Öykü: Tam üç dakika sonra | Ömür Müzeyyen Yılmaz

Ocak 24, 2023

Öykü: Tam üç dakika sonra | Ömür Müzeyyen Yılmaz

7.45

Gün henüz ışımadı. Işıması için güneşin yüz kırk dokuz milyon kilometre öteden doğması tek başına yetersiz. F.’nin tam üç dakika sonra kaldırımdan topuklarını vura vura geçmesi, yasemin kokulu parfümüyle uykudakileri uyandırıp mahmurları canlandırması ve kaçmasına ramak kalan otobüsü basit bir el işaretiyle durdurarak binmesi, oturması, sırtını dikleştirmesi ve yine caddeye dağılmış her bir ademoğlunun derince soluması şart. Dükkân vitrininin önündeki yerine çoktan yerleşti S. Kalbi güm güm atmaktaydı. Bu gümbürdeyiş, F.’yi ilk gördüğü gün peydahlandı ve en can alıcı zamanlarda kendini göstermeyi sürdürdü.

Kırtasiyeci, kaldırımda usul usul voltalar atıyordu. Karısı ise birinci kattaki evlerinin penceresinden sarkmış, tam tepesinde onu izlemekteydi. Perdeyle örtmüştü, geceliğinde sıkışan memelerini. Gözlerinden uyku akıyordu da ayrılmıyordu pencereden. İçeri gir, üşüyeceksin diyen kocasına omuz silkti. Kırtasiyeci birazdan tentenin altına girecek. Selamsız yürüyen F.’nin arkasından, elindeki telli not defterini karalayacak. S. onun şiirler yazdığını biliyordu. Hınzır tebessümü, bıyık buruşu, etrafını ürkekçe kolaçan edişi de kanıtıydı. Göz göze geldiler. Kırtasiyeci, höpürdeterek çayını yudumladı, S. kafa salladı. Kulaklarında, geçen seneki dillere destan kavganın sesleri çınlıyordu.

 “Ona yazıyorsun şiirleri, sakın inkâr etme!”

 “Yahu kadın, delirme allasen. Ne işim olur elin duluyla…”

 “Olur, olur… Erkek değil misiniz, hepiniz aynısınız. Gerçi kabahat sende de değil ki. Güya başı yerde… Maske hepsi maske. İyi bir şey olsa kocasını boşayıp buralarda yaşar mıydı? Ocağımı söndürdü. Sebebim oldu. Komşular yetişin…”

 Kırtasiyeci can havliyle dükkanına kaçmıştı o gün. Suratı domates kadar kırmızıydı. S. bir an adamın öleceğini zannedip sevindi ama kadın susunca normale döndü. İyi bir şey olsa sözcükleri de S.’yi uzunca bir süre düşündürdü.

 Jilet reklamlarıyla donatılan sarı otobüs durağa yanaşıyordu. S. yerinden kıpırdamadan numarasını okudu. Bir oh çekti. Durak boşalınca ortalık da ıssızlaştı. Karşısındaki çiçekçiyle selamlaştı S. İçinden küfürler, belalar patlattı. Sabahın köründe kim çiçek alacaktı ki dükkânını açıyordu… Onun da niyeti belliydi. F. yi görmek… Omuzları çöktü, yüzü düştü. Acımsak bir sızı karın boşluğunda dolandı. Ne çok arzulardı F.’ye çiçek verebilmeyi. Bir dal papatya uzatabilseydi mesela ona ya da kucak dolusu krizantemler, laleler, güller…Belki de yorgun argın işten döndüğünde durakta onu karanfillerle karşılamalıydı. Çiçekçi alaylı bir davetkârlıkla sırıtıyordu. Gidip o suratı çiçek kovalarına bassa, annesinin kulağına dek ulaşırdı…

7.46

 S. istese daha geç saatlerde de açabilirdi emlak ofisini ancak bu kez de F.’yi sabahları göremezdi. Üstelik evdeki dırdırlardan da kaçmalıydı. Babasına öldüğü için kızıyorsa, tek sebebi onu annesiyle baş başa bırakmasıydı. Annesinin onca bilgiye nasıl ulaşabildiğine inanamıyordu. Semtte, gizli örgütleri aratmayan cinsten bir veri ağı kurulmuştu da anacığı teşkilatın başıydı sanki. F.’nin haberlerini de en çok ondan alırdı.

 “Çok dövermiş meğer kocası haspamı. Anası babası, evlenirken bize mi sordun, ne halin varsa gör demişler. E, kaçarsan öyle bilmediğin heriflere yersin sopayı, oturursun.”

 “Sevmiştir belki…”

“Ah benim saf oğlum, aklı yarım oğlum. Sevgi yeter mi tek başına.”

Yetmiyordu. S. farkındaydı elbette. Ama sevginin yanında istenenlerin hiçbiri sevgiyi istemiyordu… F.’nin ofisine geldiği günü anımsadı. Ellerinden sıkıca tuttuğu çocuklarıyla, kirası düşük bir ev arıyordu. Ant vermişti içinden. Gerekirse ev yaratırdı da onu gözünden uzak bir yere göndermezdi. Göndermedi de… Hayal sokakta oturan hasta teyzesini, allem edip kallem edip çocuklarının yanına postaladı ve nuh nebiden kalma daireyi F.’ye kiraladı. Kendini emsalsiz bir savaş kazanmış gibi hissettiyse de ganimeti, sırtlayamayacağı kadar ağırdı.

Ağrıyan dizlerini ovdu S. Fırından yükselen ekmek kokularına burnunu tıkadı. Fırıncı, unlara bulanan suratıyla soğuk havada kapıda dikiliyordu. Amacını sebepleriyle birlikte biliyordu S. Yeni taşındığında, benden olsun deyip ekmeğin parasını almayınca küstürdüğü F.’yi bekliyordu o da. S.’nin söyleyemediği günaydını fırıncı mı söyleyecekti yani. Onun sevdiği F. bir selama kanıp unutmazdı yaşadıklarını…

Önünden yürüyen iki kadının fısıltılarıyla irkildi S. Kulakları keskindi, annesine benziyordu bu yönden. İşte gene F. çekiştiriliyordu. Gece yarısı eve gelmekte neyin nesiydi? Hem de kaçıncı kere. Kapıcı dün gece yanında bir de gölge görmüş ama yemin edemiyordu. F. deki şu arsızlığa bakın ki, koskoca adamı da aklından şüphe ettirmişti. Mahzunlaştı S. Pusuya yatan avcılar misali tetikte F.’yi gözetliyordu hepsi. Adı cadıya çıkalı epeyceydi. Öyle ki S. aylarca gündüzleri aynı kâbusu gördü. Yükselen ateşlerin arasında kalan F. cayır cayır yakılıyordu. O, koşup onu kurtarmak istiyor ama koşamıyor, bağırmak istiyor bağıramıyor, yanmak istiyor yanamıyordu. Ya annesi kulağından tutup çekiyordu ya da önünde aniden beliren kalabalık kâbusu bitiriveriyordu. Halbuki ne güzel kadındı F. Durgun yüzüne rağmen ne tatlı gülerdi. Pamuk kadar beyaz, güneş kadar sıcak, ay kadar parlaktı. Tabii yıldızlar kadar da uzak… Kadınlar ansızın durup S.’ye döndüler. Caddenin ortasında, iğneleyici bakışlarla ona kilitlenmiş, susuyorlardı. Sonra, biri diğerine dirsek attı. Ayılıp yürüdüler.

7.47

Bütün duyguların ve düşlerin üst üste yığıldığı yine o son dakikaya kalmıştı F. Bir sabah olsun erken gelmiyordu ki S.’nin kurduğu planlar gerçekleşebilsin. İlkin, nasılsınız diye soracaktı. Sonra, evde herhangi bir sıkıntı var mı? Varsa, derhal çözebilirdi. Çocuklar neler yapıyordu, epeyce büyümüşlerdi keratalar ama mutlular mıydı? Hele şimdi ergenliğe de giriyorlardı ki, en zor yıllarıydı, bilirdi o. Peşinden, işiniz çok mu yoğun, yorgun dönüyorsunuz diyecekti. Hastalanırsınız alimallah… Yalnızlık zor, hayat gailesi daha da zor. Belki yanınızda gaileyi paylaşacak biri olsa… Yok yok, öyle pat diye söylenmez ki. Başka bir cümle bulmalıydı da bulamıyordu. Zaman, o son dakka durabilecekken, düşmanca davranıp hızlanıyor, S.’nin aklına annesini, gözlerine çiçekçiyi, kulaklarına kırtasiyecinin karısını düşürüp aklını karıştırıyordu.

F. semte geldiği günlerdeki gibi de değildi. Dokumacı kuşların maharetiyle an be an yuvasına çekilmişti. Ne komşuluktan anlıyordu ne yastan ne sevinçten. Edasında yabanlık seziyordu S. Elini uzatsa ısırılacağından korkardı. Parmak uçlarında yürüyen çıt kırıldım kadın, lastik terlikle bile ses çıkartıyordu artık. Aslında, güzelliğine güveniyor diyenlere inat, şöyle dönüp ki bunu imgelerken S.’nin organlarının en mahreminde ciddi bir kıpırdanma oldu, birkaç kişiyle birkaç cümlelik sohbetler etse, hepsi utanırdı yargılarından. O utanmıştı. F.’nin gizlice peşine takıldığı gün yakalanıp tek kelime işitmediğinde. Akşamları penceresinin karşısına çöreklenip evin gölgeleriyle hayallere dalarken ışıklar kapatıldığında. Birkaç hafta önce F. kaldırıma takılıp tökezleyince, yardım edemediği gibi taburesinden dahi kalkamadığında… Korna sesleriyle sıçradı S.

7.48

Vakit dolmuştu. Durağa çoktan yanaşan otobüs, yolu kesen nakliye kamyonundan ötürü kalkamıyordu. Şoför var gücüyle bağırmaktaydı.

“Ne halt yemeğe yolun ortasında durdun!”

Kamyoncu aceleyle çiçekçiye girerken, işaret parmağıyla otobüs şoföründen birazcık zaman istedi. Belki de anlayış, sabır… Karşılığında sallanan parmak daha tehditkardı.

“Kamu hizmetini engellemenin cezasını biliyor musun sen?”

S. taburesinde iyice doğruldu. Böyle bir ceza da varmış demek… Kalabalığın arasında F.’yi arıyordu. Fırının önüne baktı, kırtasiyeciye hatta karısına. Havayı kokladı. Ciğerleri mazot kokusuyla doldu. F.’yi göremiyordu. Kalbi, şimdi de korkudan güm güm atıyordu. Kalkmalıydı. Otobüsün yanına koşmalı, aynalarından, kapısından tutup o gelene dek durdurmalıydı aracı. Tıpkı rüyalarındaki gibi… Kornalar yeri göğü inletmekteydi. Pencerelere, dükkân önlerine çıkmayan kalmazken, diğer araçlar da hengamenin birer parçasıydılar. Sonunda kamyoncu çiçekçiden ayrıldı, belinden aşağıya camdan sarkmış otobüs şoförüne özür mahiyetinde yeni bir işaret çaktı. Sadece adres sormuştu ve eli kalbinde minnetlerini sunuyordu. Nakliye kamyonu usulca kalkınca otobüs de harekete geçti. S. kımıldayamıyordu. Hey diye bağırmak istedi, dursana, azıcık daha bekle, gitme! Bağıramadı, hiçbirini söyleyemedi… Otobüs gidiyordu. F. halen ortalarda yoktu. Kırtasiyeci tentenin altına, karısı evine girmişti. Fırıncı çiçekçiyle konuştuktan sonra un çuvallarına geri döndü. S.’nin kafası karmakarışık, bedeni dermansızdı. Akıp giden araçları biçarelikle seyrederken telefonu çalıyordu. Bilindik bir aşk şarkısının iç burkan melodisiyle. Sırf şarkıyı dinleyebilmek için bekledi S, bekledi, bekledi ve sonunda açtı. Annesi tiz sesiyle kükrüyordu.

“Sana kırk kez depozito almanı söylemiştim. Haspam taşınıyormuş. Gördün mü bak, dımdızlak ortada ……”

Telefon düştü.

Peşi sıra S.

Peşi sıra tabure…

edebiyathaber.net (24 Ocak 2023)

Yorum yapın