Adalet ölüyor, duymuyor musunuz? | Havanur Taflan

Mayıs 9, 2022

Adalet ölüyor, duymuyor musunuz? | Havanur Taflan

İnsan tümüyle suçlu değildir çünkü tarihi o başlatmadı.

Ama tümüyle suçsuz da değildir çünkü tarihi sürdürdü. 

Camus                                   

José Saramago / Çizer: Alp İz

Themis, Yunan mitolojisindeki adalet tanrıçası… Olympos’ta yaşayan Tanrıların toplantılarına başkanlık eden, söyledikleri yasa ve kural olan… Tanrılar dünyasında da insanlar dünyasında da değişmeyen, evrensel ve ölümsüz doğa yasası… Heykelini yapıp adalet saraylarımızın önüne diktik onu.  Ama neden gözlerini bağladık? Adil olmasını istediğimizi göstermek için mi? Yoksa adaleti öldürdüğümüzü görmesin diye mi? Bilmiyorum… Fakat gerçek şu ki hepimizin ihtiyacı var ona. Ama hangi adalete? Hukukun sağladığı (bir türlü sağlayamadığı) adalete mi? Ya ‘adil’in etik ile eş anlamlı olan adaleti? Her şeyden önce toplumun kendisinden, eylemde kendiliğinden ortaya çıkan adalete ihtiyacımız var. Ahlaki zorunluluk olan adalete…

Floransa’da bir köy… Tarlalarda çalışanlar kilise çanının sesini duyuyorlar. Çanlar günde birkaç kez çaldığı için merak edecek bir şey yok aslında. Ama ölüler için çalınan kederli bir çalış bu. Köyden kimse ölüm döşeğinde olmadığından işlerini bırakıp yakındaki kiliseye koşuyorlar hemen. Zil birkaç dakika daha çalmaya devam edip susuyor. Biraz sonra bir köylü beliriyor eşikte. Zili çalmaktan sorumlu olan kişi değil bu. Toplanan halk merakla neden bir ölü varmış gibi çaldığını sorduğunda; “Hayır, kimse, hiç kimse ölmedi. Adalet için çaldım… Çünkü adalet öldü.” diye bağırıyor köylü. José Saramago, Dünya Sosyal Forumu’ndaki kapanış konuşmasında anlatıyor bu öyküyü. Anlattığı hikâyedeki kilise önüne toplanan kalabalığın sonra ne yaptığı hakkında bilgi vermiyor dinleyenlere. Bir delinin anlamsız eylemi ya da sadece polis için bir mesele olarak görülen bir olay olmuştur belki de. Belki de… İnsanlar hiçbir şey olmamış gibi işlerine geri dönüp unutmuşlardır olayı. Bugün, ruhun mutluluğu için bir ön koşul olan adaleti getirme olasılığını destekleyen ve ilan eden farklı türden başka çanlar çaldığında; tıpkı bizim yaptığımız gibi.

Adalet için anlaşılabilir bir pratik uygulama kodumuz var elimizde oysa: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi. İlan ettiğimiz andan itibaren onun tek bir virgülünü değiştirmeden, her politikanın platformlarına yerleştirebilseydik eğer bugün yaşadığımız dünya daha farklı bir yer olabilirdi. Bugünün dünyasının acımasız gerçekleriyle yüzleşmek için çok uzaklaşmış geleceğe karşı hazırlayabilseydik yeryüzünü, duyarlı haysiyetli zamanların insanlığın en büyük özlemi olduğunu varsaydık eğer… Adaletsizliğe karşı kutsal isyan hakkına evet diyebilseydik bugün gerçek adalete ulaşmış olurduk. Ama ayaklar altında ezilen adalet karşısında sessiz durduğumuz için hepimiz suçluyuz. Bilinçli veya bilinçsiz olarak yaptığımız her şeyden ekonomik küreselleşme sürecinin getirdiği toplumsal uyuşukluktan sorumluyuz. Eğer bir an önce eyleme geçmez ve hızlı hareket etmezsek Saramago’nun değişiyle ekonomik küreselleşme kedisi ( başka kediler de…) insan hakları faresini yiyecek. Elimizde de hiçbir ‘hak’ kalmayacak.

Ne sorumsuzluk ne de itaate sığınmak bizi suçluluktan kurtarmaz. “Eğer etik aklı yönetiyorsa, akıl etiği küçümser.” Kötülük, toplumsal düzen için bir tehdittir ve çok kolay alışkanlık haline gelir. İtiraz ve itaatsizlik hakkını benimsemiş ve kendini bu hakla tanımlamış olan insan; gerçek insandır. Bizler her birimiz yurttaş olarak yanlış ya da zararlı kabul ettiğimiz faaliyetlere ortak olmama hakkına sahibiz. Tıpkı Herman Meville’nin kahramanı Kâtip Bartleby’nın yaptığı gibi… “Yapmamayı tercih ederim. ” diyebilme hakkına… Fakat diğer tüm haklarımız gibi bunun da farkında değiliz. Modern dünyaya karşı, pasif direniş Meville’nin kahramanının yaptığı… Ama pasif bir direniş değil bizden istediği Saramago’nun. (Gerçi onu da yapmıyoruz ya.) 

Her şeye rağmen insan haklarına ulaşacağımız (en azından tatmin edici bir şekilde) tek sistem demokrasi dediğimiz toplumu yönetme sistemi… (Yerine başka bir şey bulamadığımıza göre…) Oy kullanmasına kullanabiliyoruz da demokratik eylem olasılığımız burada başlayıp bitiyor. Bir hükümet bizi hoşnut etmezse yerine başka bir hükümet kurup iktidarı değiştirebiliyoruz; ancak, oylarımız dünyayı yöneten tek ve gerçek güç olarak etkili olmuyor hiçbir zaman. Ya dünyayı ezenler ve ezilenler olarak ikiye ayıran paranın küreselleşmesi karşısında emeğin onuru için verilmesi gereken mücadele… Demokrasinin, istediği ortak yararla hiçbir ilgisi olmayan çok uluslu şirketler tarafından yönetildiği gerçekliği… Ayaklar altında ezilen adalet… Hepimiz bu gerçeklerin farkındayız. Ama bizi çıplak gerçekleri görmekten alıkoyan bir tür sözlü ve zihinsel otomatizm sayesinde, demokrasiden canlı ve dinamik bir şeymiş gibi konuşmaya devam ediyoruz. Göremediğimiz şey sanki gözlerimizin önünde değilmiş gibi… Bu yüzden de seçtiğimiz hükümetler, giderek daha fazla ekonomik gücün siyasi komiserleri olmaya ve adaleti kendilerine göre yontmaya devam ediyorlar. 

Bu dünyada edebiyattan sera etkisine, atık arıtımından trafik sıkışıklığına kadar her şeyi tartışıyoruz tartışmasına da… Ya demokratik sistemi?  Sanki zamanın sonuna kadar doğa tarafından verilmiş, kesin olarak edinilmiş ve dokunulmazmış gibi tartışmıyoruz onu. Çok geç olmadan diğer pek çok gerekli tartışma gibi demokrasiyi de masaya yatırmamız gerekiyor artık. Vatandaşların siyasi ve sosyal yaşamda oynadıkları kısmını, demokrasiyi neyin onayladığını ve neyin reddettiğini, sefaleti ve insanlığın umutlarını, hukukun gerektirdiği durumlarda mahkemelerde uygulanan adaleti… Tek tek ve hep birlikte tartışmak zorundayız. İnsanın kendini aldatmasından daha kötü bir aldatmaca yok. Ve biz uzun bir süredir böyle yaşıyoruz. Mış gibi yaşamak bu… Gerçekliğin değişmesine yardım edebilmek için önce gerçekliği görmemiz, bunun için de kendimizi küçük görmeden gözlerimizi yıkamamız şart. Bir de kibrimizden arınmak… 

Çağdaş kötülük ve suç üzerine düşünen Saramago evrensel etiğe inanıyor. Yazmak, etik bir varoluş hissini edebi olarak ifade etme isteği onun için. “Ben tipik bir yazar değilim. Sadece fikirlerim olduğu için yazıyorum.” İnsanı ve yaşamını oluşturan zayıflıkları,  zaafları, öznenin kendi kendine ve toplumla birlikte yarattığı, öznenin eylemlerinden türeyen etik sorumluluğu ortaya çıkarmak… İnsanın içindeki iyiyi çıkarıp kötülüğüyle yüzleştirerek, daha insani bir dünya alternatifini önüne sermek onun amacı. Kendini gündelik hayata teslim etmiş ve benlik bilincinin derinliklerine aletsiz edevatız dalan insanı hazırlamak derdi… Bir de vicdanlarımızı deşmek…  

Tarih, bize mumya gösterilir gibi, tanıdığımız ve acısını çektiğimiz gerçeklikten çok uzak, zamandan kopmuş rakamsal veriler olarak öğretildi hep. Ve onu anlatan sese göre değişti hikâyesi. Bize asla her şeyi söylemedi. Ya tüm o söylenmeyen gerçeklerin sesi? Nehirler ve okyanuslar arasında ses köprüleri döşeyen bizler, o sesi aramak zorundayız artık. Ve bunu yapabiliriz. Yoksa suç dosyamız gittikçe kabaracak. ”Söyleyecek başka bir şeyim yok. Sadece bir an sessiz olmanızı istiyorum sizden. Floransalı köylü bir kez daha kilise kulesine tırmandı ve çanı çalmak üzere. Lütfen onu dinleyelim.” Evet, dinleyelim. Ama bu sefer bir şeyler yapalım. Çünkü gerçeği görüp değiştirmek için çok az zamanımız kaldı. Tarih her şeyi saklasa da geçmişimize bıraktığımız tüm suçlar katlanarak geleceğe doğru yola çıktı. Elimizde kalan son adalet kırıntılarını yutmak için…

Kaynakça: 

22 Ocak 2002, José Saramago’nun Dünya Sosyal Forumu’ndaki kapanış konuşması

Eduardo Galeano, Biz Hayır Diyoruz, Metis Yayınları.

Herman Merville, Kâtip Bartleby, Sel Yayınları

Jose Saramago, Mızraklar, Mızraklar, Tüfekler, Tüfekler, Kırmızı Kedi Yayınları

edebiyathaber.net (9 Mayıs 2022)

Yorum yapın