Söyleşi: Şevval Tufan
Plastik Kasaba, Günışığı Kitaplığı tarafından Türkçe’ye çevrilen ilk romanınız. Bu romanda, Bottom ailesinin alışılmışın dışındaki ev yaşamından çevre sorunlarına, ayrımcılığa ve tiyatroya kadar birçok konuya dikkat çekiyorsunuz. Bu konular günümüz dünyasında derin yankı uyandırıyor. Bu kitabı okuyan çocuklara vermek istediğiniz mesaj nedir? Geleceğe dair umudunuz ne yönde?
Kitapta plastik kirliliğiyle bireysel farklılıkların kutlanması temaları iç içe geçiyor: Benim için plastik, sembolik olarak aynılık, sterillik ve tekdüzelik anlamına geliyor. Plastikten yapılmış şeyler ne el emeğidir ne canlıdır ne de biriciktir. Romandaki Stopford kasabası, “plastik insanları”nın tektipleştirme baskısı kontrolden çıktığında neler olabileceğini gösteriyor. Kitabın başında Ophelia “normal” olmayı istiyor ve okulun sloganı olan “Farklı olan tehlikelidir,” sözünün doğru olmasından korkuyor. Ancak hikâye ilerledikçe fark ediyor ki aynılık cansızlığa, yani “plastik” bir yaşama yol açıyor. Dolayısıyla, bu kitabı okuyan çocuklara anlatmak istediğim duygu şudur: Geleceğe dair umut, bizim elimizdedir. Kendimizde ve başkalarında canlılığı ve farklılığı ne kadar çok kutlarsak, kalbimizi ve değerlerimizi ne kadar çok izlersek, dünya da –çevreyle birlikte– o kadar çok gelişip güzelleşecektir.
Ophelia, kimlik duygusuyla boğuşuyor. Tiyatroya özgü gösterişli bir kişilik ile “normal” olma isteği arasında sıkışmış gibi görünüyor. Sizce, gerçek hayatta kim olduğumuzu şekillendirmede performansın rolü nedir?
Hikâyenin başında Ophelia, tiyatroyla iç içe geçen ev hayatı ile okul arasında ikiye bölünmüş durumda. Her iki ortam da ondan kendisi dışında biri olmasını ister. Yani her iki dünyada da bir tür “performans” sergilemesi gerekir: Uyum sağlamak için belli bir şekilde davranmalıdır. Ben de çocukken defalarca ev ve okul değiştirdim; ergenlik çağına geldiğimde sekiz farklı evde yaşamış, yedi ya da sekiz farklı okula gitmiştim. Hayatta kalmamı sağlayan şey, uyum sağlamak ve rol yapmaktı. Elimden gelen her şeyi yaparak ortama ayak uydurmaya çalıştım, ama bunun ağır bir bedeli oldu: Gerçekte kim olduğumu unutmaya başladım. Öte yandan, performans bazen olumlu değişim için bir prova olabilir. Eski bir deyiş olan “Başarana kadar öyleymiş gibi yap!” sözü bir noktada doğrudur. Bence her şey performansınızı nasıl gördüğünüze bağlı: Mevcut durumu korumak için korkuyla mı rol yapıyorsunuz, yoksa yeni bir versiyonunuza dönüşmek için cesaretle mi?
Sizce “benlik” dediğimiz şey, içinde bulunduğumuz ortama göre sergilediğimiz bir tür performans mı? Ophelia’nın ev ile okul arasında yaptığı gibi?
Bir dereceye kadar, kişiliğimiz içinde bulunduğumuz ortamdan etkilenir diye düşünüyorum; kültür ve toplum da kesinlikle bize “uyum sağlama” konusunda baskı yapıyor. Ophelia evde tiyatronun bir parçası olmak zorundayken, okulda da okul kurallarına uymak zorunda. Bu tür baskılar karşısında bazen hayatta kalmanın tek yolu uyum sağlamaktır. Ama “benlik” dediğimiz şeyin özümüz olduğuna inanıyorum ve içinde bulunduğumuz ortam ne olursa olsun, bizi bireyselliğe ve özgünlüğe doğru iten şey de benliktir.
Kendini akranlarından “farklı” hisseden çocuklarla neler paylaşmak istersiniz?
Çocuklukta ait olma ve uyum sağlama baskısı çok yoğundur. “Farklı” etiketini taşımak oldukça korkutucu olabilir. Oysa tam da bu “farklılık”ta büyük bir değer saklıdır. Örneğin, Ophelia Stopford’da dışlanır çünkü kurallara uymaz; ama onun benzersiz organizasyon becerisiyle sıradışı “fil hafızası”, anne babasını plastik fabrikasındaki tutsaklıktan kurtarmanın anahtarı olur. Çocuklara herkesin farklı olduğu ve bu farklılığın beslenmesi, desteklenmesi gerektiği mesajını vermek istiyorum. Farklılık –tehlikeli olmanın aksine– değerli ve olağanüstüdür; hem bağ kurmanın, hem de mükemmeliğin tohumlarını taşır.
Romanda, özellikle kirlilik ve endüstriyel atıklar etrafında şekillenen güçlü çevresel alt metinler var. Sizce çocuk edebiyatının ekolojik farkındalık ve sorumluluk geliştirmedeki rolü nedir?
Hikâyeler bizi fark ettirmeden etkiler. Verdikleri mesajlar doğrudan ve baskıcı bir şekilde sunulmaz. Çocuk edebiyatının en güzel yanlarından biri de budur: Güçlü mesajlar, heyecan verici hikâyelerin altında yer alır ve farklı düzeylerde algılanabilir. Olayların yüzeyinde aksiyon varken, alt metinlerde incelikli fikirler akar. Hikâye aracılığıyla çocuklar hem mesajları içselleştirir hem de kendi görüş ve değerlerini oluşturabilir.
Ophelia’nın hikâyesinde, düşman olan Profesör Potkettle, plastiği güç ve kapitalizm açısından savunur. Seal ise plastiğin okyanusu kirlettiğine ve yaban hayatını tehdit ettiğine inanır. Ama öte yandan, plastiğin iyi amaçlar için de kullanıldığı söylenilebilir –enjektörler, cerrahi eldivenler, kalp pilleri ve stentler gibi. Plastik Kasaba’nın, çocukları plastik kullanımı ve çevreye zararları hakkında düşünmeye, çevredeki kirlilik ve atıkla nasıl başa çıkabileceklerine dair kendi fikirlerini oluşturmaya teşvik etmesini umuyorum.
Ar’ın, başarısızlık ve alaya rağmen Shakespeare takıntısı hem komik hem de trajik. Sizce hikâye, sanatın her zaman takdir edilmediği bir dünyadaki değeri hakkında ne söylüyor?
Bence Ar’ın Shakespeare’e, hikâyeye ve sahneye duyduğu takıntı –ki kimileri bunu demode ve yersiz buluyor– insanın içinde taşıdığı temel bir isteği yansıtıyor: Kendi hikâyemizi anlatma, görülme, duyulma ve başkalarıyla bağ kurma isteği. Yaratıcılığımızın dünya tarafından kabul edilmemesi, ilgi görmemesi gerçekten can yakıcı ve duyarsızlaştırıcı bir deneyim olabilir. Ben tüm kalbimle inanıyorum ki eğitim sistemlerinin hikâyenin, müziğin, sanatın ve dansın ne kadar güçlü ve önemli olduğunu anlaması gerekiyor (bu konuyu son romanım The Invisibles’da daha ayrıntılı ele alıyorum). Günümüzde sanat ve yaratıcılık ciddi tehdit altında (özellikle de yazarların telifli eserlerinin yapay zekâ tarafından izinsiz kullanılmasından, sanatçıların, çizerlerin, müzisyenlerin ve oyuncuların emeklerinin tehdit edilmesinden ötürü). Bu yüzden çocukların yaratıcılığa teşvik edilmesi ve sanatın herkes için erişilebilir olması bana göre hayati önem taşıyor. Sanat eğitiminin formaliteden verilmekten ya da sadece dışarıdan izlenen bir etkinlik olmaktan çıkıp, herkesin katılabileceği, deneyimleyebileceği bir şey hâline gelmesi gerekiyor. Yaratıcılığın her okulda temel bir ders olarak görülmesini ve her evde pratiğe dökülmesini isterim. Yeni nesillerin şunu anlamalarını çok isterim: Yaratıcılık ve sanat, onlardan ayrı, sadece “özel” insanlara ait yetenekler değildir; hepimizin içinde var olan, bireyselliğimizin ve özgünlüğümüzün tohumu olan bir güçtür –aynı zamanda insanları bir araya getiren, daha iyi bir amaç uğruna kurulan bağların da aracıdır.