Prens mi dilenci, dilenci mi prens? | Püren Mutlutürk Meral

Eylül 21, 2020

Prens mi dilenci, dilenci mi prens? | Püren Mutlutürk Meral

Çocuk kitapları, aslında çok tanıdık gelir insanın hayatına. Bazılarını okuduğunuzda “İşte tam da bu!” dediğiniz olur. İnsanların içinde debelenip durduğu tüm renkleri içinde barındıran hayatlarına, neredeyse bir ayna tutar bazen. Çocuk edebiyatı klasikleri de bu anlamda etkiyi iki kat arttırır.

Yeni nesil çocuk yetiştirme yolculuğunda, anne babalar özellikle çocuklarının duygularını tanıyıp, ifade etmelerini oldukça önemli görüyorlar. Bu bakış açısı, tabii ki ilk etapta yetişkin olduğunda da çocuğun kendini iyi tanıması, sınırlarını iyi çizebilmesi ve gerektiğinde ya da istediğinde hayır diyebilmesi için öneriliyor gibi görünse de; aslında ikili ilişkilerinde karşı tarafın içinde bulunduğu durumu, duyguyu anlayabilmek, bir nevi empati yapabilmek için de önemli olabiliyor. Öyle ki, empati yapabilmek aslında çocukların sahip olması beklenen ve özellikle yetişkinlerin çokça çaba harcadıkları bir konu haline geliyor, özellikle son zamanlarda…

İşte Mark Twain, çocuk edebiyatı klasiklerinden biri olan Prens ile Dilenci’de aslında tam da bunu anlatıyor. Bu kitabın yeni bir edisyonu da İletişim Yayınları’ndan çıktı. Bu edisyonu  diğer versiyonlardan farklı kılan birçok özellik var. Öncelikle İletişim Yayınları’nın çocuk klasikleri dizisindeki diğer tüm kitaplarında olduğu gibi, burada da tam metinden, kısaltmadan yapılan bir çeviri okura sunuluyor. Çeviri eserlerde, bu şekilde bire bir yapılan çevirilerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Keza orijinal dilden direkt çeviri yapılması da önemli, böylece yazarın tam olarak neyi kastettiği anlaşılabiliyor.

Aynı zamanda dönemin tarihsel ve toplumsal süreçlerinin, yine orijinal dil aracılığıyla aktarılabilmesi de hikayenin hayal dünyasında canlanmasına kolaylık sağlıyor. Prens ve Dilenci gibi, bir dönemin önemli tarihî karakterlerini ve ülkelerin siyasal yapılarını anlatan eserler, aynı zamanda tarihsel gerçeklik anlamında da okurlara önemli detaylar sunuyor. Bilindiği üzere Mark Twain, daha çok yarattığı Tom Sawyer ve Huckleberry Finn karakterleri ile ünlü. Ancak, kitabın önsözünde anlatıldığı gibi, yazar aslında Huckleberry Finn’in hikâyesinden çok da memnun kalmamış. Aynı zamanda içine bulunduğu entelektüel çevrede, “ciddi” şeyler yazamıyor olmakla eleştirilmiş. Anlayacağınız, bu kitabı hem kendi memnuniyetsizliği hem de yapılan bu eleştiriler sayesinde okuma fırsatı bulabiliyoruz desek yeri… Zira Amerikalı yazar, bu kitapta aslında İngiltere’nin en önemli hanedanlarından birini ve dönemin iç işlerini hem anlatıyor hem de eleştiriyor. Bu şekilde de yaptığı işe bir “ciddiyet” atfedebiliyor belki de kendi iç dünyasında.

Kitabın iç illüstrasyonları, hikâyenin zihinde resmedilmesini kolaylaştırıyor. Benim kitabın bu edisyonunda da, dizinin diğer kitaplarında olduğu gibi, en önemli bulduğum nokta ise kitabın sonunda yer alan “Karakterler” listesi ve “Sözlük” bölümü. Çocuk klasikleri okurları için son derece efektif ve iyi düşünülmüş alanlar bunlar. Neticede sadece çocuk okurlara yönelik olmasa da, özellikle onlara ve halihazırda ihtiyaç duyan yetişkinlere de aktarılabilecek bir tarihsel sürecin arka planını sunuyor.

Mark Twain kitabında, döneme dair iki uç noktayı anlatıyor. Bunu yaparken anlatısında belki de en kritik nokta, asıl hikâyenin kahramanlarının ikisinin de çocuk olmaları, aktardıklarının çocuk gözüyle ve anlatımı ile yürümesi. Kitabın çocuk okurlar üzerindeki etkisinin, tam da bu yüzden önemli olduğu kanısındayım. Ayrıca bir klasik haline gelmesinde de önemli etkisi olduğunu düşünüyorum. Twain, böylece toplumsal sınıflar arasındaki derin uçurumu da gözler önüne seriyor. Bir şekilde birbirlerinin yerine geçen dönemin genç prensi ile dilenci, birbirlerinin hayatlarını deneyimlerken aslında hiçbirimizin anlatamayacağı bir yoldan anlatıyor empatiyi. Neticede olaylar ve kişiler bu zamanın çocuklarına son derece uzak ama duygular ve empatinin gücü her daim gerçek…

Prens ve Dilenci, yazıldığı dönemde oldukça olumlu eleştirinin yanında olumsuz yargılara da maruz kalıyor. Mark Twain, özellikle İngilizler tarafından bu tarz bir tarih romanı yazması açısından oldukça eleştiriliyor. Takdir edersiniz ki en büyük eleştiri ise “kendi yönetimlerini bir Amerikalının eleştirmesi” yüzünden geliyor. Ancak Twain’in başarısı işte tam da burada yatıyor: Sınırlarının dışına çıkabilmek. Yazarın ve eserlerinin bir klasik halini alması, 19. yüzyılda yazılmış olsalar da sınırları aşarak günümüze kadar gelebilmeleri ve her daim tazeliğini koruyabilmelerinden kaynaklanıyor.

Püren Mutlutürk Meral – edebiyathaber.net (21 Eylül 2020)

Yorum yapın