O cümleyi defterimin bir köşesine yazdım:
“Her şeyin bunca değişmesine karşın yine de aynı kalması garipti.”

Gitmek ve dönmek arasında, Araf’ta bir yerdeydim Pavese’nin “Yaşama Uğraşı”nı okuduğumda. Kitabın o ilk baskısı akkor gibi ellerimdeydi; çize çize, notlar ala ala okuyordum. Yaşım yirmi ikiydi. O, kırk iki yaşında göçmüştü dünyadan. Gitme nedeninin bir çetelesi gibiydi günlüğüne yansıyanlar. Yazıyı da yaşam gibi uğraş edinen Pavese’den ne çok şey öğrenmiştim. Tıpkı onun ellerinden tuttuğu Natalia Ginzburg ve Italo Calvino gibi.
Her sözü, dizesi adeta gezindiği hüznün labirentini anlatırdı. Yalnızlığının başkentinde var ettiği bu uğraşının birikimi ise şaşırtıcı gelmişti ilkten bana. Zamanla ona doğru yolculuğumu çoğalttığımda bunun o denli şaşırtıcı olmaması gerektiğini anladım. Bir insan bütün zamanlarında yazarak düşünerek varoluş iklimini yaratabilir ancak. Kanımca Pavese öyle biriydi. Onun iki tanığıdır işte Ginzburg ve Calvino.
Ginzburg şunu diyordu ona dair:
“Bazen çok hüzünlü olurdu; ama biz uzun zaman, yetişkin olmaya karar verince bu hüzünden iyileşeceğini düşündük: Çünkü bir çocuk hüznü görünüyordu onunki bize, henüz toprağa dokunmamış olan, kuru, yalnız düş dolu bir dünyada yaşayan bir çocuğun şehvetli, vakit geçirme hüznü gibi. Arada bir, akşamları, bize gelirdi; eşrabı boynunda, solgun, oturur, saçlarıyla ya da bir kâğıt parçasıyla oynardı; bir tek kelime bile söylemezdi bütün akşam; sorularımızın hiçbirine cevap vermezdi. Sonunda birden paltosunu ilikler, giderdi. Biz, aşağılanmış, kendi kendimize, arkadaşlığımızın onu hayal kırıklığına mı uğrattığını, yanımızda dinginlik arayıp da bulamadığını mı sorardık; ya da, yalnızca, kendisinin olmayan bir lambanın ışığında, sessizlik içinde bir akşam geçirmek istemiş de olabilirdi.” (*)
Onun taşıyan ve taşınan bir zamanın anlatıcısı olduğunu en iyi anlatan romanlarına döndüğümüzde, özellikle “üçleme”sinde ( “Güzel Yaz”, “Yalnız Kadınlar Arasında”, “Tepelerdeki Şeytan”) tanıklığının getirdiklerinde savaş sonrası İtalyası’nın gerçekliğini görürüz.
Aşk kırgınlığını ondaki umutsuzluğu körüklediği gibi hem şiirinin poetik rengini hem de romanlarındaki hüzünlü bakışı belirler. İntihar düşüncesi, sürgünlük… Öyle ki, gün gün yazdığı “Yaşama Uğraşı”nın her bir satırına da siner. Ölümünden önce yayımladığı, bir “veda romanı” diyebileceğimiz “Ay ve Şenlik Ateşleri” (1950) onun anlatıcılığının adeta manifestosu olarak çıkar karşımıza. Doğduğu yere, onu var eden coğrafyaya dönüşte gördükleri savaş sonrası ülkede yaşanan yoksulluk, kırgınlık, değişimin izlerini kederli biçimde yansıtır bu kez.
Pavese’nin yazınsal eylemini şöyle değerlendirecektir Calvino:
“…dünyada var olmanın iki tarzı arasındaki zahmetli geçişte yatar: Bir edilgenlik ve varoluşsal anonimlik verisinden yola çıkarak, bütün yaşadıklarımızın kendi kendini kurma, bilinç, zorunluluk olmasını sağlayacak noktaya ulaşmak.” Bir anlatıcının mottosudur bu aslında.
Piemonte kırsalından çıkıp gelen Pavese’nin yaratıcı seçiminde bir yerin/coğrafyanın ne denli belirleyici olduğunu da gösteren romanlardır andıklarım. Her biri onun dünyayla ilişkisini de açıklar. Ötede ise, gene Calvino’nun altını çizdiği şu gerçeklikle örtüşür onun anlatıcılığı:
“Ahlaki bilinçte olduğu gibi, yazınsal anlatımda da bir üslup kurmak, Pavese’nin kendine hedef seçtiği bir görevdi, çünkü iki tasarıda da ortak olan nokta, onun yürüttüğü işlemdi: işlenmemiş, duyarsız ve olumsuz bir başlangıç verisini indirgeme, seçme ve derinleşme.” (**)
Anlatılarında çıkış noktası çoğunlukla özyaşamöyküsüdür. Kendini tanımlama, anlama, tanıklığının diliyle konuşma önceliğidir. Piomento’nun taşralı insanları, bunların yaşamlarından kesitler, ve elbette ki doğanın görkemli anlatımı… Yarattığı kahramanların durumu/duruşu, hayattaki ilerleyişi, sevinçleri hüzünleri, umutları belirgince öne çıkar.
Calvino’nun şu tespiti yerindedir: “Ama genel olarak Pavese’nin anlatılarında öğrenmek, her şeyden önce nasıl acı çekileceğini, alınan yaralar karşısında nasıl davranılacağını öğrenmek demektir; bunu öğrenmeyen de boyun eğer.”
Onun yaratıcı ilkesine/öyküsüne dönersek eğer, elbette ki “Yaşama Uğraşı”ndan başlamak gerekir.
Gene de, kendine dönük bir yolculuğa çıktığı veda romanı “Ay ve Şenlik Ateşleri” (***), insanların yersiz yurtsuzlaştıkları bir çağda bir yere ait olma düşüncesini sıklıkla bize hatırlattığı için öne alınarak okunmalı derim sevgili okurum.
Daha ilk satırını okurken, şu soruyla yola çıkacağınıza da eminim:
“Sizin için dünyanın kapıları nereden başlar?”
(*) Bir Dostun Portresi, Natalia Ginzburg; Çev.: Egemen Berköz (Senin Köylerin, Cesare Pavese; 1982, Tan Yay., 130 s.)
(**) Yeni Bir Sayfa, Italo Calvino; Çev.: kemal Atakay, 2008, YKY., 371 s.
(***) Ay ve Şenlik Ateşleri, Cesare Pavese; 1984, Mehmet H. Doğan, Adam Yayınları, 160 s.;
1997, Çev.: Rekin Teksoy, Can Yay., 155 s.
2023, Çev.: Yelda Gürlek, YKY., 140 s.
edebiyathaber.net (11 Şubat 2025)