Sus Barbatus! Kışın ömrü uzun mu? | Ömürcan Bozali

Mart 1, 2019

Sus Barbatus! Kışın ömrü uzun mu? | Ömürcan Bozali

Faruk Duman’ın yeni romanı “Sus Barbatus!” Hep Kitap etiketiyle Kasım 2018’de okurla buluştu. Roman 12 Eylül’e doğru hızla ilerleyen süreçte, Ç.’de bitmeyecek gibi yaşanan kış mevsiminin ağır koşulları altında, neredeyse soğuğa tutsak düşen insanların yaşam mücadelesini konu ediniyor.

Mekân-zaman-karakter teklisi

1979 yılının kış mevsimi, Ç.’de yaşayan insanlar için sıra dışı olaylara tanıklık ettikleri, donmuş bir zaman dilimi… Evet; kış bütün karanlığı, soğukluğu, insanın içine işlettiği ürperme duygusuyla adeta kendi vaktini –yani gelip geçiciliğini-  dahi dondurarak; diğer mevsimlerin varlığını unutturacak bir hâkimiyet ve kalıcılık kurar Ç.’nin insanları üzerinde.

 İnsan kendini, yaşamını, deneyimlerini, duygularını; zamanla, zamanın ruhuyla, zamanın doğa üzerinde bıraktığı etkiler ve benliğinde uyandırdığı farklı bir duyumsama, alımlama sezisiyle gözlemler. Yani doğa, zamanın koşullarına göre renk değiştirir. Bu değişim insanın olayları ve durumları yorumlama anlayışına etki eder. Söz gelimi; yumuşak iklim koşullarına sahip, orman örtüsü gür, ılık sahil bölgelerinde yaşayanların hayatı yorumlama biçimleriyle, daha sert ve karasal iklimden nasibini alan bölgelerde bulunanların aynı konudaki bakış açıları farklılıklar gösterir. Bu bağlamda; Sus Barbatus!’ta zaman, mekân, karakter üçlüsü birleşip tek bir ruh hali, yekvücut bir duygu açığa çıkarıyor diyebiliriz.

Otoriter kış imgesi ve karakterlerin otoriteye karşı tutumları

Ç.’de yaşanan kış koşulları, imgesel olarak 12 Eylül döneminin vicdan yaralayan karanlık günlerini hatırlatır. Yolların aylarca kapalı kaldığı, karın durmaksızın yağarak insanı kendi köşesine sıkıştırdığı, soğuğun ve fırtınanın küçücük bir delikten sızarak evlere baskın yaptığı Ç.’de yaşananlar; hapsolma, kapatılma, maruz bırakılma hissini okura hissettirir. Karın şiddeti yüzümüzü döverken, dondurucu ayazın soğuğu insanın içinde her köşeyi tutan bir korku duygusu yaratır. Romandaki karakterler doğanın koşullarına göre aldıkları tavır, izledikleri yol bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Örneğin Kenan, Zeynep, Mustafa Öğretmen, Gülşen, Aynur gibi bazı karakterler bütün olumsuz koşullara direnerek hayata tutunan, koşulları değiştirmeye çalışan roller üstlenirken; Kadir Ağa, Atalay, Bekir Komutan gibi karakterler ise mevcut durumla uzlaşarak, ona ayak uydurarak yaşantılarını idare edebileceklerine inanırlar.

Kenan, hamile eşini besleyebilmek için günlerce ormanda av bekler, yükü ağır olduğu halde uzak şehre yürüyerek gidip döner. Zeynep, eşinin çırpınışlarını görerek yalnız kaldığı günlerde güçlü durmaya çalışır. Mustafa Öğretmen; şiire, romana olan inancını kaybetmemiştir. Öğrenci yetiştirerek dünyayı güzelleştirebileceğini düşünür. Keza yetiştirdiği öğrencilerin bir kısmı daha sonra, dünyayı değiştirme iddiasıyla dağlara çıkar. Gülşen bütün zorluklara, eziyetlere, aşağılamalara katlanarak çuvallar dolusu ansiklopediyi incelenmesi için günlerce köyün yakınındaki karakola taşır. Aynur, işkenceden sonra öldüğü sanılarak bir yol kenarına bırakılmasına rağmen hayata tutunur, mücadelesini sürdürür.

Kadir Ağa, güçlü olanla işbirliği yaparak yaşantısını daha iyi hale getirebileceğini düşünür. Atalay, babasının baskılarından bunalıyor, angaryalarına her ne kadar canı sıkılarak katlanıyor olsa da artık içinde bulunduğu ortamı ve kendi silikliğini kabullenmiş durumdadır. Bekir Komutan bulunduğu yerden, sürdürmekte olduğu hayattan, mesleğinden memnun değildir. Sürekli içki tüketerek, Aysel ile gizli bir ilişki kurarak zamanın şartlarına tahammül etmeye çalışır.

Bu noktada Aysel’e bir parantez açmak gerekir. Aysel de içinde bulunduğu koşullara boyun eğdiği halde; anaç tavrı ve duygusal kopuklukları onu Kadir Ağa, Bekir Komutan yahut Atalay karakterlerinden ayırır. Serserilerden, küfürbazlardan, dayakçılardan bunaldığı halde yeni bir hayat için mücadele edecek gücü kendinde bulamayan Aysel, yerleşik hayat kadını algısını yıkar. Sus Barbatus’un içine girmesi sonucunda duyuları daha farklı çalışmaya başlayan Aysel, ağır kış koşullarının bünyesinde yarattığı yıpranmanın da etkisiyle derin anlamlı, efsunlu cümleleriyle öne çıkar. Aysel’in değişimi, şiddet ve baskı dönemlerinde ileri bir algı düzeyine erişen, “deliren” insanlarımızı hatırlatır. Bu bağlamda Aysel’i daha gri bir karakter olarak niteleyebiliriz. Aynı zamanda, askerlerle girdiği çatışma sonucu ağır yaralanan Faruk’un da komada yattığı sürede ateşinin etkisiyle kurduğu cümleler ve sayıklamalar, dil bakımından Aysel’inki ile benzerlik göstermektedir. Kontrolden çıkan, adeta “deliren” bir atın çektiği kızakta, Aysel ile Faruk’un buz tutmuş Ç. Gölü’ne gömülmeleri dikkat çekici ve okuru bu benzerliği aramaya iten bir olay…

“Sus Barbatus!”un kökleri

“Sus Barbatus!” kötü koşulları değiştirmek için direnenlerin, mevcut duruma ayak uydurarak aslında kötülüğe hizmetkâr olanların, arada kalanların, koşulları yaratanların kitabı… Bu bağlamda toplumcu gerçekçi edebiyatın izlerini taşır. “Sus Barbatus!” çetin yaşam koşullarının, aylarca kapalı kalan yolların; kenara itilmiş, köşede kalmış, kaderiyle baş başa bırakılmış, tecrit edilmiş taşranın romanı… Bu nüvelerden hareketle köy romanın eski tadını hatırlatan bir yanı olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan toplumcu gerçekçi akımın ve köy romanının benimsemediği imgesel anlatım teknikleriyle bezeli, anlamın örtük, sembolik dilin ortada olduğu bir kitap… Böylece modernist edebiyatın etkilerini de kitapta görmek mümkün… Romanda cümlelerin kendine özgü bir yazım tekniğiyle kurulmuş olması, genel yazılı dil kurallarını kıran bir noktalama anlayışı hâkim… Bölümler arasına yerleştirilen kısa halk hikâyeleriyse okura kıssadan hisseler sunar. “Sus Barbatus!”, günümüzde benzerine az rastlanılan bir üsluba sahip… Büyülü, masalsı anlatım; yansıma sözcüklerin dikkat çeken varlığı, doğayla, hayvanlarla hemhal olmuş söylem kapsayıcılığı romanı modern bir destan olarak nitelememizi sağlar.

Alacakaranlığın, dondurucu ayaz soğuğunun, şiddetli yağan karın, zulümden yana taraf olanların bütün varlığına rağmen “Sus Barbatus!” karamsarlıktan yana değil. Aksine; işkenceden geçip ölümden dönen Aynur’un uçarılığı, inancı ve bitmeyen heyecanı, çocuğunu kaybeden Kenan’ın her şeyin yoluna gireceğine dair sonsuz ümidi kışın yakında son bulabileceğine dair bir umut aşılıyor. Kışın ömrü uzun mu?

Ömürcan Bozali – edebiyathaber.net (1 Mart 2019)

Yorum yapın