Sevin Okyay: İnce, Karizmatik ve İlk

Nisan 18, 2012

Sevin Okyay: İnce, Karizmatik ve İlk

Yaşı 70; beyaz, gri saçları var. Yüzünde bazı çizgiler de var. Ama neresinden bakarsanız bakın o karizmatik, orta yaşlı bir rock’çıya benziyor. Sevin Okyay, Türkiye’nin ilk kadın film eleştirmeni. Şimdi bir “Onur Ödülü” sahibi olacak.

İnce eleştirmen olur mu? Kırmadan, dökmeden, öldürmeden eleştiren bir eleştirmen?

Olur. Hem de çok güzel olur. Sevin Okyay gibi olur.

Yaşı 70. Beyaz, gri saçları var. Yüzünde bazı çizgiler de var. Ama neresinden bakarsanız bakın o karizmatik, orta yaşlı bir rock'çıya benziyor. Tek kelimeyle “cool” görünüyor.

Sabırsız. Hızlı konuşuyor, çabuk düşünüyor. Birçok işi bir arada ve iyi yapıyor.

Kitap çevirmenliği, radyo programcılığı, profesyonel film izleyiciliği, film eleştirmenliği, spor yorumculuğu, yazarlık.

Ayrıca tam bir caz bilgesi ve kelime türetici. Mesela nefes almadan okuduğumuz Harry Potter'ları çevirirken, 100 sayfa uzunluğunda yeni kelime türetmiş ve bunu bir sözlük haline getirmiş. “Abi” diye hitap ettiği oğlu Kutlukhan Kutlu'yla birlikte tabii.

“O bana abi diyordu, ne yapabilirim? Ben de ona abi demeye başladım. Artık çok alıştım, severek kullanıyorum” diyor.

O, Türkiye'nin de ilk kadın film eleştirmeni. Şimdi bir Onur Ödülü sahibi olacak: İstanbul Film Festivali Onur Ödülü.

İlk eleştiriyi yazdığınızda, Türkiye'de bunu yapan başka bir kadın olmadığının farkında mıydınız?

Hiç değildim. Kimse de farkında değildi. Herkes beni magazin muhabiri olarak görüyordu o zamanlar. Hasbelkader ilk kadın eleştirmen oldum.

Hangi filmdi?

Fellini/Ve Gemi Gidiyor. 1984 İstanbul Film Festivali. Enis Batur zorla yazdırmıştı.

Hangi gazete?

Milliyet. Ekleri Enis Batur, Oruç Aruoba, Ömer Madra ve ben yapıyorduk. Filmlere ben gidiyordum, çok seviyordum film izlemeyi ama eleştirileri onlar yazıyordu. Sonra bana “yaz!” dediler, yazdım ve başladı.

“Film izlemek, başkasının hayatına girmektir”

“Neden film izlemeyi başkalarından daha fazla sevdim” diye düşündünüz mü hiç?

Filmler, insanın kendi hayatından daha ilgi çekicidir çoğu zaman. Film izlemek, başkasının hayatına girmektir. İyi anlamda bir merak olarak gör. Senin yaşamadığın, tanımadığın hayatları, var olduğunu bilmediğin şartları, yaşam boyunca karşılaşamayacağın insanları tanıyorsun. Ya da senin gibi olup, benzer durumlarda tamamen farklı davrananları anlıyorsun. Belki sana benzeyen birilerini izliyorsun. Hepsi muhteşem.

Yönetmen olmak istediniz mi?

Yönetmek aklımın ucundan bile geçmedi. Benim işim yazmak. 70 yaşından sonra ilk filmimi çeker miyim bilmiyorum, neden olmasın aslında?

Eleştirmenler genelde sevilmez mi gerçekten?

Evet, eleştirmenler sevilen insanlar değildir. Bunu, mesleğin bir icabı olarak kabul etmek gerekir; sevilmezler. Eleştirmen hırpalamak spor sayılır, özellikle köşe yazarları bayılır buna. İnsanlar, eleştirmenlerin sıkıcı filmleri beğenip, iyi filmleri kötülediğini, meşhurlardan hazzetmeyip, burnu havada dolaştıklarını düşünür ama hiçbiri doğru değil. Bizim beğendiğimiz için azar işittiğimiz filmler, yurtdışında çok başarılı olabiliyor.

Ama siz hep iyi şeyler yazıyorsunuz, hiç sevmediğiniz olmuyor mu filmleri?

Ben beğendiğim filmi yazarım. Eleştirinin yapıcı olması gerekir. Doğru bulmadıklarını sonuna kadar eleştir ama kırıcı ve öldürücü olmaya gerek yok.  Bir ara Radikal'de benden başka sinema yazarı yoktu; o zaman çok film yazmak zorundaydım. İster istemez sevmediğim filmleri de yazdım. Gençleri hırpalamayı özellikle sevmiyorum, o yüzden yerli filmler hakkında fazla yorum yapmıyorum.

“Teslim tarihlerini daima kaçırırım”

Kendinizi eleştirken de yapıcı olabiliyor musunuz? Mesela en sevmediğiniz özelliğiniz ne?

Sabırsızım. Çok. Çok. Çabuk olsun isterim. Birine seslendiğim anda söyleyeceklerim ağzımda, vereceklerim elimdedir. Elbette kimse anında koşturmak zorunda değil ya da hemen cevap vermek durumunda değil ama bekleyemiyorum. Kendimi de bekleyemiyorum.

Başka?

Tembel olmaya zaman yok ama ruhen tembelim. Serseriyim biraz. İşleri son ana bırakırım. Dar zamanda daha iyi çalışırım. Teslim tarihlerini daima kaçırırım. Kim bastırırsa onun işini önce yaparım. Bir de en sevdiğim şeyleri yapamayıp gündelik hayatın içinde kaldığım için sinirleniyorum ama yapacak bir şey yok.

“Harry Potter'ın hiçbir filmini sevmedim”

Harry Potter'ları çevirirken birçok sözcük yarattınız. Eğlenceli miydi?

Oğlum (Kutlukhan Kutlu) benim fantastik danışmanım. Bilim kurgu ve fantazyayla hep ilgiliydi. Potter'ların hepsini beraber çevirdik. Sözcük yaratmak çok zor. Kelime, anlamına cuk oturursa çok keyifli fakat bazen öyle olmuyor. Yeni sözcükleri o yaratırken ben çok eğleniyordum tabii ama zordu. Bir keresinde Kutlukhan kitap matbaaya giderken “zihinbend mi, zihnifend mi” diye kitabın arkasından koşmaya başladı. “Abi matbaaya gitti, bitti artık” diye tuttum onu.

Sözlük yaptınız mı?

100 Word sayfası boyunca süren kocaman bir Potter sözlüğü yaptık. Bazı kelimeler için Osmanlıca'ya dönmek gerekti çünkü orijinalindeki kelime eski, Latince kullanılmış; onu ancak Osmanlıca karşılıyor.

Karakterlerin konuşmalarını yazarken arada tartışıyor muydunuz?

“Ron asla böyle demez, Harry böyle bağırmaz” diye tartışıyorduk. Karakterlerin konuşmaları onların kişiliğinin bir parçası. Senin nasıl kullanmayacağın, sana uygun olmayan kelimeler varsa, karakterlerin de var. Tüm süreci düşününce, çok hırpalayıcıydı aslında. Fiziki olarak hasta olduk ama güzel oldu.

Potter filmlerini izlerken çok kızdığınız oldu mu?

Harry Potter'ın hiçbir filmini sevmedim. Çevirisini yaptıktan sonra gittiğim ilk filmde çok kötü olmuştum. Zamanla Emma Watson'ın Hermione olmasına alıştım. Ron'ı Rupert Grint olarak izlemeyi kabul ettim. Hagrid'i (Robbie Coltrane) sevdim; Hagrid'i hep sevmiştim zaten. Ama Daniel Radcliffe benim için asla Harry Potter olamadı. Fakat filmin görsel tekniği iyi; Hogwarts görkemli, uçan mektuplar şahane, dönen merdivenleri görmek başka bir şeydi.

Onun Oscar'ı: The Tree of Life

Oscar'da tutturamadığınız isim oldu mu?

Oyuncularda çuvalladım. En iyi kadın oyuncuyu Viola Davis (The Help) alacak diye düşünüyordum! Yüzde 82 ihtimal onundu. Meryl Streep'e bunca zamandır Oscar vermedikleri için şimdi de vermezler dedim. Kendi de “What!” dediğine göre benim kadar şaşırmış olmalı. O her zaman çok iyidir.

Yardımcı oyuncular, The Artist ve Michel Hazanavicius'den yüzde bin emindim. Jean Dujardin önde olsa da, en iyi erkek oyuncu George Clooney olur diye tahmin etmiştim. Brad Pitt de iyiydi. Ama Pitt henüz genç geliyor akademiye; biliyorsunuz akademi yaşlı, beyaz ve erkek. Bunlar dışında çok sürprizsiz, sıkıcı bir Oscar'dı.

Sizin Oscar'ınız hangi filme gitti?

The Tree of Life'ı çok sevmiştim.

Aday olması gereken ama olmayan var mıydı sizce?

We Have to Talk about Kevin, Shame ve Drive, Oscar'ın eksiğiydi.

Peki, en sevdiğiniz üç film hangisi?

Benim en çok sevdiklerimi siz sevmeyebilirsiniz. Dur bakayım… Ortada buluşabileceğimiz filmler seçeyim.

Mutlaka Blade Runner (Bıçak Sırtı)/ Ridley Scott.

Ama sonrasını seçemeyebilirim…

…Kutlukan'a soracağım. Bir dakika…

“Abi ben en çok hangi filmleri seviyorum gençlerin de seveceği?”

(Ufak bir tartışma sonrasında filmler seçiliyor)

In the Mood for Love  (Aşk Zamanı)/ Kar Wai Wong

Husbands/ John Cassavetes

Les enfants du Paradis (Cennetin Çocukları)/ Marcel Carné

En sevdiğiniz yönetmenler?

Theodoros Angelopoulos, Jim Jarmusch, “Yeni Dalga”cılar, Abel Ferrara, Dardenne Kardeşler ve daha birçok yönetmen.

“Rağmen yapabilmek, hiç yapamamaktan iyidir”

Türkiye sinemasının durumu konusunda ne düşünüyorsunuz?

İyi. Yeşilçam hiçbir zaman bir sanayi olmadı, olsaydı iyi mi olurdu bilmiyorum ama Yeşilçam'ın hükmünün kalkması iyi oldu. Şimdi gelinen nokta iyi. Zeki Demirkubuz, Semih Kaplanoğlu, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Tayfun Pirselimoğlu, Derviş Zaim, onlar bu dönemin parlak isimleri, kendi ayaklarının üzerinde geldiler buraya. Kendi imkânlarıyla kendi filmlerini yaptılar, kimseye boyun eğmediler. Bunu yapmak, çok zor bir şeyi başarmak demek.

Devlet yardımı, Kültür Bakanlığı fonları gibi yöntemlerle devlete sanata karışma hakkı verilmiş olmuyor mu ister istemez?

Evet, devlet karışma hakkı almış oluyor ister istemez. Karışma miktarı, yöntemi, devleti kim temsil ediyorsa onun tavrına göre belirleniyor. Sanatın üzerinde her zaman baskı vardı. Siyasetin rüzgârı nereye eserse baskı da oradan geldi. Şimdi rüzgâr, aile filmlerinden esiyor. Devlet mekânlarında ya da imkanlarıyla da iyi işler yapılabilir elbette ama istediğini yapamazsan bu çok sinir bozucu olur.

Alternatifi ne?

Özel sponsorluk bulmak daha zor ama daha tercih edilebilir bir yöntem. Fakat bir denge gerekiyor, ideali bu olmasa da, şu durumda “Devlet yardımı hiç olmamalı” diyemeyiz. Çünkü  “rağmen yapabilmek” hiç yapamamaktan iyidir. Tek ve en büyük hâkimiyet devlet yardımı olmamalı.

“Sansür ve baskı sanatı her zaman köreltmez”

Sansür, sanatın en büyük düşmanı mı gerçekten?

Sansür ve baskı sanatı her zaman köreltmez. Bir dönem en iyi filmler İran'dan çıktı. Komünist rejimler, arkalarında müthiş bir entelektüel miras bıraktı. Angelopoulos bununla çok iyi başa çıkar; metaforla anlatır, ima ederek en vurucu eleştiriyi yapar. Bunun yöntemleri var. Ama sanatçıya karışılmaz. O kime mektup yazıyorsa ancak alıcısı, onu ret edebilir; başkası karışamaz.

Caz'ı sevmek çok kolay değil. Siz nasıl sevmeye başladınız?

Bazı şeyleri sevmek için kendini zorlaman gerekir. Caz da böyledir. Ben caz'a, caz dinlemeyi öğrenmem gerektiğini bildiğim için, birkaç parçayı zorla dinleyerek başladım. Sonradan klasik müziği meslek olarak seçen bir arkadaşım da klasik müzik dinlemeye küçük yaşta kendini zorlayarak başladığını anlatmıştı. Bazı filmleri de izlemek zordur. Ya da baştan sana izlemesi çok zor gelen biri sonra en sevdiğin yönetmene dönüşebilir. O yüzden insanın kendini biraz zorlaması iyi olabilir.

Dizi izliyor musunuz?

Yabancı polisiyeleri çok seviyorum. Without a Trace, Unforgettable, Closer, bayılıyorum.

Türkiye'den?

Türkiye dizilerindeki edebiyat uyarlamalarına tahammül edemiyorum. Onlar benim çok sevdiğim çocukluk kitaplarım, onların filmlerini kafamda çekmişim zaten yıllar önce. Şimdi dizi uzun ömürlü olsun diye, kitapta olmayan bütün o detayları izlemek hoşuma gitmiyor.

Bu açıdan edebiyat, sinemaya kıyasla daha mı kişiye özel acaba?

Bir roman okurken sen de ona dâhil olmak zorundasın. Bir kitap okurken hepsini hayal ediyorsun. Her şey gözünün önünde, insanlar, durumlar, olaylar. Bir tür yönetmenlik yani, sanal yönetmenlik. O yüzden edebiyat uyarlamaları başarılı olmaz çünkü senin yönettiğin mükemmel filmi başkası yönetmeye kalkmıştır. Benimseyemezsin. Edebiyat çok özeldir. Ama film de özeldir, yine senin payın vardır. 18 yaşında izlediğin filmi 58'inde tekrar izlersen aynı olmaz.

“Kendine kızmayacağın bir hayat yaşa, yeter”

Genç sinema eleştirmenlerini yeterli buluyor musunuz?

Kuşaklar arası anlaşmazlık elbette olacak, hayata bakışın farklı ama yetkin genç eleştirmenler var.

Nasıl anlaşmazlıklar mesela?

Mesela, bazı yönetmenler elimde doğmuş çocuklar gibi; o kadar genç girdiler ki hayatıma. Jim Jarmusch, Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Zeki Demirkubuz… Onları bu kadar sevmemin sebeplerinden biri belki çok uzun zamandır onları biliyor olmam. Yaşla, filmi nasıl yorumladığın arasında çok bağlantı var. Gençler onları farklı yorumlar, onların gençliklerini de bilenler farklı yorumlar.

Sizin gençliğinizden çok çok mu farklı şimdiki gençlik?

Evet, çünkü zamanın hızı değişti. Son 20 yılda gördüklerim, ondan önceki 100 yılın gördüklerinden çok fazla. Benim nezaket sandıklarım şimdi aptallık. Benim halen yapmamaktan utandığım şeyler şimdi gülünenler.

70 yıla şöyle bir dönüp bakınca ne diyorsunuz?

Tamamen boşa geçmemiş. Çok kısa bir dönem para için çalıştım onun dışında hep yazdım; yani sevdiğim işi yaptım. Kendim için söyleyebileceğim en iyi şey bu. Ama şunu bil: Silahşör olmana gerek yok. Sonunda kendine kızmayacağın, dönüp baktığında mahçup olmayacağın bir hayat yaşa. Bu kadarı yetiyor. 

Söyleşiyi gerçekleştiren: Işıl Cinmen (18 Nisan 2012), bianet.org

Yorum yapın