Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan Plastik Kasaba, İngiliz yazar Susie Bower’in kaleminden çıkma. Hâliyle Türkçedeki bu ilk romanda bizleri, 1564-1616 yılları arasında yaşamış, büyük edebiyat adamlarından İngiliz şair ve oyun yazarı (hatta oyuncu) William Shakespeare’in; Bir Yaz Gecesi Rüyası, Hamlet, Julius Caesar, Kuru Gürültü, Macbeth, Nasıl Hoşunuza Giderse, Othello, Romeo ve Juliet, III. Richard, Venedik Taciri ve Yeter ki Sonu İyi Bitsin yapıtlarından alıntılar ve göndermeler yer alıyor. Böylesi bir background’ı baştan haber edeyim. Peki kurgu ne anlatıyor? Ophelia; kamyondan bozma evleriyle gezerek tiyatro oyunları sergileyen ailesine ayak uydurmaya çalışıyordur; ancak sakin bir hayat özlüyordur. Durağan bir ev, didişmeyen anne baba ve normal bir okul için dileği, mükemmel bir kasabaya geldiklerinde sanki gerçek olur. Göz alıcı vitrinler, parlak renkler onu cezbeder. Ancak, kasabayı derhal terk etmelerini buyuran mesajlar alıp, ormanda saklanan bir çocukla da tanışınca, bacası hep tüten tepedeki ürkütücü fabrikaya gizlice girmekten başka çaresi kalmaz…
Shakespeare’in Evreninde Bir Ev
Yazar; tıpkı Shakespeare gibi üslubunu mizahî bir dile, yer yer ironik bir sese bulandırıyor. Birbirine benzer evlerin, eşyaların ve insanların oluşturduğu bir kasabanın tatsızlığı içinde farklılıkların önemini vurguluyor. Karşımıza başka göklerin altında bir dünya çıkıyor. Bu arada yeri gelmişken hatırlatalım: Bir çağın değil, tüm zamanların yazarı addedilen Shakespeare, hâlâ edebiyatı derinden etkilemeye devam ediyor. Tam burada Britannica’daki şu tanımı kaydetmek istiyorum; çünkü Plastik Kasaba da aynı izleği takip ediyor: Onun büyüklüğünü tanımlamaya çalışmak bile cüretkâr olabilir, ancak ister tiyatroda okunsun ister tanık olun, zihni dolduran ve orada oyalanan, duygusallık ve neşeye dair yaratıcı vizyonlar yaratmasını sağlayan yetenekleri tarif etmek o kadar da zor değil. Büyük bir entelektüel hıza, kavrayışa ve şiirsel güce sahip bir yazar… Diğer yazarlar bu niteliklere sahipti, ancak Shakespeare’de zihnin keskinliği anlaşılması zor veya uzak konulara değil, insanlara ve onların tüm duygu ve çatışmalarına uygulandı. Diğer yazarlar keskin zihinlerini bu şekilde uyguladılar, ancak Shakespeare kelimeler ve imgeler konusunda şaşırtıcı derecede zekidir, böylece zihinsel enerjisi, anlaşılır insan durumlarına uygulandığında, tam ve akılda kalıcı, ikna edici ve yaratıcı bir şekilde uyarıcı bir ifade bulur. Bu da yetmezmiş gibi, yaratıcı enerjilerinin içine girdiği sanat formu uzak ve kitapsal değildi, ancak insanların canlı sahne taklitlerini, sempati uyandırmayı ve dolaylı katılımı davet etmeyi içeriyordu.
Roman Sahnesi, Tiyatro Perdesi!
Susie Bower, ekseninde tiyatro sanatı bulunan romanında, üretim ve tüketim çılgınlığının tehlikeli sonuçlarını da gözler önüne seriyor. Mesela şu cümleleri, bir tiyatro sahnesinde hayal eder misiniz: “Belki çiti takip edersem bir bahçe kapısı bulabilirdim: çarpma sesini duyduğum o kapıyı. Kulaklarımı açarak parmak ucumda ilerledim. Tam başladığım yere döndüğümü düşünürken fenerim bir kapının üstünde titredi. İtmek için uzandım. Hareket etmedi. Sonra ucunda ağır, kare bir şey olan zincire elim çarpınca, keskin bir çıngırak sesi duyarak sıçradım. Asma kilit. Birileri, kesinlikle ziyaretçi istemiyordu. Çitle bahçe kapısı arasında sadece birkaç santim genişliğinde küçük bir boşluk vardı. Eğildim ve aralıktan baktım ama tek seçebildiğim, bir binanın soluk, loş hatlarıydı. El fenerimi oraya doğrultacak değildim. Gün ışığında denemek daha iyiydi. Ama tam ormana geri dönmek için ayağa kalktığımda, kocaman, bembeyaz bir ay, bulutların arkasından sıyrılıp çitlerin üzerinde adeta bir fener gibi asılı kaldı. Yeniden eğilip aralıktan içeriye baktım.”
Yeter ki Sonu İyi Bitsin…
Azade Aslan’ın Türkçesiyle okuduğumuz, Müren Beykan’ın editörlüğünde okuduğumuz Plastik Kasaba’nın bir nevi özeti de sayılan son cümlelerle bu çağdaş metnin tanıtım perdesini çekelim: “Çevreme baktım: El ele tutuşmuş, sevdalı iki ergen gibi birbirlerinin gözlerine bakan Ar ve Ma’ya. Seal’in anne babasıyla kafa kafaya vermiş, geri dönüşümü tartışan Profesör Potkettle’a…Ve arkadaşlarım Mery’yle Seal’a… Oyunun adı Yeter ki Sonu İyi Bitsin, dedim. Öyle de oldu.”

















