Sevgi! Sihirli sözcük… | Mehmet Özçataloğlu

Temmuz 31, 2017

Sevgi! Sihirli sözcük… | Mehmet Özçataloğlu

Olağanüstü sıcak günleri yaşıyoruz yine. Yaşadığımız bu sıcakların içinde başlamasın diye günüm, olabildiğince erken kalkıyorum sabah. Gecenin serinliğinden başlıyorum sıcakları karşılamaya. Gün ağarmadan henüz çıkıp balkona oturdum yine. Hafif hafif esen rüzgâr ceviz ağaçlarının yapraklarını sallıyordu. Hışırtısını dinledim bir süre yaprakların. Yanında günü karşılayan serçelerin cıvıltıları. Dilime geldi Şükrü Erbaş’ın dizeleri: “Güneş değil, inandım/ Serçeler başlatıyor sabahı.” O sakinlikte düşündüm bir süre. Sevgisizlik yavaş yavaş tüketmekte yaşamlarımızı. Birbirimize verebileceğimiz en kolay değer olmasına rağmen zoru seçerek uzaklaşıyoruz birbirimizden. Aynı apartmanda oturduğumuz insanları tanımıyoruz. Karşılaşınca bir tebessümü, bir selamı esirgiyoruz. Mahallemizdekileri saymıyorum bile… Ve bu sevgisizlik dalga dalga yayılarak toplumun tamamına sirayet ediyor. Ya bizdensin ya da değil. En yeni düşünce yapımız bu. Yaşamın her alanında bu şekilde davranıyoruz. Toplumun içindeki bu sevgisizlik dışarıya da yansıyor. Kendi etnik kimliğimizden olmayan insanları, başka ülkelerin vatandaşlarını dost olarak göremiyoruz. Sonuç, sevemeyen savaşan bir dünya.

Savaş sözcüğünü duyduğum anda aklıma ilk gelen çocuklar oluyor. Yaşanan o vahşete hiçbir etkisi olmayan çocuklar. Yaşananları anlamlandırmaya çalışsa da anlamlandıramayan çocuklar. Sevmenin ne olduğunu öğrenemeden savaşmayı öğrenen çocuklar. Yaşanan savaştan dolayı yerlerinden yurtlarından edilen çocuklar… Utanırım, bakamam yüzlerine. Yaşadıklarına engel olamadık, onlara bunu yaşattık diye. Ve gözlerindeki o anlam! En büyük korkum o anlamın hiç silinemeyecek olması. Mesleğim gereği ve yanı başımızda Suriye’de yaşanan savaştan dolayı savaş mağduru çocuklarla bir aradayım. Gözlerini en yakından görenlerdenim!

Sabahın bu saatinde bana tüm bunları yaşatansa yine bir kitap tabii ki. Akşam yatmadan önce kapağını kapatıp masamın üzerinde bıraktığım kitap. Daha önce yine burada başka kitaplarından da söz ettiğim ve yazdıkları, okudukça içimi kanatan John Boyne’un Tudem tarafından yayımlanan  “Olduğun Yerde Kal” adlı kitabı. Yayımlandığı tarihte okuyamadığım fakat okunacakların içinden de hiç ayırmadığım bu kitap bir çocuk bir de babası hakkında. İçinde bir ayakkabı boyası, bir tren sefası ve beyaz bir tüy var. Söylemesi ve yazması çok kolay olsa da bu nesneleri, kitaptaki anlamları çok daha derin. Tahmin edileceği gibi de bir savaş etrafında geçiyor konu. “Alfie Summerfield her gece uykuya dalmadan, savaş çıkmadan önce nasıl bir yaşam sürdüklerini hatırlamaya çalışırdı. Her geçen günle birlikte, o döneme ait anıları zihninde canlı tutması zorlaşıyordu. 28 Temmuz 1914’te başlamıştı savaş. Başkaları bu tarihi bu kadar kolay hatırlamayabilirdi belki ancak 28 Temmuz, o tarihte beş yaşına basan Alfie’nin doğum günüydü. Anne babası onun için bir doğum günü partisi düzenlemişler ve çok sayıda misafir davet etmişlerdi. Ama gelenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmemişti. Babaannesi köşede oturmuş, mendiliyle gözyaşlarını siliyor ve ‘İşimiz bitti, işte şimdi işimiz bitti’ deyip duruyordu.” Böyle başlıyor kitap. Ve babaanne en hafif tabirle savaşın ne olduğunu ifade ediyor. Sonrasında küçük Alfie’nin babası gönüllü olarak savaşa katılıyor ve bir süre düzenli olarak mektup yolluyor. Fakat birkaç yıl sonra mektuplar da kesiliyor. Öncesinde farkına varamasa da bir gün Alfie annesinin sakladığı mektupları buluyor ve bir süredir mektup gelmediğini fark ediyor. Sonrasında da babasının peşine düşüyor. Bir sır perdesinin etrafında iz sürüyor. Kendince bir gizli görev yürütüyor. İşte bu serüvende az önce sözünü ettiğimiz nesneler de anlam kazanıyor.

Alfie, babasını buluyor bulmasına da eski babasından da eser yoktur tabii. Mücadelesinden vazgeçmiyor, babasının peşini bırakmıyor, tekrar eski günlere dönmeleri için her türlü çabayı sarf ediyor. Ve tüm bunları tek bir şey için yapıyor. Yazarın kitabın son tümcesinde belirttiği gibi, “Dünyanın en iyi nedeni uğruna yapmıştı bunları Alfie. Sevgi uğruna.”

Sevgisiz bir dünya hiçbirimizi mutlu etmeyecektir. Verebileceğimiz sevgiyi esirgemeyelim birbirimizden.  Yunus’un da dediği gibi, “Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz!”

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (31 Temmuz 2017)

Yorum yapın