Sözün Ardı/Önü: Zakkumlar, yaseminler ve sığırcıklar 43 | Feridun Andaç

Mayıs 28, 2024

Sözün Ardı/Önü: Zakkumlar, yaseminler ve sığırcıklar 43 | Feridun Andaç

                                                             “İnsan hayatını hakikate vakfetmeli.”

                                                          Decimus Iunius Luvenalis

Gözleri üzerindeydi. Her sözü, davranışında. Rüzgarın yeli dağ esintisini önlerine katmıştı. Sessizlik, içe çekilme bu yeri en çok anlatandı.

Göle doğru yürüyorlardı.

Kadın, adamla kardeşinin ortasında yürüyordu.

Süzgünde.

Adam, içe çekilmiş bir zamanın hüznüyle bakıyordu her bir şeye.

Kadındaydı… varlığı, bakışlarıyla…

Hafif dokunuşları, arada bir elini tutup kendine çekerek öpüşleri kadını uysallaştırıyordu. Ya da o öyle anlıyordu onun bu dingin sevecenliğini.

Yolları yönsüzdü.

Adam öyle anlıyordu. Kadının hissettirdiği de buydu aslında.

Örseleyen dirişkenliği sonunda  onları bu duruma getirmişti. Anlık parlamalar, ötelemeler…

Aralarındaki zaman yok hükmündeydi. Her şey parça parça olmuştu.

Savruntu…

Diyordu, adam.

Önceki hayatında da  o gözükaralığını görmüştü. Bir anda her bir şeyi  yerle bir etmiş, arkasına bakmadan gitmişti.

O gidişin ezinci başka savruntulara, hatta tutunamamalara neden olmuştu.

Yeni bir göç başlamıştı ikisi için de.

Her kopuş bir bağlanıştır aslında.

Adam bunu yaşamıştı çokça. Geldiği bu yerde, kadını “evim”, “yurdum” diye tanımlıyordu.

O ise; asi, atak haliyle; suyu bulandırmak, dalları budamakla meşguldü.

Adam karşısındaydı, yanıbaşında…

Akıp gidişe, tümleşip yaşamaya anlam vermek, değer katmak yerine sürekli bahaneler yaratarak örselemeyi seçiyordu. O anın güzelliği yerine, ötede, geçmişte olanları bir “kabahat” gibi yineleyip duruyordu.

Bu ke, ağlayışlarının ardında da bu vardı.

“Göremedin tüm bunları,” demişti buruk edayla.

İç çekerek bakmıştı  adam kadına.

Karşılarına çıkan beyaz, pembe, kırmızı zakkumlar bir anda kadını canlandırmış; yaklaşıp dokunarak o renk ağışmasını koklamaya başlamıştı.

Hemen berideki yaseminler adamı durdurmuştu. O da elleriyle dokunup sinen kokuyu kadına taşımıştı kucaklayarak.

Adeta tümleşme haliydi yaşadıkları…

Yanlarındakini unutmuşçasına öpüşmüşlerdi.

Kadın, gözyaşlarını tutamıyordu.

Adam, mendilini çıkarıp kadına vermişti.

Kalabalığı geçip deltanın ucuna doğru konumlanmış  çaybahçesinde  boş bir masa bulabilmişlerdi.

Adam, kadına dokunmaktan kendini alamıyordu. Saçlarını, boynunu, omuzlarını, ellerini…

Sandalyeyi çekip, kadınını oturmasını istemişti.

Sonra, birer çay siparişi vermişlerdi.

Seyirleri göle karşıydı. Nehrin göle kavuştuğu yerdeydiler tam.

Akşam alacası göle yansıyordu, bir dizi kuş katarı çizgi halinde  süzülmüştü gölün üzerinde. Bunu izlemeye vermişlerdi bakışlarını.

Kardeşi, adeta varlığını hissettirircesine; kuşların öncü  ve artçılarından, uçuş hizalarının anlamından söz etmeye başlamıştı.

Kadın; “demek ki her birlikteliğin bir kolaylaştırıcısı var,” demişti sessizliğini bozarak.

Adam, sabah, kadına yazdığı mektubu düşündü.

Kadın, bundan habersizdi. Şunu yazmıştı adam mektubunda:

“Bugün bir milat. Ama her şey için. Senin bana bağışladığın bu gün, beni son nefesime kadar seninle taşıyacak günün ilk günü aslında.

Gönül akdim, bağım seninle. Seninle güzeliz. Bunu bir kez daha gördüm, inandım.

Benim yolum senin yolun, bundan böyle. Dönmem bu yoldan asla.

İçimin sesi de söylüyor bunu bana; ruhum, bedenim de.

Gel bu yolumuzu ışıtıp, bizi birbirimizin kıymetlisi, kutsalı kılabilecek adımı atalım…”

Döndüklerinde, adamla kadın bahçe duvarının önünde kenetlenip kalakaldılar. Tarçın çıkagelmişti. Kadın, onun okşamaya başladı.

Adam:

“Seni özlemiş,” dedi.

Kadın:

“İnsan sevdiğini özler,” diyerek adama sarıldı.

Ayrıldılar.

Adam, gecenin kalbine doğru yürüdü.

Hatırındaki dizeleri portakal ağaçlarının arasından geçerken seslice okuyordu, gözyaşlarını içinde tutarak:

“böyle bir sonsuzluk aşkın şimdisidir

ve onun bir yerde oluşu her yerde oluşudur,

hatta daha inandırıcı olurdu en gerçek aşıklar

yarıgecede düşünden daha çok olsaydı güneşler.”

(e.e. cummings)

Adam, gece karanlığında buğday tarlasına dönüp baktı. Günboyu seyrindeydi, sığırcıklar cıvıldayıp duruyordu.

Gece onları da içine almıştı.

Gene de adam, sığırcıkları, zakkumları, yaseminleri düşünerek buğday tarlasına girip hışırtılar içinde yürümeye başladı…

edebiyathaber.net (28 Mayıs 2024)

Yorum yapın