Sanat toplumun parçası hiç olmadı! | Aysel Sağır

Ekim 26, 2018

Sanat toplumun parçası hiç olmadı! | Aysel Sağır

Tıpkı bilgi gibi bir güç olan sanat, nasıl şekillenir? Sanat derken, onun süreç ve sonucunu insanlar üstü bir yere yerleştirmiyoruz elbette. Ancak sanat, yaratıcısının çok özel süreçlerinde şekilleniyor. Peki; estetik algılayış, toplumsal süreçlerin sıradan bir parçası haline nasıl geldi? Özellikle günümüzde kendini dayatan bir soru olarak hiç de yersiz değil.

Zira sanat, “modern zamanların hiç bir döneminde bugün olduğundan daha yaygın olmamıştır.” Christoph Menke, Sanatın Gücü’nde, sanatın metalaşması sorununu irdeliyor. Tabii, nasıl bir “kontrol toplumu” haline geldiğimizin evreleriyle birlikte.

Sanatı “güç” bağlamında ele alan Menke, buna bağlantılı olarak, sanatın günümüzdeki haline bir “güç kaybı” olarak bakıyor. Dolayısıyla da, “sanat ya da estetik algısı bir bilgi olarak, politika olarak ya da eleştiri olarak” algılandığından ve “toplumsal iletişimin bir parçası” olmaktan da kurtulamadığından, gücünü de yitirmiş bulunuyor.

Estetik ve kapitalizm…

Tabii burada bütün sorun, aklın rasyonel hesaplarıyla oluşturulması, değerlendirilmesi gereken süreçleriyle, sanatınkinin aynı olmaması. “Sanat, aklın üzerine kurulacak bir beldeden sınırdışı edilmelidir” diyen Sokrates’ten yola çıkan Menke, yine onun tezlerine dayanarak özgürlüğü sanatın temel şartı olarak belirliyor. Estetik, “disiplinlerüstü kapitalizmde üretici bir güç olarak görüldüğü sürece” ise, bu mümkün değil. “Çünkü estetik bu durumda etkendir ve tesiri vardır, ancak üretken değildir. Kapitalizmin husule getirdiği üretkenliğe karşı sahaya sürülen bir sosyal pratik de olsa, estetik gene gücünden mahrum bırakılmış demektir.”

Sanatın asıl olarak ne olduğu konusu, çağlar boyunca yanıtlanmansı gereken felsefi bir soru olarak kendini dayatsa da, yaratım süreciyle eser arasında pratik ilişki öne çıkıyor. Bunun dostane bir ilişki olduğu düşünülmesin ama. Aksine, aralarında aşılmaz bir uçurum bulunuyor. Bu anlamda Valery’nin tespitlerini öne çıkarıyor Menke: “Bir şey yapmaya çalışan kişi için, yapı yapıcı/yapma eyleminin sahibi için, yapma eylemi engelleyicidir… Sanatın yapma eylemi, bilginin konusu değildir, çünkü sanatın yapma eylemini ‘karanlık’ olarak isimlendirir (Baumgarten): Estetik yapma eylemi, şuurlu bir davranış değildir, çünkü ‘bilinçsiz güçlerin’ etkisi olmayan estetik yapma eylemi yoktur (Herder). Bu etki oyundur: Resimlerin, hayalin işlemlerine bağlanması ve çözülmesi ve yeniden bağlanması ve çözülmesi…”

Bilinmeyenler taşırım ki içimde/Beni keşfederler benden önce/Beceriksizliğim ve müphemliğim/Sebebidir hakiki ben’imin/Zaafiyetlerim ve hükümsüz hallerim/Kusurlarımdan çıkarım yola/Aczim membağımdır/Gücümdür benim fakat sizi aşan/Zaafiyetin gidişi kuvvetimedir/Gerçek yoksulluğum kurar hayalı bir Krallık: ve bu izdüşümün kendisiyim işte ben; İşte buyum;/Arzularımı perişan eden eylemlerim

Menke’in metninde Paul Valery’i temel refaranslarından biri yapması boşuna değil. Zira Valery’nin yukarıdaki dizeleri, sanatın gücünün ne olduğunu anlatan bir yoğunluğa sahip.

Sanat toplumun parçası değildir

Valery’in dizelerini de göz önünde bulundurarak, yapma eylemini düşünmenin, onu tanımaya ve anlamaya çalışmanın aslında tahribattan başka bir şey yaratmadığı düşüncesi çok tanıdık geliyor. “En basit eylemimizi, en alışıldık jestimizi yapmadan evvel onları hatırımıza” getirdiğimizde sonucu biliyoruz. Sürekli yaptığımız bir şeyi “detaylı olarak teşhis etmemiz gerekseydi, en küçük yeteneğimiz dahi bizim için engel oluştururdu… Yapma eylemini düşünmek, tanımak ve analiz etmek bu eylemi tahrip etmektir aslında.”

Sanatın toplumun parçası olmadığı yönünde temel bir tezi var Menke’nin. Bunun niye böyle olduğunu anlamak için Valery, Nietchze, Goethe, Hegel, Sokrates, Adorno, Benjamin… gibi daha birçok düşünür ve sanatçının öne sürdükleri düşünceleri referans alarak anlatıyor tezini. Niye diye sorulursa; içinde bulunduğumuz teknoloji çağında, sanatın/estetik algının doğru tanımlanması şartı var.  Bu yüzden bir estetik politika belirlemek gerekiyor. Menke aslında tümüyle bu politikayı yapılandırıyor. Yani estetik algıyı güzellik, sanat eseri, hüküm ögeleriyle analiz ederek.

Dolayısıyla, sanatı bulmak için olanın içine bakılmaması gerektiğini tembihliyor. Ama sanatın, olanın içinden geldiğinin de altını çizip, hep özgürlüğe vurgu yaparak. Böylelikle sanatın gücünün geldiği yerin tek adresinin de özgürlük olduğunu söylüyor. “Öznelliğin sosyal şeklinin özgürlüğü” olan sanatın tek derdinin bizim özgürlüğümüz olduğunu tekrarlayalım. Zaten Menke de  metin boyunca yaptığı kazıda bu sonuca varıyor.

Aysel Sağır – edebiyathaber.net (26 Ekim 2018)

Yorum yapın