Van Gogh’un mektuplarla yaşamının resmi | Şule Tüzül

Mart 19, 2019

Van Gogh’un mektuplarla yaşamının resmi | Şule Tüzül

Bir insan neden çıldırır? Akıl sağlığı yitimi ne demektir? Sağlıklılar, hastalar, akıllılar ve deliler kategorilerinin kriter ve sınırları neye ve kime göre belirlenir? Bu soruların cevapları kadar “deli” ve “normal” kavramlarının da ne kadar göreceli, tanımlarının ne kadar kesinlikten uzak olduğu artık herkes tarafından biliniyor. Yine de tarih boyunca olduğu kadar bugün de “farklı” olana reva gördüğümüz uzaklık devam ediyor.

Vincent Van Gogh. Bir deha olduğunu ancak ölümünden çok sonra fark edebildiğimiz, korkunç bir yaşama mahkûm ettiğimiz o insanlardan. Theo’ya Mektuplar, Van Gogh’un 19 yaşından başlayarak henüz 37 yaşındaki hazin ölümüne kadar kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplardan derlenmiş bir kitap. Bu mektuplardan taşan dehayı keşke yaşadığı dönemde de görebilseydi insanlar. Daha yirmili yaşlarının başında yaşamın gizini tüm hücreleri ile keşfetmiş bir dervişle karşılaşıyoruz bu mektuplarda. Eski bir kitap satıcısının portresini yaparken de güneş batarken çizdiği ağaç köklerine bakarken de aynı coşkuyu, aynı duygu yoğunluğunu, aynı yaşam enerjisini duyumsayan bir derviş. Yaşamın mutluluk ve kederini, denizin mavisinde ve yoğun bir ormanın kasvetinde yeniden keşfeden, yaşamın olumlu ve olumsuz yanları arasında birine yaklaşıp diğerinden uzaklaşmak yerine, doğaya bakarak yaşamı her yönüyle olduğu gibi kabullenmeyi başaran bir derviş. Babası papaz olan Van Gogh önceleri aldığı dini eğitim nedeni ile dini kurallara uygun bir inanç yaşarken, doğa ile yakınlaştıkça dini ve ahlaki kuralların insanlar tarafından nasıl ikiyüzlülükle kullanıldığını keşfeder, doğa sayesinde içindeki inanç dönüşerek güçlenir, kuralları reddeder, doğaya yönelir.

“Doğanın güzelliklerini duymak, hatta çok derinden duymak bile, dinsel duygu ile aynı şey değil, ama bu ikisinin birbirlerine çok yakın olduklarına inanıyorum.”

Ölümüne yakın zamanda yazdığı mektuplardan birinde insanlığa “Ah, asıl imansızlar, bu gördüğümüz güneşe inanmayanlardır.” diyerek isyan eder.

Mektuplardan anlıyoruz ki, bugüne ulaşan o muhteşem resimler, keyfi yerinde bir ressamın enfes bir doğa manzarasına bakarak oluşturduğu eserler değil. Resimlerinin her birinde; bütün gün resim yapmak için yanıp tutuşan ancak sağlık sorunları ve açlık nedeni ile bunu her zaman başaramayan, parası olmadığı için elindeki çok kısıtlı boya ve resim malzemeleri ile yüreğinden ve ruhundan taşanları bir tuvale aktarmaya çalışan, bir gökyüzünü ya da güneşin batışında uçsuz bucaksız bir kır manzarasını boyarken doğadan aldığı hazzı boyasının her an biteceği tedirginliği ile çaresizlik içinde yaşayan bir ressam var.

Bugün birçok alanda olduğu gibi sanat alanında da süregiden adam kayırma, kişisel çıkarlar, ikiyüzlülük, ticari çıkarlar doğrultusunda çıkan çatışmalar, ressamlar arası niteliksiz rekabet Van Gogh’un yaşadığı dönemde de vardı elbet. Ah insan! Diğer yandan kendini doğanın huzur ve dinginliğinde bulan, bu şekilde kendi özgün dünyasını yaratmayı başaran sanatçıların tarihin her döneminde var olmayı başardığını görüyoruz. Ki onların eserlerine bakıyoruz bugün, diğerleri yok olup gidiyorlar.

Tüm büyük sanatçılar gibi Van Gogh için de resim sadece bir araç. O bir duygunun peşinde. Sürekli içinden coşup taşan bir duyguyu anlatabilmek tek derdi. Resimlerinde gördüğümüz sadece bir portre değil, bir manzara, yaşadığı oda, bir nesne değil, gördüklerimizin çok ötesinde bir şeyler var bu resimlerde, her birinde bir duyguyu tuvale ya da kâğıda aktarabilmek için günlerce çalışan, dehasının derinliğini de de görebileceğimiz bir ressamla da karşılaşıyoruz bu eserlerde.

“Benim görüşüme göre, yapıtında bir düşünce iletmek bir ressamın görevidir.”

Yakın çevresi ve toplum tarafından uzak durulan bir insan olmasına rağmen, hümanizmi ve eşitlik anlayışını da doğadan alan Van Gogh, resimlerine konu olan insanlar kadar, doğadaki her canlıya, toprağa, taşa ya da bir ot parçasına da aynı değeri veren bir sanatçı. Onun resimlerinde gördüğümüz her şey alışılmış anlamlarından taşıyor, ressamla izleyicisi arasında gidip gelen doyumsuz bir diyaloğa dönüşüyor. Yaşamı resimlerine resimleri yaşamına karışmış bir sanatçıyı görürüz bu resimlerde.

“Tanrı ya da doğa, gözü, kulağı, yüreği olan herkes için yapmış bu dünyayı. Bir ressamın mutlu olması bundandır kanımca, çünkü, görebildiklerinin birazını olsun anlatabildiğinde doğa ile uyum içinde oluyor.”

Van Gogh’un vicdanı bir yandan onun sanatının en büyük gücü iken diğer yandan hiç bitmeyen iç çatışmalarının da nedeni. Bu kadar duyarlılık ve vicdan yaşadığımız dünyaya fazla gelir, onu delirtecek noktaya getirir maalesef. Van Gogh bu gerçeğin, sahip olduğu o incecik duyarlılığın onu hızla sona götürdüğünün de farkındadır.

“Aklın yolunu, özellikle de vicdan yolunu -aklın en yüksek, en yüce aşaması olan vicdanın yolunu- cesaretle izlemeye çalışan, dürüst olmak için elinden geleni yapan kişi, sanırım hiçbir zaman yolunu toptan şaşıramaz – bir sürü yanılgıya düşecek, engellerle karşılaşacak, kusursuzluğa erişemeyecek olsa da…”

Yeteneğinin, çok iyi bir ressam olduğunun ve erken öleceğinin o kadar farkındadır ki, üretmek sadece resim yapmak için her şeye kapatır kendini. Sadece resim yapmak için yaşar. Özellikle son yılları bu uğurda sağlığını hiçe sayarak geçer. Sığındığı ve huzur bulduğu tek yer doğadır. Sadece doğaya, doğanın dostluğuna inanır ve güvenir. Çektiği tüm fiziki ve ruhsal acılara rağmen, uçsuz bucaksız, sessiz ve ıssız bir bozkırın içinde yaşamaktan mutludur.

“Dünyanın beni ilgilendiren tek yanı var: Otuz yıl üstünde yaşadığım bu toprağa karşı duyduğum belirli bir borç ve yüklendiğime inandığım bir görev; duyduğum bu şükran borcuna karşılık desen ya da resim olarak birkaç andaç bırakmak istiyorum geride -birtakım sanat akımlarının hoşuna gitmek için değil, gerçek, içten, insancıl duyguları dile getirmek için. İşte, yaşamdaki amacım bu.”

Onun istediği hiçbir zaman gördüğünü çizmek olmamış, istediği tek şey duyumsadığını aktarabilmek. Birilerine anlatmak için de çabalamamış. Kırsal yaşam ve halkın yaşamını resmetmeyi tercih etmiş, hep onlara daha yakın hissetmiş kendini.

“Eskinin büyük ustalarını dikkatle izlerse insan, hepsini de, belirli anlarda gerçekliğin ta içinde bulabiliyor -demek istediğim, onların yaratıları olarak adlandırdığımız şeyler gerçek dünyada görülebilir, onların gözleri gibi gözlerle, duyguları gibi duygularla yaklaşırsa insan…”

Theo’ya Mektuplar, yaşama Van Gogh’un gözünden bakabilme şansı veriyor, oradan baktığımızda gerçek çok daha anlamlı, çok daha yaşanılır…

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (19 Mart 2019)

Yorum yapın