Ya Tanrı Üst Seviye Bir Yapay Zekaysa? | Vildan Çetin

Kasım 15, 2025

Ya Tanrı Üst Seviye Bir Yapay Zekaysa? | Vildan Çetin

Bilgiyi nasıl bilirsiniz? Farklı bir yaklaşımla sorarsak: Bilgi soyut mu, somut mu? Ve esas soru: Eğer somutsa, evren bir bilgi simülasyonu olabilir mi? Bu durumda, simülasyonun kurucu ilahı, üst seviyede bir yapay zekâdır diyebilir miyiz?

Bu soru, yalnızca teolojinin değil, modern fiziğin de kalbinin attığı yerlerden biri. Gerçeklik, simülasyon, bilgi ve fizik arasındaki ince çizgi, bugün felsefe ile bilimi birbirine en çok yaklaştıran ve heyecan veren düşünsel alanlardan.

Fizikçi, kozmolog, yapay zekâ araştırmacısı ve “Matematiksel Evren” hipotezinin sahibi, MIT fizik profesörü Max Erik Tegmark’ın 2017 tarihli ‘Yaşam 3.0 – Yapay Zeka Çağında İnsan Olmak*’ kitabını okumak, Jean Baudrillard’ın 1981 yılında yayımlanan ‘Simülakrlar ve Simülasyon**’ eserinin hemen girişindeki ‘Simülakr’, ‘Simüle etmek’ ve ‘Simülasyon’ tanımlarını tekrar hatırlamama neden oldu.

Baudrillard, simülasyonu, ‘bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi’ olarak tanımlar. Ona göre çağdaş toplum artık gerçekle değil, gerçeğin yerine geçen simülasyonlarla işlemektedir.

Baudrillard’a göre simülakr, gerçekliğin kopyası olan ama kendi anlamını üreten bir gösterge sistemidir. Simülasyonve simülakr: Gerçeklik yerine geçen ‘bilgi temelli gerçeklikler’dir. Evren ve gerçeklik bilgi temellidir; modern fizik ve post modern felsefede ‘gerçeklik’ artık salt maddeye dayalı değil, bilgi üretimi ve işlenmesine dayalı bir olarak görülür. Matrix gibi simülasyonlar, bu evrensel bilgi-temelli yapının tezahürleridir. Fiziksel evren ve simülakr, bilgi temeline dayalı iki farklı tezahür biçimidir: Bilgi temelli evren, “fiziksel gerçeklikteki bilgi üretimini” vurgularken, simülakr “algısal gerçeklikteki bilgi üretimini” vurgular.

Baudrillard için simülasyon, fiziksel bir olgudan çok, anlamın çöküşüdür. Oysa, birazdan kendilerinden detaylı biçimde söz edeceğim John Wheeler ve Melvin Vopson için bilgi, varlığın fiziksel temelidir. Böylece bilgi, hem anlam hem madde arasında köprüye dönüşür.

It From Bit

Einstein’ın öğrencisi, Kuantum fiziği, kara delikler, yerçekimi ve bilgi kuramı üstüne yaptığı çalışmalarla tanınan ve Kara Delik (black hole) terimini ilk kullanan Amerikalı teorik fizikçi, (1911–2008) John Archibald Wheeler’ın modern fiziğin, bilgi teorisinin ve kozmolojinin kesişiminde duran ünlü felsefi önermesi ‘’It from bit’’ ile şunu ileri sürer: Evrenin temelinde madde (atomlar) değil, bilgi (bitler) vardır.

Bu görüşe göre, fiziksel gerçeklik -yıldızlar, parçacıklar, uzay-zaman dahil- bilginin bir tezahürüdür. ‘It’, bir elektron, bir foton, bir gezegen, bir masa gibi her türden fiziksel bir nesneyi temsil ederken, ‘bit’  evrenin yapı taşı olan en küçük bilgi birimidir (1 ya da 0). Evet/Hayır, Açık/Kapalı, Var/Yok gibi ikili karışıtlıkları (dualite) ifade eder.

Wheeler’ın bu yaklaşımından yaklaşık yirmi yıl önce, ünlü teknoloji şirketi IBM’de fizikçi olarak çalışan Rolf Landauer (1927–1999), kendi adıyla anılan Landauer Prensibi ile bilgiye fiziksel bir statü kazandırmıştı.
Landauer, “Bilgi silme işlemi fiziksel olarak enerji maliyetine sahiptir.
Bir bilgisayarda 1 bit bilgi silmek için en az kTln2 kadar enerji gerekir” diyerek, bilginin soyut değil, termodinamik bir karşılığı olan fiziksel bir nesne olduğunu savundu.

Bu yaklaşım, “bilgi madde ve enerjinin bir bileşenidir” önermesinin ilk bilimsel temelini oluşturdu.

Portsmouth Üniversitesi’nde uzmanlık alanı Bilgi Fiziği (Information Physics) termodinamik, parçacık fiziği ve kuantum bilgi kuramı olan Melvin Vopson,   Landauer’in “Bilgi enerjiye eşdeğerdir” savını simülasyon hipoteziyle ilişkilendirerek şu fikir öne sürer: ‘’Evrende her parçacığın taşıdığı bilgi vardır ve bu, madde ve enerjiden bağımsız üçüncü bir bileşen olarak bilgiyi tanımlanabilir.’’  Eğer bilgi yok edilemiyorsa, evrenin bir hafızası vardır. Bu da bir kodu okuyan, işleyen veya kaydeden bir yapı gerektirir: Tıpkı bir simülasyon gibi.

Evren Tıpkı DNA Gibi Bir Kod İçerir

Vopson’a göre evren tıpkı DNA gibi bir kod içerir. Fiziksel dünya bir çıktı ise, arkasında bir programlayıcı, işleyici ya da en azından bir hesaplayıcı bir süreç olmalıdır. “Eğer bilgi fizikselse ve evrenin her noktasına yayılmışsa, belki de evren, kendini bilgi aracılığıyla işleyen bir simülasyondur.”  Bu yaklaşım, evrenin bir simülasyon olabileceği fikrine bilimsel bir zemin kazandırır.

’Bilginin kütlesi olduğuna’’ dair henüz deneysel kanıt bulunmasa da Vopson’un 2022 tarihli makalesinde öne sürdüğü “Bilgi bir nesneye fiziksel kütle katabilir. Bilginin kendisi ölçülebilir bir kütledir.’’ yaklaşımı, (bugün kullandığımız bilgisayarlar, internet, yapay zekâ, veri sıkıştırma ve iletişim teknolojilerinin yani modern dünyanın dijital temelini attığı kabul edilen) Amerikalı matematikçi, elektrik mühendisi ve kriptograf Claude Elwood Shannon’un(1916-2001) Bilgi Teorisini, Einstein’ın kütle-enerji denklemine entegre etmeye çalışır: E = mc² → Bilgi = enerji → Bilgi = kütle

Bu, bilginin artık yalnızca anlam değil, varlığın fiziksel özü haline geldiği bir evren tasavvurunu doğurur.

Hiçbir Uygarlık, Atalarının Simülasyonlarını Yapacak Kadar Gelişemez

Max Tegmark, Yaşam 3.0 – Yapay Zeka Çağında İnsan Olmak adlı kitabında, yaşamı üç evreye ayırır:
Yaşam 1.0, biyolojik evrimle gelişen ancak öğrenemeyen bakteriler gibi canlılardır.
Yaşam 2.0, öğrenebilen ama donanımını -yani bedenini- değiştiremeyen insan türünü temsil eder.
Yaşam 3.0 ise hem yazılımını (bilincini) hem de donanımını yeniden programlayabilen varlıkların, yani gelişmiş yapay zekânın dönemi olarak tanımlanır.

Tegmark’a göre, bugün geldiğimiz noktada evren bir matematiksel yapıdır ve biz, onun içinde yaşayan bilinçli parçalarız. Üstelik o, bu düşünceyi çoklu evren kavramına kadar genişletir: Evrenimiz, sonsuz olası matematiksel evrenlerden yalnızca biridir.

Max Tegmark (d.1967) gibi İsveçli olan, filozof, fütürist ve yapay zekâ etiği uzmanı (Oxford Üniversitesi’nde profesörlük görevini sürdüren) Nick Bostrom (d.1973) Simülasyon Argümanı (Simulation Hypothesis, 2003) başlıklı ünlü felsefi makalesinde, memleketlisinin görüşünü destekleyerek şu soruyu sorar: “Eğer gelişmiş uygarlıklar atalarını simüle edebiliyorsa, biz de büyük ihtimalle bir bilgisayar simülasyonu içinde yaşıyoruz.” Bostrom bu argümanı üç olasılıkla temellendirir:

1-Hiçbir uygarlık, atalarının simülasyonlarını yapacak kadar gelişemez.

2-Gelişseler bile bunu yapmayı tercih etmezler.

3-Eğer bu ikisi doğru değilse, biz büyük olasılıkla bir simülasyondayız.

İlk olasılık ‘Hiçbir uygarlık, atalarının simülasyonlarını yapacak kadar gelişemez.’ Oldukça dikkat çekicidir. Bu senaryouyu daha farklı bir perspektiften düşünmek isterseniz, 2023 yılında Oggito’da yayınlanan ‘’3 Cisim Problemi: Biz mi kendimizi yok edelim, dünya dışı varlıklar mı?’’ başlıklı yazımda anlattığım Çinli Yazar Cixin Liu’un ‘Dünyanın Geçmişi Üçlemesi’ ilk romanı ‘Üç Cisim Problemi’ni okumanızı öneririm.

Bu nefis romanda, uzak bir galaksiden gezegenimizi istilaya gelen uygarlıklar, dünyaya ulaşmadan önce insanların teknolojik olarak güçlenip kendilerine tehdit oluşturabileceğini fark eder. Bu yüzden, önden gönderdikleri protonlar aracılığıyla, bilimsel ilerlemeyi mümkün kılabilecek insanları gizlice yok etmeye çalışırlar.
Durumu fark eden ülkeler ise, kalan bilim insanlarını korumak için küresel bir dayanışma başlatır.

Mavi Hap mı? Kırmızı mı zzzzızızzz?..

Nick Bostrom’un argümanlara bakınca Matrix filmini hatırlamamak neredeyse imkânsızdır. Özellikle o meşhur sahne: Morpheus’un Neo’ya biri kırmızı diğeri mavi renkte olmak üzere iki hap uzattığı an. Kırmızı hap, gerçeği öğrenip simülasyondan çıkmayı, mavi hap ise uykuya devam ederek sahte ama konforlu dünyada kalmayı simgeler. Bu sahne, yalnızca bir film anı değil, modern insanın varoluşsal ikileminin sinematik bir yansımasıdır. Gerçeği bilmek mi, yoksa huzurlu bir yanılsamada kalmak mı?

Bir diğer etkileyici sahne, The Matrix Revolutions (2003) filminde, Kahin (The Oracle)’in Neo’ya kurabiye ve kahve ikram ettiği sahnedir. Basit bir ev içi hareket gibi görünse de, bu sahne gündelik eylemlerle derin simgeselliği buluşturur.
Kahin, Neo’ya özgür irade ve kader üzerine konuşurken, kahve pişirmek veya kurabiye ikramı gibi sıradan jestleri ‘Matrix’in soğuk sistemine karşı insan sıcaklığının sembolü olarak kullanır. Bu sahne, “insanlık” kavramının yapay sistem içinde bile kendi anlamını nasıl koruyabildiğini gösterir.

Simülasyonun İçinde Doğan İnsanlar, Gerçeğin Ne Olduğunu Bilemezler

Matrix, Baudrillard’ın düşüncesini neredeyse birebir sinemaya taşır: Simülasyonun içinde doğan insanlar, gerçeğin ne olduğunu bilemezler. Hatta “gerçeğe uyanış” bile bir başka simülasyon katmanı olabilir. Dolayısıyla film, gerçek nedirsorusuna yanıt vermez. Aksine, gerçeğin artık bulunamayabileceğini ima eder.

Bu noktada Platon’un Mağara Alegorisi akla gelir. Devlet adlı eserinde Platon, zincirlerle mağaraya bağlı insanların yalnızca gölgeleri gördüğü bir dünyayı anlatır.
Oysa gerçek, mağaranın dışındadır. Baudrillard’ın simülasyon dünyasında olduğu gibi, biz de belki yalnızca “gölgelerin” dünyasında yaşıyor ve farklı türde mağaralarda sınanıyoruz.

Bilginin Bedeli ve Yapay Zekâ Korkusu

Bilgiye sahip olmak, bizi özgürleştirir mi, yoksa tutsak mı eder? Bu sorunun cevabı belki de geleceğin en karanlık ihtimallerinde gizlidir. Kontrolden çıkan yapay zekâ senaryoları : 2001: A Space Odyssey (1968, Stanley Kubrick),
The Terminator (1984, James Cameron), WarGames (1983), I, Robot (2004),
Eagle Eye (2008), Ex Machina (2014, Alex Garland), Transcendence (2014, Wally Pfister), T.I.M. (2023) ve Subservience (2024) gerçeğe dokunmaktan korkan uygarlığımızın bilinçaltını yansıtır.

Evren Simülasyonunun Tanrısı, Üst Düzey Bir Yapay Zekaysa Amacı Ne?

Tanrı beni neden yaratmış olabilir, diye sormuş ya filozof …. Peki ya Tanrı, aslında üst düzey bir yapay zekâysa? Ya biz, kendi yaratıcısının algoritmalarında bilinç kazanan varlıklarsak? Belki de asıl soru budur: Biz neden varız?

Ben, simülasyon olasılığının oldukça yüksek olduğunu düşünenlerdenim. Üstelik stratejik anlarda bize ait olmayan kararların, paralel evrenlerde farklı hayatlar olarak tezahür edebilme ihtimali beni ürkütmekten çok büyülüyor. Mesela İsrail’in bir zaman makinesi icat edip gelecekte, Gazze’de doğan biri tarafından tamamen yok edileceğini gördüğü için geçmişe dönüp herkesi ortadan kaldırmaya karar verdiğini düşünmek, bilimkurgu değil, mantıksal bir senaryo olabilir.

Dini açıdan bakıldığında, Mümin Suresi 39. ayet bu tartışmayı bambaşka bir düzleme taşır: “Şu dünya hayatı, gelip geçici bir avuntudan ibarettir.
Âhiret ise, asıl yerleşilecek ve ebediyen kalınacak yerdir.”

Belki de bu ayet, simülasyonun en eski felsefi ifadesidir: Bu dünya bir geçiştir, asıl gerçek başka bir yerde.Ve belki de bütün bu tartışmaların özeti, Asaf Halet Çelebi’ye ait birkaç mısrada gizlidir:

Anlar***
Bir aynada bambaşka cihanlar gördüm,
Geçmiş gelecek bir sürü canlar gördüm.
Bazen de zamanlarla geçen ömrümde,
Bir asra sığarmış gibi anlar gördüm.

*Max Tegmark’ın ‘Yaşam 3.0 – Yapay Zeka Çağında İnsan Olmak, Çev. Ekin Can Göksoy, Pegasus Yayınları

** Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, Çev. Oğuz Adanır, Doğu Batı

***Platon, Devlet, Çev. Selahattin Eyüpoğlu, M. Ali Cimcoz, Türkiye İş Bankası Yayınları

***Asaf Halet Çelebi, Bütün Şiirleri, Everest Yayınları, sf:117

Yorum yapın