Tekinsiz ve derin | Onur Uludoğan

Kasım 14, 2022

Tekinsiz ve derin | Onur Uludoğan

I

Latin Amerika Edebiyatı; 1960’lı ve 1970’li yıllarda sonradan “Latin American Boom” olarak adlandırılacak patlamayı yaptığında, Sander, Cem gibi yayınevleri bu patlamaya ilgisiz kalmadılar ve birkaç önemli kitabı gecikmeden dilimize kazandırdılar. İlerleyen yıllarda ise başta Erdal Öz’ün Can Yayınları olmak üzere, o dönem etkin olan yayıncıların tercihleri doğrultusunda, Latin Amerikalı yazarlar, Türkiye’de de hatırı sayılır bir okur kitlesi edindi. 

Okurlar; Gabriel García Márquez, Mario Vargas Llosa, Asturias, Carlos Fuentes, Julio Cortázar gibi en bilinen isimlerin ardından zamanla Borges, G. C. Infante, Juan Rulfo, gibi isimlerle de tanıştı ve günümüze gelindikçe artık Latin Amerika Edebiyatı dendiğinde akla gelen ilk isimlerin yanında daha yakın tarihlerde yazılmış kitaplar da merak edilmeye başlandı.  

Bugün, Can Yayınlarından Jaguar Kitap’a, Domingo’dan Çınar’a Notos’a kadar belli başlı tüm yayınevleri Çağdaş Latin Amerika Edebiyatına ait kitapları çoğunlukla orijinal dillerinden yapılan çevirilerle ve gecikmeksizin yayımlıyorlar. 

II

1978 Arjantin, Buenos Aires, doğumlu Samanta Schweblin’in 2022 itibariyle yayımlanmış beş kitabı bulunuyor. İkinci kitabı Ağızdaki Kuşlar, ilk kitabındaki öykülerden bir kısmını da içerdiği için bu sayı dört olarak da kabul edilebilir. Yaşamına Berlin’de devam eden yazarın yayımlanan hemen her kitabı küresel çapta ilgi uyandırmayı başardı. 

Otuz beşten fazla dile çevrilen yazarın yapıtlarından Ağızdaki Kuşlar, “Casa de las Americas” ödülünü; Yedi Boş Ev, 2015 Ribera del Duero Öykü ödülünü; Şanssız Bir Adam isimli öyküsü Uluslararası Juan Rulfo Öykü ödülünü; Kurtarma Mesafesi; Tigre Juan ve Shirley Jackson ödüllerini kazandı. Ayrıca Kurtarma Mesafesi, 2017 Man Booker Ödülü adayları kısa listesine; Ağızdaki Kuşlar ile ve henüz dilimize çevrilmeyen “Kentukis” isimli kitapları ise Man Booker Ödülü adayları uzun listesine alınmayı başarmıştır. 

Samanta Schweblin Buenos Aires Üniversitesinde sinema eğitimi almış bir yazar. Yazarın kitaplarını okuyunca göze ilk çarpan unsurlardan biri olan başarılı diyalog yazımı ve okurun görsel hafızasını harekete geçiren sözcük seçimi ile görselliği öne çıkaran üslup özelliklerinde bu eğitimin etkisi olduğunu düşünebiliriz. 

III

Yazarın, dilimizde Haziran 2022’de yayımlanan Yedi Boş Ev isimli öykü kitabında toplamda yedi öykü yer alıyor. Yukarıda, Uluslararası Juan Rulfo Öykü ödülünü aldığını belirttiğim (ve kitaba sonradan eklenen) Şanssız Bir Adam dışındaki tüm öyküler ortak iki tema etrafında şekilleniyor. Bu ortak temalar, ev ve akıl sağlığı olarak kavramlaştırılabilir. 

İnsanın evi, kendini güvende hissetmesi gereken; yeri geldiğinde sığınabileceği yeri geldiğinde de kontrollü olarak dışarıyla ilişki kurmasına olanak sağlayan yerdir. Bu açıdan bakıldığında ev, çoğu insan için huzur ve mutluluğa ulaşabilmek için sığınılan bir liman olarak görülür. İçinde huzur bulunamayan evler, çoğu travmanın kaynağını oluştururlar. 

Yedi Boş Ev’de hikâyelerin merkezine oturan evler, hikâyelere konu olan insanların tamamlayıcı unsurları olarak kaleme alınmış. Kitaptaki kahramanların çoğu, fiziki olarak ve zihnen son derece yıpranmış kişiler. Bu zihnî yıpranmışlık kimi öyküde akıl sağlığını tamamen kaybetmek, kimi öyküde demans, kimi öyküde ise saplantı olarak karşımıza çıkar. Tüm öykülerdeki ana kahramanlar, evle kurdukları ilişkinin yanında, yaşamındaki diğer insanlarla da bir bağımlılık ilişkisi içindedirler. 

Öykü kahramanlarının akıl sağlığının gelgitli durumuna bağlı olarak anlatılan bağımlılık ilişkileri, tüm öykülere alt katmanda inanılmaz bir tansiyon yüklüyor ve yazarın, gerilim oluşturma amacına ulaşmasını sağlıyor. 

Samanta Schweblin, ev kavramını merkezine alarak yazdığı hikâyelerinde gerilimin dozunu son derece başarıyla ayarlıyor. Bu amaçla öykünün gerektirdiği biçimde kimi öykülerinde birinci tekil, kimi öykülerinde de üçüncü tekil kişi anlatımını kullanarak okurun, öykülerin sonuna kadar sınırlı bilgi sahibi olmasını sağlıyor ve bu bilinmezlik ortamı içinde meraklandırdığı okuru, öykülerin sonunda sert bir gerçeklikle yüzleştirmeyi hedefliyor. 

Yazar, 124 sayfalık kitabında yer alan ve 45 sayfadan uzun olan Mağaramsı Nefes’te, kimi olayları sis perdesi ardına gizleyerek öykünün tekinsiz atmosferini pekiştiriyor ve bu sayede okuru; bir yanda sürekli diken üstünde tutmayı başarırken diğer yanda da başka bir insanın zihin dünyasına sokmayı başarıyor. Yine aynı şekilde, Hiç Alakası Yok ile Babamlar ve Çocuklarım isimli öykülerde de yazarın başarıyla kurduğu öykü dünyasının temelini oluşturan tekinsiz atmosfere bağlı gerilim bir an olsun azalmıyor. 

IV

Yedi Boş Ev’in bütünlüklü öykü dünyası okura gerilimli ve sıra dışı bir okuma deneyimi sunsa da kanımca yazarın çıtayı daha yukarı taşıdığı kitabı, Kurtarma Mesafesi.

Kurtarma Mesafesi, okurdan sabır ve dikkat isteyen romanlardan. Yazar, yüz sayfalık kitabına, okuru roman dünyasına hazırlamadan başlıyor. “Kurtçuklar gibiler.” cümlesi ile başlayan kitapta olaylara, bir süredir devam ettiği anlaşılan diyaloğun ortasından giriş yapıyoruz ve detaylar verildikçe, olan biteni öğrenmeye başlıyoruz. Biz, roman evreninde yaşananları öğrenmeye çalışırken romanın ana kahramanı Amanda ise hatırlamaya çalışmaktadır. Sayfalar ilerledikçe anlarız ki roman boyunca Amanda ile David’in diyaloglarını okumaktayız.  

Amanda ile kızı Nina, dışarıdan bakıldığında doğa harikası gibi görünen bir kasabaya tatile gelmişlerdir. Bu tatil sırasında kimi olaylar yaşanmış ve bu yaşananlar sonucunda Amanda’nın gerçeklikle bağı kopmuştur ve somut gerçekliğe ulaşma çabası içindedir. 

Roman, bu bilinmezlikler etrafında ilmek ilmek işlenmiştir, romanda ilerledikçe düğümlerin, Amanda ve bağlı olarak okurlar için birer birer çözüldüğüne şahit oluruz. 

Kurtarma Mesafesi’nin ilk dikkat çeken özelliği, yazarın yarattığı tekinsiz atmosferi okura başarıyla iletebilmesi. Bu atmosfer okuru bir anda avucunun içine alır ve atmosfere kapılanlar, kısa cümlelerle ve diyaloglarla oluşturulmuş romanı bir oturuşta bitirebilir. Kurtarma Mesafesi, ilk anda okuru avucuna alan tekinsiz atmosferin yarattığı izlenimin aksine bir gerilim ya da alışıldık anlamda bir korku romanı olarak nitelenemez. Tekinsiz atmosfer ve metafizik unsurlarla beslenen korku havası, yazarın iletmeyi amaçladığı temel dertlerini görünür kılmak için kullandığı araçlardır. 

Romanın ilk temel derdi ebeveynlik sorunudur. Amanda ile kızı, David ile annesi, David ile babası arasındaki ilişkiler yazarın romanın merkezine oturttuğu iki temel yapıtaşından ilkinin zeminini oluşturur. Romana adını veren kurtarma mesafesi de ebeveynlik sorununa atıf yapan bir kavram olarak sunulur. 

Kurtarma mesafesi, Amanda’nın kızı Nina ile arasında olduğunu varsaydığı bir güvenlik alanının adıdır. Görünmez bir ip olarak da hayal edilen bu mesafe, içinde bulunulan duruma göre kısalmakta ya da uzamaktadır. Kurtarma mesafesi kavramı sayesinde anne-babaların çocukları için duydukları endişenin büyüklüğünü deneyimleme şansı buluruz. Bu endişenin varlığı okura iyice gösterildikten sonra sıra, ebeveynlerin çocukları uğruna yaşamlarındaki çocuk dışındaki hemen her şeyden vazgeçmelerine gelir. Kurtarma Mesafesi bize, bu gönüllü vazgeçişin anne, baba ve çocuklar üzerinde yarattığı tahribatları görme, kendi deneyimlerimizle kıyaslama ve bu konu üstünde derinlemesine düşünme olanağı sağlar. 

Yazar, 4 Mart 2019’da Pen Transmissions ile yaptığı söyleşide romanın bu boyutu hakkında şu ifadeleri kullanır:

“Aile bizim şekillendiğimiz, ilk trajedilerimizi yaşadığımız yer. Henüz dünya hakkında hiçbir şey bilmezken aile içerisinde bir şeyler öğrenmeye başlıyoruz. Çocuk açısından görünen bu. Ebeveynlerin bakış açısından bakıldığında ise daha da büyük bir trajedi çıkıyor ortaya: Ebeveynlerin duydukları sevgiden daha samimi, daha iyi niyetli bir sevgi olamaz. Yalnızca iyi niyet taşırsınız. Ama sonunda, çocuklarınızın hayatta kalması için onları korur ve onlara şekil verirken aynı zamanda onları deforme edersiniz, engellersiniz, korkular ve aile meseleleriyle boğarsınız. Ne kadar çabalarsanız çabalayın, başka türlü bir trajedi çıkacaktır ortaya. Çocuklarınızı korurken inciteceksiniz de.” (Çeviren: Onur Çalı)*

V

(Bu bölüm spoiler/sürprizbozan içeriyor.) 

Romanın ikinci temel meselesi ise, yazarın yarattığı tedirgin edici atmosferin ve ebeveynlik sorununun ardına gizlediği çevre kirliliğidir. Bu sorun, romanın içinde önemli bir yer tutan mistisizm, büyü ve kara büyü, hayalet hikâyeleri ve diğer fizik ötesi detayların ardına gizlenmiş durumda. Öncelikle atların, sonra David’in, Nina’nın, Amanda’nın ve romandaki diğer karakterlerin başlarına gelenler bilinçli olarak üstünkörü anlatılmış gibi yapılırken dikkatli okura aslında tüm olan bitenin nedeninin aslında suların kirlenmesi olduğunu hissettiriyor. Yazar, yukarıda andığım söyleşisinde bu tercihinin ne denli bilinçli olduğunu şu cümlelerle anlatıyor:

“Zirai kimyasallar hakkında bilgi sahibi olunan ülkelerde romanda neler döndüğünü hemen anlıyorlar. Tehlikeyi okuyup muhakeme edebiliyorlar; onlar açısından tehlikenin son derece gerçekçi ve somut bir işleyişi var. İnsanların bu gibi konular hakkında hiçbir fikir sahibi olmadığı ülkeler de var. Kendi ülkelerinde, mesela Meksika’da zirai kimyasallar kullanıldığı halde bilgi sahibi değiller. Romanda olan süregiden düşükler, engelli çocuklar, patır patır ölen hayvanlar gibi unsurların göründüğü Meksika’da bu işaretler hayaletlere yoruldu, mistisizmle bağlantılı olarak okundu. İyi bir okuma. Elbette böylesi yorumların yapılabilmesine imkân tanıyacak şekilde yazılmış bir kitap bu, demek işe yaramış. Yine de aynı gizlerin, işaretlerin farklı yorumlanabildiğini görmek hoştu. Öte yandan, bilgi sahibi olmayan bir toplumun her şeyde nasıl hayaletler görebildiği ortaya çıkmış oldu.”

Samantha Schweblin’in, çevre meselesini romanın merkezine koyarken, didaktik olma hatasına düşmemek adına yaptığı bu tercih yazarı, okura güvendiği için, daha takdir edilesi kılarken; Kurtarma Mesafesi’ne ise göstermekten ziyade hissettirebildiği için çok katmanlı ve nitelikli bir roman, yakıştırmasını yapmamıza imkân sağlıyor. 

VI

Samantha Schweblin öncelikle, kullandığı dil ile okuru içine kolaylıkla alan atmosferleri yaratmaktaki ustalığı ile göz dolduruyor. Yazarın yarattığı atmosferler okuru zaman zaman tedirgin etse de kitapları okudukça, yazarın temel derdinin insanlığa dair derinlikli meseleler olduğu anlaşılıyor. Bu kapsamda çocuk-ebeveyn ilişkisi, yaşlılık, yalnızlık, akıl sağlığı, içerisi-dışarısı ve dışarının korkutuculuğu, çevre sorunları ve bu sorunların bireyler/toplumlar üzerindeki etkileri, Latin Amerika kültürünün temelinde geniş yer tutan batıl inançların günümüz dünyasındaki izleri ve daha fazlası Schweblin’in kitaplarında kendine yer buluyor. 

Bu unsurları bir arada düşündüğümüzde Samantha Schweblin’i 1960’larda dünyayı etkisi altına alan ve günümüzde de geniş okur kitlelerince okunan Latin Amerikalı yazar ve şairlerin edebi geleneğinden el alarak iki binli yılları anlatmayı başaran ilgi çekici ve gözden kaçmaması gereken bir yazar olarak niteleyebiliriz. 

* Söyleşinin orijinaline: https://pentransmissions.com/2019/03/04/normality-is-a-fiction-a-conversation-with-samanta-schweblin/

Onur Çalı tarafından yapılan çevirisine ise https://parsomenedebiyat.com/2019/08/07/samanta-schweblin-ile-soylesi-normallik-kurgudur/ bağlantılarından ulaşılabilir. 

edebiyathaber.net (14 Kasım 2022)

Yorum yapın