“Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da”
Aragon



Gitmeyi seçen bir yanınız varsa eğer, demek ki keşfetmeyi de seviyorsunuz. Üstelik yeni karşılaşmalara da açıksınızdır. Buna bir de yolda olma hali’ni katabilirim.
O nedenle yol çantalarım çeşitlidir. Çoğu da gideceğim yerle, kalacağım süre belirler bunu.
Çaltıözü için yola çıktığımda, iki çanta hazırlamıştım. Biri üç günlük giysi bakım çantası, diğeri ise çalışma defter ve kitaplarım içindi.
Aracımın bagajı yarı küçük kitaplık, yolcu “acil ihtiyaç” kutularıyla çevrili olsa da; yolun seyrine göre düzenlediklerim ayrıydı.
Ayrıntıcı olmak, her şeyi düşünmek yolculuk yapan için iyi bir şey bence. Yolda olmak halini bilenler bunu daha iyi anlar kanımca.
Köyceğiz’in ötesine gitmek, Fethiye’yi geçip Seydikemer’in Çaltıözü Köyü’ne varmak iki saatinizi alsa da, yol yoldur; kısası uzunu yok. Evinizden sizi ayıran her yolculuk uzaklaşma düşüncesi kadar gitme duygusunu da verir.
Beni buraya taşıyan birkaç günümü kızkardeşime ayırmak, onun kurduğu bu “cennet bahçesi”nde çalışıp, ara ara çocukluğumuzun unutulmuş zamanlarına dönmek duygusuydu.
Onu ortanca halama benzetirdim. Çalışkanlığı, bahçe ve kurma özeni, insanlara dokunma duygusu hep ilham vermiştir bana.
Evet, insanın bir kardeşi olması gerekiyorsa, onunkisi gibi olmalı kardeşi…
Candan ve gönülden seven olmalı yani. Karşılıksız vermeli sevgisini. Burada karşıma çıkan bahçesinin sevimli dostları Tarçın, Çiko ve Maya bunu anlatmaya değerdi. Çok da yalnız değildi. Gene de bu üçlü onun ayrılmazlığı kadar kim olduğunu da insanlara anlatmaya değerdi. Bunu da onların burada yaşama mutluluklarına bakarak anlardınız. Bir canlının sevildiğini bilmesi muhteşem bir şey. Hele onların üzüntülerine, sevinçlerine de tanıklık etmek.
Gece ayazı çıkmıştı. Biz odun sobasının başında sohbete vermiştik kendimizi. Aklım bu üçlüdeydi. Yuvalarının nasıl bir şey olduğunu sormuştum kardeşime. Üşüyüp üşümediklerini, ne yiyip içtiklerini… Bilsem de onun ne denli sorumluluk taşıyan biri olduğunu, gene de aklım onlardaydı.
Sabah erkence yürüyüşe çıktığımda peşimden ayrılmayan Tarçın’ın sevincinden anlamıştım burada nasıl bir hayat sürdürdüklerini. Çiko ile Maya’yı bizimle yürüyüşü istemese de, birlikte oyun kurmalarını hayranlıkla izlemiştim akşamüstü.
Tarçın’la yürüyüşümüzden dönerken Çiko’nun Kanal’da yıkandığını görünce şaşırmıştım. Hava soğuktu, ama o aldırmamış suyu girmişti. Kardeşimin, “o öyledir, her durumda yıkanmayı sever,” sözünü hatırlamıştım. Çiko’yu biraz kendime benzetmiştim. Bahçedeki hali tavrı, ayrıcalıkla yuvası, kendi başına oyun kurma hali sezgilerinin gücü beni andırıyordu!
Sudan çıkışını izlemiş, içimi kaplayan ürpertiyle ona yaklaşmak istemiştim, Tarçın huysuzlaşmıştı. Bir kıskançlık sezinlemiştim burada. Bu üçlü içinde Çiko’nun daha zeki olduğu izlenimini edinmiştim. Kardeşim de bunu onaylamıştı.
Aralarına girmeden aradığım taşı bulmaya vermiştim kendimi. Öyleydim, gittiğim her yerden taşlar seçerdim. Rengi, biçimi beni kendine çekerdi alacağım taş. Dokunurdum ilkten gözlerimle, sonda elime aldığımda, garip bir enerji hissederdim.
Küçük kardeşimin telörgü ile çevrili arazisinin önüne geldiğimde duralamıştım. Geçiş için aralanmış yerden öteye geçip geçmemede ikircikli kalmıştım bir anda. Hem ötede başladığı taşev inşaatını görmek istemiş, hem de arazinin yamacını oluşturan hüyükteki kalıntıları merak etmiştim.
Kızkardeşimle dargınlıklarını ortadan kaldıran adımı atmak da istiyordum. İlkten yol ayırıyordu evlerini, şimdi ise söz ayırmıştı yakınlıklarını.
Yaban söz…
Her şeyi sevdirdiği kadar düzleştiren, insanı ötekileştiren de söz değil miydi?
Tarçın, Çiko, Maya kendi sözleri dilleriyle anlaşıyordular besbelli. Aralarından su sızmıyor diyemezdiniz, gene bir uyum bir ahenk vardı onların birlikteliklerinde. Ama gelin görün ki, kardeşin kardeşe küsmesini hiç anlamış değilimdir! Üstelik adı gibi, varlığı da gerçekten bir gül olan, her bir şeyinize koşan, yoku var eden, var olanı da güzelleştiren birine sırtınızı dönmeniz…
Sözlükte “nankör” için şunu yazıyordu: “Kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen.” Yani iyilikbilmez.
Bazı şeyler vardır ki, yaşarken öğrenirsiniz. Deneyimledikleriniz bir ömür boyu hayatınıza izdüşürür.
Kızkardeşim, kurduğu bahçenin her bir ürününden sevgiyle söz ediyordu. Babamı anarak, onun bahçe kurma sevincini, çabasını da dillendirerek; “burada olsaydı bugün bu bahçe onu coştururdu,” demişti.
Aslında bu da bir “aşı”ydı, insandan insana geçen. “İyi aile aşısı,” diyordum ben buna.
Ağabeyim de Alaşehir’de kendi bahçesini kurmak çabasındaydı. bense, Köyceğiz’de bunun kurmanın düşlerindeydim
Şu bir gerçekti ki, insan bir yere köklenmek istiyor. Bahçe ise bunun bir nişanesi. İnsan bir toprakta kendine yer açmak, orada varlığını sürdürmekten yana.
Köksüzlüğün yurtsuzluk olduğu bilincinde olmalı insan. Bir yere ait olma duygusu yeni bir şey değil insanlık için. Hele yaşadığınız bugünden geçmişe döndüğünüzde bunu daha da iyi anlıyorsunuz.
Bugün “yer çağı”nda olduğumuz gerçek. Bunu yadsıyamayız. İnsan gittiği yerdedir. Orada kurduğu ev’de, yaşam’da, duygu’dadır.
Evet, küreselleşme çağı bizi bizden koparan bir dünya sunuyor artık. Gene de yüzünü toprağa dönen, aidiyetini orada arayan insanlarla yeryüzünün güzelleşebileceğine inanmak gerekiyor sevgili okurum.
Kendi zamanınızda yolcu olmaya verin kendinizi, bakın nelerle karşılaşıp nelerle yüzleşeceksiniz orada.
Gitmek insanı zenginleştirdiği gibi birçok şeyle de yüzleştirecektir. Bunu da unutmayalım derim.
Okuma önerisi:
Korkulacak Bir Şey Yok, Julian Barnes; çev.: Serdar Rifat Kırkoğlu, 2011, Ayrıntı Yay., 264 s.
Hiper-Kültürellek: Kültür ve Küreselleşme, Byung-Chul Han; Çev.: M. Sami Türk, 2024, Ketebe Yay., 82 s.
Şeyleşme: Bir Tanıyış Teorisi, Axel Honneth; Çev.: Cem Sili, 2023, Fol Kitap, 95 s.
Kırılgan Hayat: Yasın ve Şiddetin Gücü, Judith Butler; Çev.: Başak Ertür, 2005, Metis Yay., 158 s.
Geçmiş Zaman: Bellek Kültürü ve Özneye Dönüş Üzerine Bir Tartışma,Beatriz Sarlo; Çev.: Peral Bayaz Charum-Deniz Ekinci, 2012, Metis Yay., 105 s.