“Rossum’un Evrensel Robotları” insanlığa küsmüş bir anti-ütopya mı? | Mustafa Özgüç

Mart 1, 2021

“Rossum’un Evrensel Robotları” insanlığa küsmüş bir anti-ütopya mı? | Mustafa Özgüç

Karel Čapek, Rossum’un Evrensel Robotları (RUR) isimli oyununu 1920 yılında yazar. Oyun ilk defa 1921 yılında sahnelenir. “Robot” sözcüğünü edebiyata kazandıran eser, sanayi devriminin ardından, teknolojik gelişmeye fazlasıyla ilgi gösterilen bir dönemde, tiyatro oyunu türünde yazılmış olsa da, bilimkurgu edebiyatının öncüsü bir roman sayılır. Čapek’in üç perde ve bir epilog’dan oluşan eserinde, bilim adamı, ateist yaşlı Rossum, Tanrı rolünü üstlenir, insan yaratma tutkusuyla yola çıkıp bir laboratuar kurar. Onun başaramadığını genç Rossum dönüştürür,  ticari kazanç amaçlayan bir robot fabrikası kurar. Böylece emek yoğun fiziki üretimi robotlar üstlenir. Ucuz işgücü sağlanır, üretim maliyetleri düşer, insanlık angarya işlerden ve kölelikten kurtularak refah içinde yaşamaya başlar.  Robot fabrikasının yöneticileri kâr amaçlı üretimlerine böylece ütopik bir toplum tasarımı yükler. Ahlaki bir meşruiyet zemini yaratırlar kendilerine. Robot fikrini geliştirmeyi sürdürür, işi savaşçı ve insansı robotlara kadar vardırırlar. Yaratılan bolluk ve bereket insanlara hoşça vakit geçirebilecekleri boş zamanı sağlar. Ancak bu ütopik toplum tasarımı, insansı robotların distopyasına dönüşür. Robotların isyanıysa insanlığın trajedisine…  

Olayın Thomas More’un Ütopya’sına benzer bir adada geçmesi, distopik bir metnin kendini ütopyaymış gibi sunması düşünmeye değer bir konu. Çünkü ütopik bir tasarımla başlayan roman distopya ile sonuçlanan bir trajedi şeklinde okunabildiği gibi, insanlığın başarısızlığını anlatan bir anti-ütopya olarak da kabul edilebilir.

Bu roman da diğer ütopya/distopya romanları gibi, kendi döneminin toplum sorunlarına göndermede bulunur. Örneğin, Thomas More’un Ütopya’sı, erdemli insanların akla uygun şekilde kurduğu ve yönettiği, ahlaki mükemmellik üzerine kurulu bir toplum modelidir. Le Guin’in Mülksüzler’i, ikircikli ütopya da olsa, eşitliğe, adalete ve demokrasiye dayanır.  Piercy’nin, Zamanın Kıyısındaki Kadın’ı feminist bir ütopya tasarımıdır. RUR’daysa ütopik toplum tasarımı, insanın ücretli kölelikten kurtulması arzusuyla kurulur. Čapek’in insanlığın ortak sorunu diye gördüğü yoksulluk ve angaryadır. RUR’daki dünya süreç ütopyalarına değil, tersine erken dönem ütopyaları gibi değişmeyen, zamansız, kalıcı bir cennet fikrine yakın durur. Romanda ütopyacı söylem Domin in sözleriyle kendini açık eder:

 “İstedim ki insan âlemin efendisi olsun, insan sadece kuru ekmek için yaşamamalı. O korkunç yapıdan kurtulmak, başka hiçbir şey istemedim. Yoksulluğaydı isyanım.”  

Görüldüğü gibi bilimkurgu üzerinden gerçekliğe göndermede bulunur yazar. Romanda, birçok ütopya/distopya metninde gördüğümüz fantastik öğelere rastlamayız. Teknolojik yaşam dünyasının veya düzeninin ayrıntılı betimlemelerini de görmeyiz. Refah toplumu tasarımını Čapek “insan doğası” meselesi üstünden sorgular. Yazar bu sorgulamayı, yarattığı karakterlerin diyaloglarına dayalı olarak, zamanın edebi tarzına uygun, düz bir anlatımla ustaca yapar. Karakterlerin diyaloglarıyla ortaya koyduğu görüş, bilim, teknoloji ve kapitalizm sarmalının insanı insanlığından uzaklaştırdığı ve kendine yabancılaştırdığı yönündedir. Yani modernist söyleme şüpheyle bakılır. Romanı bugün için değerli kılansa, Čapek in ortaya koyduğu sorunun güncel görünümü. Teknolojiyle donatılmış insan, makinenin bir parçasına dönüşür ve onlarsız yapamaz olur. Teknolojik aygıtlar protez organlar haline gelmiş durumda. Čapek’in yüz yıl önce kurguladığı robot tasarımları bugün her yerde. Teknoloji kaynaklı etik sorun bugün de tartışılmakta.

Çok yönlü okunabilecek bu yapıt Horkheimer’ın Akıl Tutulması’nı akla getirir. İnsan aklının yarar kategorisi içinde tutsak kalması, yaşamın anlamı ve amaçlarını sorgulayamayan, sadece kurgulanmış amaçlara erişmek için araçsal akla dönüşmüş olması tam bir trajedi. Yabancılaşmış insan etik bir sorgulama yapamaz, insan yaşamını bir robotunkinden ayıransa bu sorgulamadır. Aslında insanlık için büyük bir ütopik tasarım diye nitelenebilecek aydınlanma çağının akıl, bilim, ilerleme ve evrensellik ilkeleri ile tetiklenen atılımı distopyaya kapı aralar. Etiğin dışlanması yerini yapay tutkulara bırakır. Araçsal aklın kısır perspektifi içinde kıstırılmış insanlığın distopyası ortaya çıkar. 

Pozitivist yaşlı Rossum’un insan yaratma projesi, genç Rossum’un endüstri bilgisi ve kapitalist eğilimleri, kurgunun arzusunu oluşturur. Romanda trajedisini çağıran bu arzu, Alquist’in şu sözleriyle ifade edilir:

 “Yaşlı Rossum sadece Tanrının olmadığı bir oyun kurdu, genç olanıysa milyarları düşündü. RUR ortakları kârlarını düşlediler ve onların kârı insanlığı yıkıma götürdü.”

Domin’in, “Kimse insandan insan kadar nefret edemez” sözüyse, Čapek distopyalarının ortak söylemi aslında. Yöneticiler, kendi hayatlarını kurtarmak için Rossum’un taslağını robotlara vermeyi düşünecek denli ahlaki zafiyet içindedir. İnsanların etik kaygı taşımıyor olması, insanlığa güvensiz bir tablo çizer.  Emil Cioran ın Tarih ve Ütopya’sındaki şu sözleri akla getirir.

“İnsan başarısız bir projedir, Tanrının inadı nedendir?”

“Sefalet, ütopyacının gerçekten büyük yardımcısıdır, üzerinde çalıştığı maddedir, düşüncelerini beslediği cevherdir. Ütopyaların ilhamını onlar (fukaralar) verir, ütopyalar onlar için yazılır. Ama hatırlatalım ki, ütopya, yokistan anlamına gelir.”

Cioran için doğmuş olmak insanın en büyük talihsizliğidir. İnsan yaşamının güzelliğine ve değerlerine inanmaz, bu yüzden ütopyaları da, daha iyi bir toplum tasarımının olabilirliğini de reddeder. Romanda, insansı özellikler taşıyan Radius, “Efendi istemiyorum, efendi olmak istiyorum, ben insanlara hükmetmek istiyorum” der.  Radius’un bu sözleri insanın kusurlu yaratılışını yansıtır. RUR’daki yeni toplum tasarımının, yani ütopyanın başarısızlığı,  Cioran’ın felsefesine uygun şekilde, romanın anti ütopya olarak okunmasına olanak sağlar.

Ancak Čapek kötümser bir yazar değildir. İnsanı insan yapan değerlere inancı vardır ve bu inancı Helena aracılığıyla dile getirir. Helena vicdanlı, duygusal, robotların dahi haklarını savunan, insan sevgisiyle dolu, hayatın güzelliklerinin farkında, sanata düşkün tek karakterdir. Domin zamanla onun bu yönüne sarılır ve, “Helena ne olur beni bırakma, sen hayatın ta kendisisin” der.

Üçüncü perdenin sonunda Čapek kendi yaşam anlayışını ve dünya görüşünü pişmanlıklar üstünden söze döker. Hallemeier, “Müzik ne güzel şey, bunu daha önce de yapmalıydık” der ve devam eder,  “Güzellik sevgi dolu şeyler. Ne kadar güzel şeyler var, dünya harika bir yer, biz bunun keyfini sürebildik mi?” Domin’se onu şöyle karşılar: “Kârlarınızın canı cehenneme, istedim ki insan âlemin efendisi olsun, insan sadece kuru ekmek için yaşamamalı. O korkunç yapıdan kurtulmak, başka hiçbir şey istemedim. Yoksulluğaydı isyanım. Dünyanın bütün insanları aristokrasiye dönüşsün istedim, milyonlarca mekanik kölenin beslediği bir aristokrasiye. Sınırsız özgür ve mükemmel insanlar, belki de insandan daha fazlası.”

Buradan bakınca romanın anti ütopik yanı zayıflar ve ütopya özlemine dönüşür. Çünkü Čapek, eserin epilog bölümünde Helena ve Primus’un sevgi ve fedakârlık benzeri insani erdemler taşıdığını gösterir, trajedisini umut ışığıyla aydınlatır.

Kaynak: Rossum’un Evrensel Robotları, Karel Čapek, Çev. Arzu Eylem, Notabene Yayınları, 2021

Mustafa Özgüç – edebiyathaber.net (1 Mart 2021)

Yorum yapın