Sevim Çiçek: “Özetle inkâra, yok saymalara, çarpıtmaya karşı bir tepki ve alternatif bir anlatıdır Bürhân”

Mart 13, 2025

Sevim Çiçek: “Özetle inkâra, yok saymalara, çarpıtmaya karşı bir tepki ve alternatif bir anlatıdır Bürhân”

Söyleşi: Şirvan Erciyes

Sevim Çiçek’in Orta Çağ İslam tarihinin koridorlarında unutulmaz bir yolculuğa çıkardığı Bürhân adlı romanı SRC Kitap tarafından yayımlandı. Kendisiyle son romanı üzerine konuştuk.

Sevim Hanım merhaba, son kitabınız Bürhân hakkında söyleşmeden önce yazma serüveninizden başlayalım isterseniz. Dağlar Taşlar Tanığımdır adlı öykü kitabıyla tanıdık sizi. Yazıyla ilişkiniz nasıl ve ne zaman başladı?

Merhaba Şirvan Hanım, öncelikle söyleşi için teşekkür ederim. Yazıyla ilişkime dair kesin bir tarih veremiyorum. Kastettiğiniz edebi yazınsa Notos Atölye ve Semih Gümüş’le tanışmamla yani 2016’da başladı. Belleğimde çok sayıda hikâye vardı ve artık aktarmam için her biri kendini dayatıyordu. Dağlar Taşlar Tanığımdır bu hikâyelerin ürünüdür.

Siz de üniversite de tarih eğitimi almışsınız. Bürhân’ı okumaya başlayınca kendi üniversite yıllarıma gittim. İslam Tarihi dersinde, tam da sizin romanınızda eğildiğiniz dönemi ve olayları anlatıyordu hoca. On yedi yaşında bir gençtim ve tüm bu anlatılanları havsalam almamıştı. Söz isteyerek İslam’ın henüz yeni bir din olduğu dönemlerde peygamber ailesine dahi yönelen bu zulmün ve şiddetin nedenini sormuştum, tam tersi olması gerekmez mi demiştim. Hoca giderek artan bir öfkeyle benim söylemimin tamamen din düşmanlığı olduğunu iddia ederek çılgına dönmüştü. Öfkeden kıpkırmızı olmuş suratını yıllar geçse de unutamadım. İnsanların böylesine tahammülsüz olduğu bir ortamda çok zor bir konuyu ele almış, üstesinden de gelmişsiniz. Öncelikle, bu romanı yazma fikri ne zaman oluştu ilk, sizi bu dönemi anlatmaya iten temel düşünce neydi?

Ülkenin hemen her bölgesinde tarih öğretmenliği yaptım. Mesela 90’lı yılların başında Batman’daydım, çok zor günlerdi ama mesleki açıdan çok da öğreticiydi. Lise sınıflarında neredeyse her konu tartışma yaratıyordu. Kredili sistem zamanıydı. Genel Türk Tarihi dersinde ilk Türk İslam devletleri konusunu işliyoruz, Eyyubiler, Memlukler, Tolunoğulları falan. Eyyubilerden bahsederken öğrenciler Selahattin Eyyubi’den kurucusu olduğu devletin Türk diye bahsedilmesinden rahatsız oldu, “Hocam hangi kritere göre Türk, halka göre desek halkın çoğunluğu Arap ve Kürt, kurucusuna göre desek Selahattin Eyyubi özbeöz Kürt’tür,” diye itiraz ettiler. Yirmili yaşların başındayım, bir yandan acemilik öte yandan ortam çok kötü, ne diyeceğim şimdi. Müfredatı ben yazmadım, itirazınızı bakanlığa yapın, deyip konuyu kapatmaya çalıştım. Bu sefer de korkaklıkla suçladılar beni, dürüst davranmadığımı, gerçekleri çarpıtanlara hizmet ettiğimi söylediler. Çok sonra yanılmıyorsam 2007’diydi Toplumsal Tarih dergisine “Bildiğini söylemekten korkmak” başlıklı bir yazı gönderdim ve yayımlandı. Bu romanı olmasa da resmi tarih anlatılarında yer almayan, inkâr edilen, çarpıtılan konularda bir şeyler yazma fikri o yılların eseridir. İslam tarihi öğrencilik yıllarımdan bu yana ilgimi çekmiştir. Erken dönem İslam tarihinde öyle çok doğru bilinen yanlış, hiç bilinmeyen olaylar ve kahramanlar vardır ki şaşırırsınız. Emekli olunca bu konulara daha fazla yoğunlaştım. Özetle inkâra, yok saymalara, çarpıtmaya karşı bir tepki ve alternatif bir anlatıdır Bürhân.

Bürhân’ı ne kadar sürede yazdınız, nasıl bir hazırlık süreci izlediniz? Hangi kaynaklardan yararlandınız?

Araştırma dahil dört yılı aştı yazım süreci. Ele alacağım tarihsel olaylara karar verdikten sonra, kurmaca olaylar ve baş karakterlerle ilgili bir zihin haritası çıkardım. Kaynak araştırması, okuma, taslağın peyderpey ortaya çıkışı iki yıla yakın sürdü. Zaman zaman vazgeçme noktasına geliyordum. Örneğin 2020’de ilk taslağın giriş bölümü ortaya çıkmıştı, 14 Mart 2023’te kaybettiğim kardeşim Erkan Çiçek’e okutmuştum “Biraz didaktik geldi bana” demişti. Giriş her zaman zordur ve tıpkı bir yapının temeli atmak gibi zaman alıcıdır. Yazmayı bıraktım ve malzeme toplamaya devam ettim. Yüze yakın yazılı kaynak, ayrıca film ve videolardan yararlandım. İslam Tarihi, İslam’ın doğuşundan yaklaşık 250 – 300 yıl sonra, vakanüvisler tarafından yazılmış. Bu eserler arasında en çok yararlandığım kaynak İbnü’l- Esir’in ve Diyanet Vakfı’nın İslam ansiklopedileri, Ahmet Cevdet’in Kısası Enbiya’sı oldu. Günümüz Türkiye’si yazarlarından en çok Faik Bulut’un kitaplarından yararlandım, bu vesileyle buradan kendisine şükranlarımı iletiyorum. İlk anda aklıma gelen birkaç kaynak daha vereyim.
• Corci Zeydan, İslam Uygarlıkları Tarihi
• Ira M. Lapidus, İslam Toplumları Tarihi
• Irene Melikof, Türk-İran Epik Geleneği İçinde Horasan Teberdarı: Ebu Müslim
• İsmail Toprak (Hazırlayan), Ebu Müslim Horasani Hikayesi
• August Babel, Hz. Muhammed ve Arap-İslam Kültürü
• Ali Mazaherî, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları
• Claude Cahen, İslamiyet
• Prof. Dr. Fazlur Rahman, İslam
• Mehmet Bölükbaşı, Cahiliye Döneminde Araplarda Din Anlayışı
• Alâddin Şenel, Din-Ahlak,Saygı-Biat Üzerine Aykırı Yazılar
• Neş’et Çağatay, İslamdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Cağı
• Fatih Duman, İslamdan Önce Arap Folkloru ve Kur’an
• Mustafa Demirci, Siyah Öfke
• Bernard Lewıs, İslamın Krizi
• İbni Haldun, Mukaddime
• İhvan-ı Safâ Risaleleri
ve birçok makale.

Tarihi kaynaklardan yararlanmanın kurgu süreci üzerindeki etkisini de merak ediyorum.

Tarihin kendisi de bir kurgudur aslında. Eserinizde gerçek tarihsel olaylara yer veriyorsanız farklı bakış açılarına sahip kaynaklardan yararlanmaya mecbursunuz. Ayrıca kurmaca olayları, karakterleri, yaşam hikâyelerini kurgularken dönemin koşullarını dikkate almazsanız anlattığınız büyük hikâye sahiciliğini dolayısıyla inandırıcılığını da yitirir. İlgili kaynakların bir kısmında nefret nesnesine dönüştürülen Ebu Müslim, bazı kaynaklarda da olağanüstü özelliklere sahip destansı bir karakter olarak resmedilmekte. Ebu Müslim’i anlatırken ikisinden de kaçındım. Sorunuza cevap oldu mu, bilmiyorum.

Tarih, çağlar boyunca iktidarların çıkarları için kullandıkları enstrümanların başında gelir. Önceden tarihi romanlarla şimdilerde diziler aracılığıyla kurgulanmış bir geçmiş inşa etmeyi deniyor, hatta bazı kesimler üzerinde de etkili oluyorlar. Siz tarih edebiyat ilişkisine nasıl bakıyorsunuz? Bürhân’ı yazarken önceliğiniz tarih mi yoksa edebiyat mıydı?

Evet, bu konuda size sonuna kadar katılıyorum. Bu konuda sayfalar dolusu yazı kaleme alabilirim. Özetle hem geçmişte hem günümüzde tarih her alanda kötüye kullanılıyor. Örneğin 19. yy.da hem ulusların icadında hem inşasında, halkları tek tipleştirme ve geçmişte tek noktaya sabitlemede tarih en kullanışlı aparat oldu. Şimdilerde de Osmanlı tarihi adeta yeniden yazılıyor. Birgün taksiye bindim, dikiz aynasında Osmanlı arması asılı. Şoföre dedim ki, “Bu armanın İngiltere kraliçesi Victoria’nın Osmanlı padişahı Abdülmecit’e armağanı olduğunu biliyor musunuz?” Önce nutku tutuldu adamcağızın, sonra mahcup bir sesle, “Bilmiyordum,” dedi “Herkes asınca ben de astım.” İyi yapılandırıldığı ve yazıldığı sürece tarih edebiyat ilişkisine olumlu bakıyorum. Bir öncelik sonralık ilişkisi kurmadan yazdım. Dikkat ettiğim, titizlendiğim en önemli husus kurmacayla gerçeği iç içe örmekti.

Bürhân’da gerçek kişiler ve olaylar var, Kerbela, Emevi ve Abbasi halifeleri ve onlara karşı başkaldıranlar. Ancak olayları anlatırken insanı da ihmal etmeyerek o dönemde yaşaması olası karakterler yaratmışsınız. Kuyum ustası, şifacı ya da tüccar. Karakterlerinizi dönemin yaşam koşulları içinde anlatmaya gayret etmişsiniz. O dönemin gündelik yaşantısına dair detaylara nasıl ulaştınız?

Bu konuda en çok yararlandığım kaynak, Bahriye Üçok’un çevirisiyle Varlık Yayınları tarafından yayımlanan Ali Mazaherî’nin Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları kitabıydı. Önce pdf’ini buldum internette, hazine kıymetindeydi benim için, sonra online satış yapan bir sahaftan kitabın matbu halini sipariş ettim. Ayrıca Kûfe, Basra, Bağdat kentleriyle ilgili çok sayıda makale okudum.

Romanın ana karakterinin Rudaw olduğunu düşünmüştüm sonra Kalfa öne çıktı, daha sonra Kalfa da sahneden çekildi, Sade ile başka bir boyuta ilerledi anlatı. 150 yıllık bir dönemin tanığı kızıl yakut kolyeyi saymazsak, karakterler ve mekânlar sürekli değişti. Kalfa’nın kalede geçen son gecesinde bitirebilirdiniz romanı. Bürhân’dan rahatlıkla iki roman çıkabilirdi. Sanırım siz anlatmak istediğiniz tüm başkaldırı hareketlerine değinmek istediniz. Bu konuda eleştiriler aldınız mı?

Haklısınız iki roman çıkabilirdi. Bir ara 2. ve 3. bölümleri çıkarmayı düşünmedim değil ama SRC genel yayın yönetmeni Fırat Acar’la madem yazıldı, okuru mahrum etmek etik olmaz yönünde karar verdik. Henüz bu konuda olumlu ya da olumsuz bir geri bildirim almadım.

Bürhân’da bir üst anlatıcı var olayları dışardan gözlemleyip anlatıyor. Diyaloglara da sıklıkla yer veriyorsunuz ancak anlatıcı zaman zaman kişisel fikrini beyan ediyor bazen de bilgi veriyor. Kurmaca eserlerde anlatıcının konumu sıkça tartışılan bir olgu. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Anlatıcının konumu eserin niteliğini nasıl etkiler?

Esasında ben bu tür şeylere pek takılmıyorum. Benim üstünde durduğum şey yazarın sesinin duyulmaması. Arapça bir sözcük olan Bürhân’ın sözcük anlamı kanıt/delil. Althusser’in dediği gibi, mutlak tarafsızlık yoktur, dürüstlükle tarafını itiraf etmek vardır. Bürhân’daki anlatıcı da tarafını belli edip ezilenlerin bakış açısıyla anlatıyor, bilgi vermesi, söze girmesi biraz da bu yüzden.

Siegfried Kracauer tarihin tam manasıyla bilim olmadığını, bilimle anlatı arasında kalan ara bölgeye ait, melez bir tür olduğunu ileri sürer. Siz katılır mısınız bu görüşe?

Kesinlikle. Kadim bir tartışmadır bu. 19. yy.da tarihi pozitif bilimler kategorisine dahil edenler bile olmuş.
Tarih Vakfı Yurt Yayınları etiketiyle 2003’te Tarihin Kötüye Kullanımı adıyla yayımlanan sempozyum kitabındaki bildirilerin birinde, mealen tarihin istismara ve çarpıtmaya açık olduğu vurgulanır. Bu durumda takınılması gereken en doğru tavır sunulan tarihsel bilgiyi eleştirel bakışla okumak, analitik düşünme yoluyla sorgulamaktır denir. Bence de tarihi, bilimle anlatı arasındaki ara bölgede konumlandırmak en doğrusu.

Bürhân’ın odağı ne Rudaw ne Kalfa ne de Kerbela. Odakta din adına iktidar mücadelesine girenler, kişisel güçleri için halka zulmedenler ve her türlü baskıya karşın isyan etmeyi göze alanlar var. Tarihi kim yazıyor Sevim Hanım? İktidarlar mı halk mı?

Çok bilinen bir Afrika atasözüyle yanıt vereyim sorunuza: Tarih bugüne kadar hep avcıların hikâyesini yazdı. Avcıların kahramanlıklarını öne çıkaran tarihi de avcılar yazıyor maalesef.

Okurlarınızı bekleyen yeni projeleriniz nelerdir. Öykü yazmaya devam edecek misiniz yoksa romandan mı ilerleyeceksiniz?

Kardeşimin vefatından sonra yeni yeni yazıyorum. Türkiye tarihinde 1915-1922 arası hem çok karanlık hem az bilinen bir dönem. Okumalarım şimdilik bitti, romanı yazmaya da başladım, ilerletebilecek miyim zaman gösterecek. Öte yandan elimdeki öyküleri revize etmeyi de düşünüyorum. Yani bundan sonraki kitap öykü de olabilir roman da. Ufuk açıcı sorularınızla kendimi ifade etmeme fırsat tanıdığınız için teşekkür ederim.

edebiyathaber.net (13 Mart 2025)

Yorum yapın