Sözün Ardı/Önü: 75 Yazdıkça Görülen: (19) Alçaklık Bir Cenderedir! | Feridun Andaç

Ocak 28, 2025

Sözün Ardı/Önü: 75 Yazdıkça Görülen: (19) Alçaklık Bir Cenderedir! | Feridun Andaç

Max Frisch’in “Günlükler”ini okurken (*), yer yer diğer anlatılarına döndüm şu günlerde. Onun yaratıcığının arka planını görmek adına paralellikler kurarak okumaya çalıştım.

“Locarno’lu Eczacının Düşü” (**) öyküsünde bana çarpıcı gelen taşranın sığlıklarında yaşanan alçaklıkların boyutlandığı durumlardı. Orada, o sığ, ama bir o kadar da insanı bütün yönleriyle anlayan/anlatan bir ortamda birçok maskesiyle gezinen insanın her gün o cendereyi nasıl kaldırdığıydı.

Evet, alçaklık bir cenderedir!

Ne Cehennem’de ne de Araf’ta yeri vardır öylelerinin.               

Borges’in “Alçaklığın Evrensel Tarihi”nde yer alan anlatılarında, benzer maskelerle gezinenleri düşle gerçek arası bir yere oturtarak anlatmasını  ilgiyle okumuştum yıllar önce. Başkalarının hayatlarına bakan yazar/anlatıcı, oralardan devşirdikleriyle yeni bir anlam yaratıp kendi gerçekliğini kuruyordu. Aslında, var olan gerçekliğin daha renklenmiş, çeşitlenmiş boyutuydu anlatılan. Gerçeğin sıradan görünümü yazarın dilinde başkalaşıp okurda aydınlanma yaratıyordu.

Evet, sokaktaki hayat sığdır, sıradandır, sıradaşıdır bazen de. Siz oraya bakarak algıladıklarınıza biçim verirsiniz.

Yazı sanatının  sıklıkla öznesi olan insan Dostoyevski’de “cani”, Camus’de “katil”, Balzac’ta “ifrit”, Goethe’de “deli âşık”, Moliere’de “cimri”, Stehdhal’de “baba körü” olabiliyor. Ama alçaklık, daha çok, gerçeğe sadık kalan anlatıcıların yanı sıra ironiyle beslenenlerin de gözünden kaçmaz. Örneğin; Çehov’un ironisine sinen, Gogol’ün acı alayında öne çıkan, Vüs’at O. Bener’in “kara acı”sında görünen yanlarıyla alçaklık insanın en anlatılası yanı olarak belirir.

Viyana’daki dostuma yazdığım mektupta Frisch’in günlüklerinden söz ederken, “Kıskançlık” üzerine yazdığı günceden şunları aktarmıştım:

“Dün ziyaretime gelen mutsuz adam, şu sevgilisinin başkasıyla işi pişirdiği, bu adam başka bir adamın konuşmaları, başka birinin öpücükleri, başka birinin şefkatli sözleri ve başka birinin kucaklaşmaları sevgilisine yaklaşmasa, daha sakin ve rahat olmaz mıydı?

Kıskançlık: başkasıyla kıyaslanmaktan korku.

 Ne söyleyebilirdim ki? Bir matemi paylaşabilir insan, ama kıskançlığı paylaşamaz. Kulak veriyor ve düşünüyorum: nedir istediğin? Mücadele etmeden zafer kazanmak iddiasındasın, bir mücadele olacak mı ondan da emin değilsin. Sadakatten söz ediyorsun, ama sadakat değil, sevgi istediğin biliyorsun. Aldatma diyorsun, oysa sana onunla gittiğini yazmış açıkça ve dürüstçe-nedir dostum asıl istediğin?

 İnsan sevilmek istiyor.

Sadece kıskanırken zaman zaman zorla aşk olmayacağını unutuyoruz ve bizim aşkımız da – ya da aşk diye adlandırdığımız o şey de- kendisinde bazı şeylere hakkımız olduğu çıkarsaması yaptığımızda ciddiyetini kaybetmeye başlıyor…”

Bir sonraki günce notunda da şöyle yazıyor:

“Bir kez kıskançlığı sonuna kadar yaşadım, korkunç bir şey bu, silah aldım ve ormanda on saat yürüdükten sonra, deneme atışları yaptım.”

Zaman zaman da düşünürüm, acaba, her türlü kıskançlığın bizi götürdüğü bir kör kuyu mudur “alçaklık.”

Neden öyle davranıp, niçin bunun kara maskesini hemence yüzümüze geçiririz?

“Alçaklık başka bir şey olmalı,” diyordu öyküsünde Frisch. Adı ne biçimde konulursa konulsun insanın içindeki zindanın kiridir. Bir de başkalarına bulaşmaya görsün; yalanla ifrit, caniyle cinnet iç içeliğinde yapamayacağı şey yoktur.

İnsanın bu yanından korkarım. Düşkünlüktür, düşüştür; gözükaralıktır. Böylesi insanların alçaldıkları yerlere bakınca bunu daha iyi gözleriz.

Bilmem siz ne dersiniz sevgili okurum.

______

(*) Günlükler:1946-1949;  Çev.: Dilman Muradoğlu, 362 s.; Günlükler: 1966-1971, Çev.: Ogün Duman,  370 s., YKY

 (**) Locarno’lu Eczacının Düşü, Çev.: Ülker Sayın, 1995, Kabalcı Yay., 96 s.

edebiyathaber.net (28 Ocak 2025)

Yorum yapın