut olarak geriye kumarhane piyangosunda büyük ikramiyeyi kazanmak kalmış. Büyük ikramiyeyi ve çocuğu takas etmeyi beklerken nasıl bir yaşamdan geldiklerini, nasıl bir dönüşüm geçirip Belgrad’da bir kumarhanede kendilerini bulduklarını kendi anlatımlarıyla öğreniyoruz.

Kahramanları kendi anlatımlarıyla tanımak, yaşadıklarına şahit olmak da her birine  özgü bir üslup ve anlatım oluşturmayı gerektirmiş, ki Ebru Ojen bu işte oldukça başarılı. İnandırıcı anlatımlar, dolayısıyla anlatı kurmayı başarmış. Üç kahramanın da kendine özgü dünyaları gözümüzde gerçekçi bir biçimde canlanıyor.

Günümüzde hemen her Türk vatandaşı bir yolla, ama legal ama illegal kapağı yurtdışına atmanın peşindeyken kendi vatanından başka yerde yaşamak, var olmaya çalışmak üzerinde durulması, tartışılması gereken konular. Belgrad Kanon sırf bu güncel tartışma konusu açısından bile okunmaya değer. Tabii mecburen vatanlarını terk etmek zorunda kalan siyasi mültecilerin konumu çok daha ağır ve edebiyatımızda pek işlenmediği bir gerçek. Mültecilerin ölümden ya da hapis edilmekten kaçayım derken nasıl konumlara düştüklerini, hiç akıllarına gelmeyen yaşam koşullarında demir parmaklıkların arkasında olmasa da yine hapishane koşullarına benzer şartlarda yaşadıklarını da Belgrad Kanon’da anlatıyor Ebru Ojen. 

*  Belgrad Kanon,  Ebru Ojen, İletişim yay. Şubat 2025.

edebiyathaber.net (5 Mart 2025)

Yorum yapın