4./ Kayıp Düş
Yarattığın şeyi ilkten böyle adlandırmıştın.

Beklenendi senin için.
Büyülü bir şeydi. Yaz meltemi gibi. Ki, imbat esintisi demiştin. Ama gelinen yerdeki o “büyü bozumu”, ilkten bir dipdalgası gibi gelip sarsıntı yaratsa da; “varlığın kayboluşu” bir yoksunluk duygu tufanına salsa da seni; nicedir o ertelenenin tamamen ortadan kalkmasının getirdiği boşluk/hiçlik duygusu kaybetmeyi anlatıyordu. Ve bu kayıp için sızlanıp kederlenmek yerine kendi benliğine dönüp çöküntüden uzaklaşmanın yollarına düşmen gerektiğini kavramak için dik ve diri durman gerekiyordu.
Julia Kristeva’yı (“Kara Güneş”) okuman da biraz bu yüzdendi. Ötede ise onun “Ruhun Yeni Hastalıkları”nı (*) okumaya çoktan başlamıştın bile.
“Sevdiğini söyle” düşüncesinin kıyısındaydınız ikiniz de.
Evet, belki birlikte bir duygu/düşünce zemini oluşturmaktı amacınız.
Kaybetmek ya da kazanmak yoktu yaşama felsefenizde; paylaşarak yol almak vardı. Ya da sen öyle sanıyordun!
Kendi yansımanıza âşık olabilme alıklığı değildi bu.
Red ve kabul yolculuğu…
Ama nereye kadardı.
İstememe hali.
Yani Narcissus efsanesini çağrıştıran bir durum.
Hiçbir zaman kimseyi sev(e)meyen, sonra da kendisine âşık olur. Bir tür kendini cezalandırmaktır bu.
Sevenlerini reddedenin varacağı yer aslında hüsran ve yıkıcılık. Bir anlamda kendini yok etmek…
O gidip koynuna girdiğinin bir Nemesis olduğunun farkında bile değildir. Âşık olduğunu sandığı olsa da, bir süre sonra, kendi öyküsünün bir parçası olabilen “düşman”ı tanıyıp keşfedebilecektir.
5./ Bağsızlık
ZygmuntBauman, bunu “bağsız adam” olarak nitelendiriyor.
“Kopmaz ve daimi bağlardan yoksun olan,” diyor. Ve şunu ekliyor: “modern akışkan toplumumuzun sakini.”
Bağlanmayı ve kopuşu kendi çabası olarak görmek… Hayatın bu akışkanlığında hiçbir şeye bağlanmamak…Tekrar tekrar bağsızlaşmak…Birine, bir yere, bir şeye bağlandığını sanırken; kopuş… Ve kaybetmeye kendini alıştırma, istememe hali…
Kırılganlığın da getirdiği bir durum/duruştur bu aslında.
Ki; Bauman da, “Akışkan Aşk/İnsan İlişkilerinin Dayanıksızlığı”nda (**) bunu anlatmaktadır bir bakıma:
- Güvensizlik,
- Beklentisizlik,
- Duygu bağlarının olmaması,
- Hissizlik,
- Hiçlik,
- Niteliksizleşme,
- Bağsızlık/bağıntısızlık,
- Mutlak olan: Boşluk,
- Yararsızlık duygusu,
- Ötekiyle olmak/bağ kurmak,
- İlişkide olmak,
- Tereddüt/ler,
- Yükümlülük dayatması,
- Sınırlanmamak,
- “Bireyleşme” algısı,
- Dönüşme endişesi,
- Zihinsel bakirelik,
- Cinsellik tabusu/fetişizmi,
- Arzu nesnesi, akışkan modernlik halleri,
- Yıkıcılık,
- Duygu ketlenmesi,
- Duyusal heyecan ve hareket sağlayan öğe/ler,
- İkilem açmazı,
- “İyi ilişki”…
Bauman, bir ayna tutuyor tüm bunlarla modern dünyanın inisan ilişkisine…
“Çekim ile itme arasında, umut ile kaygı arasında tercih yapmayı becerememe, harekete geçme beceriksizliği halinde ortaya çıkıyordu.”
Bugünün zaman değişkenliğinde sıklıkla yaşanan da bu ikilemdir aslında.
İlişki kurucu olmak; arzu/tutku/düşleri yaşamak yerine çabucak tüketmeyi yeğlemek çağın hastalığı. Açık bilinç yerine kaotik bakışı egemen kılan bir anlayışın yaygınlaşması… İşte en temel açmaz da bu.
Hemen çıkarılıp atılacak bir tül gibi görmek…
Bauman’ın sözünü ettiği de bu işte.
Berrak olmama, muğlaklık.
Haz sürüklenişlerini “ilişki” sanma. Kadınlık ya da erkeklik algısına sığınma…
Yaşananı “ilişki yaşamak” değil, bir tür “ilişkiye girmek” gibi görmek. Çünkü orada kalınan bir şey değildir bu.
Kurulan bağ arzu itiminin bağıdır. Duygu, düşünce ivmesinin özünden yoksundur. Bauman, bunu şöyle nitelendirir:
“Bir ağda talep üzerine bağlantıya girilir, iradi olarak kesilebilir. ‘Arzulanmayan ama yok edilemeyen’ bir ilişki…”
Sanal bir dünyanın gerçekliğine bağlı kurulan yakınlıkla oluşan bir “ağ” adeta…
Kolayca çözülen, tüketilebilen.
“Akışkan bir modern yaşama uygun”luğu da buradan geliyor aslında.
İnsan duygularını, bedenini kolayca takas edebilen otomata dönüşüyor sonuçta.
Sanal olana yöneliş ve çıkışın kolaylığı ise gözlenebilir bir şeydir.
Birbirini duyguda değil de; arzuda buluşturan “kullanıcı dost”.
Bauman, bunu da, “elektronik ilişki” olarak nitelendiriyor.
Ralph Waldo Emerson’ın şu sözünü de hatırlatıyordu ama:
“İncecik bir buz tabakası üzerinde paten kayıyorsanız, kurtuluş şansınız süratle uzaklaşmaktadır. Nitelik hayal kırıklığına uğrattığında, selameti nicelikte ararız.”
“Akışkan Aşk”ı sanki bir de bu gözle okumak gerekiyor sevgili okurum.
(*) Kara Güneş, Julia Kristeva; Çev.: nesrin tura Demiryontan, 2009, Bağlam Yay., 304 s.
Ruhun Yeni Hastalıkları, Julia Kristeva; Çev.: Nilgün Tutal Cheviron, 2017, Ayrıntı Yay., 253 s.
(**) Akışkan Aşk/İnsan İlişkilerinin Dayanıksızlığı, Zygmunt Bauman; Çev.: Işık Ergüden, 2023, Alfa Yay., 206 s.
edebiyathaber.net (11 Mart 2025)