Serap Çakır, Alasdair Gray’in “Zavallılar” romanı üzerine yazdı

Ocak 27, 2012

Serap Çakır, Alasdair Gray’in “Zavallılar” romanı üzerine yazdı

 

SSL HRFLR KYBLN KZ

Alasdair Gray, Zavallılar adlı eseriyle hem sarsıcı, hem de tadına doyulmaz bir romana imza atmış. Frankenstein temasının bu özgün versiyonunu okurken, toplumsal gerçekler ve çirkinliklerle yüzleşecek, masum, bir o kadar da korkusuz bir kadın beyniyle tanışacaksınız…

Bella Baxter olacaksam şayet, tüm bu yazıyı sesli harf kullanmadan yazmam gerekirdi. Ama ben Bella değilim, alelade bir beyne sahibim. Oysa, sessiz harflere ve sessiz çığlıklara dönüştüğünde masumiyet ve çaresizlik rezil bir koku yaydığında etrafa, size sesli harflerini yitirmiş bir büyük kadın ve küçük beyni ve masum bakış açısı ve dizginlenmeyen cinsel arzuları ve çocukluğunu kaybetmiş korkusuz hem büyük bir kadın ve hem de küçük bir kız gerekecektir. Onu bir mum ışığıyla aramanız da şart. Başka türlü gün yüzüne çıkarmakta biraz zorlanabilirsiniz; çıktığında da onunla baş etmekte.

Bana onun yerini sorsanız, koca kafalı ve korkunç kötü sesli ve iri iri küt parmaklı ve çok zengin ve çok korkutucu adam, ama ünlü cerrah Sir Colin’in oğlu Godwin Baxter’ın büyük malikânesinin yerini tarif etmek isterdim size. Ne yazık ki çocukluğunu hatırlayan bu yazar, yani bendeniz, o evi ve malikaneyi ve içinde geçen olayları size anlatmaktan biraz çekiniyorum. Bella kadar korkusuz olamıyorum ve onun kadar içten. Masumiyetini yıllar içinde yitirmiş, üstelik çocukluğunun hatıralarıyla korku nedir biliyor çünkü bu yazar. Yine de Bay McCandless aracılığıyla size birkaç cümle fısıldamaya çalışacağım.

Bundan böyle Godwin’i God, Bella’yı Bell, McCandless’ı Mum diye çağıracağız. Ama öyle her istediğimizde bize koşa koşa gelecek değiller. Hepsinin birer uğraşı ve derdi var çünkü. God ve Mum’un derdi Bell. Onu God (Tanrı) yarattı. Ama o bildiğimiz, hissettiğimiz Tanrı değil, bir doktor. Ölü bir bedeni kullandı ve ona can verdi, hem de çok yakın, pek yakın, öyle yakın bir tanıdığının beynini kullanarak Bell’in ki, sormayın kimdir o, bunu da açıklayamam. Bu da bir sır çünkü. Her şeyi ifşa edecek cesaretim de yok benim. Öyle olsaydı size tüm gerçekleri inanın söylerdim.

Bell kanatlanıyor

Bell yaratıldıktan sonra önce God’ı, ikinci erkek olarak da Mum’u tanıdı. Büyük bir kadın bedeni, küçük bir çocuğun beyni vardı Bell’de. O nedenle çocuk olamadı, o nedenle korkuları bilemedi ve toplumsal kaygılar taşıyamadı. Ayıp, günah, yasak anlamlandıramadı. Bu onu hem saf, hem de bir kahraman yaptı tüm erkeklerin gözünde ve bu durum Bell’i cellât yaptı âşıklarının kaderinde.  God, babasının bir hemşireyle, Mum ise babasının bir hizmetçiyle teşriki mesaisi sonucu dünyaya gelmişlerdi. O nedenle her iki adam da evlerinin içini dolduracak kadın biçiminde bir boşluğun yıllar yılı hasretini çektiler. Bardağın dolu tarafı olacaktı Bell bu iki beyefendi için. Ama hey hat! Bir kadın teslimiyeti, hele de meraklı ve maceraperest çocuk akıllı ve kadın bedenli biri için bu mümkün müydü? Mümkün müydü?

Madem Bell’in çocukluğu yoktu, öyleyse o bir yarım kadındı, en azından öyle hissetmekte büyük oranda haklıydı. “Ben ancak yarım bir kadınım Mum, yarım bie değil hatta çünkü çocukluğum yok; sürüklediğimiz övünç bulutlarıyla doldurduğumuz hayat parçası diyordu bayan MacTavish, şeker-ve-baharat-ve-her-şey-hoş-küçük-kızlık falan yok, ilk aşkın-genç-düşleri-kadınlık falan yok. Hayatımın tam bir çeyrek yüzyılı kayboldu kırıldı gümledi mahvoldu.”

Bella Baxter yüzleşiyor

Bell hiç küçük olmadı ve korku nedir hiç bilmedi. İyi mi, kötü mü? Zaman ve mekân konusunda çocukça bir anlayışı vardı. İyi mi kötü mü? Cinsel güdülerini bastırmaya hiç gerek duymadı. İyi mi kötü mü? Merak duygusu ve maceraperestliği ona sayısız insanı, sınıfı tanıma fırsatı verdi. İyi mi kötü mü? Toplumsal normları reddetti. İyi mi kötü mü? Tanrı’yı anlamakta, kötülüğü kavramakta zorlandı, dünyayı değiştirmek istedi. İyi mi kötü mü?

“Korkmaya başladım yitirdiğim küçük kızı çok düşünürsem içimde büyüyecek duygulardan” dedi bir gün. Aklı büyüdükçe sorgulamaya başladı çünkü…

“Sosyalist nedir Duncan?” diye sordum.

“Dünyanın düzeltilmesi gerektiğini sanan aptallar.”

“Neden? Dünyada bir bozukluk mu var?”

“Sosyalistler dünyayla bozuk; ve benim şeytanca şansımla.”

“Sen bir keresinde bana şans cehaletin ciddileştirilmiş adıdır demiştin.”

“İşkence etme bana Bell.”

Karar mekanizması gelişti zamanla: “Herkes kendini sıcak tutacak bir dış kabuk bulmak zorunda, ceplerinde para bulunan iyi bir palto gibi. Ben sosyalist olmalıyım.”

Kötü ile iyiyi kavradığında ise dünyayı hızla değiştirmek istedi: “Ben eve gelince, God, sen bize dünyayı nasıl düzelteceğimizi anlatırsın, sonra senle ben, Mum evlenir ve bunu gerçekleştiririz.”

İskoç edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Alasdair Gray’in bu eseri Sel Yayıncılık tarafından dilimize kazandırıldı. Pek çok ödülün de sahibi olan “Zavallılar” adlı roman, Frankenstein temasının özgün bir versiyonu olmakla birlikte, akıcı ve farklı dili, çizimlerle beslenen anlatımıyla da edebiyatımızda önemli bir yer işgal edeceğe benziyor.  Ayrıca yazar Gray’in eserde kendini hissettirmeden alttan alta verdiği mesajlar, iyi ile kötünün, saflık ve yozluğun, ahlak ve normların nerede başlayıp nerede bittiğini sorgulayan bakış açısı da eseri örnekleri arasında ayrı bir yere koymamızı sağlıyor. Zavallılar, bilimsel etik anlayışının farklı bir yorumunu sunuyor ve aşkın en masum ve gerçek anlatılarından biri olarak karşımıza çıkıyor.

Serap Çakır – edebiyathaber.net

Yorum yapın