Öykü: Talan | İlay Bilgili

Ekim 25, 2018

Öykü: Talan | İlay Bilgili

Sabah ayazında ağır ağır aydınlanan sokak, bin yıldır orada sabırla bekleyen bir canavar gibi kıpırdanıyor. Loş sokakta çürük bir diş gibi duran sararmış evin bacasından tüten duman beni cezbediyor. Süzülüyorum kurumlu, karanlık, ılık bacanın içerisinden. Oradayım.

Tavanında titreyen su damlacıklarının yer çekimine direndiği küçük bir banyo. Bu küflü ve ıslak banyoda gerçekleşebilecek tek güzel şey yokmuş gibi.Eski sobadan, sobanın esnemiş tenekesini zorlayan derin bir gümleme sesi geliyor. Harlı ateşin sesi, musluktan demir leğendeki suya düşen damlanın sesini dehşetiyle eritiyor. Bu banyodan dünyaya, tavanın hemen altındaki ufacık pencereden başka bir geçit yok. Banyo sıcak, nemli, yapış yapış, güvenli bir anne karnı uğultusunda. Rahat bir mezar.

Camgöbeği yeşile boyanmış ahşap banyo kapısı içeriden sürgülenmiş. Yer yer küflenmiş banyo duvarına dalıp gitmiş çırılçıplak bir genç kız ellerini dizlerinin arasına saklamış. Sudan şişmiş ahşap taburede öylece oturuyor. Sırtındaki ince tüyler diken diken, belirgin.Omuzları çökük kızın dizlerine doğru sarkmış memeleri,sudan büzüşmüş. Kızın etleri sobanın sıcağından kıpkırmızı. Su sarı saçlarına değmemiş henüz. Ensesinin üzerinde tutturulmuş saçları, alevlerin ışığında bir bakır yumruk gibi görünüyor. Kız, hiç kıpırdamıyor, öylece duvara bakıyor. Donuk bakışlarına, gözünün gerçekten gördüğüne teslim olan bir vazgeçiş yayılmış. Duvarı görmediğini anlayabiliyorum. Bacakları sıkıca kapanmış. Ayak parmakları, toprağı, otları, kökleri kavrayan pençeler gibi kavramaya çalışıyor soğuk betonu, olmuyor. Umarsızca kıpırdaşan ayak parmakları tüm bu heykelsi duruşun tek aksak yanı. Kızın kamburunun yansıması, sobanın küçük deliğinden kurtulan alevlerin duvarda dans eden gölgelerine hapsolmuş zavallı bir esir sanki. Gölgeler, büyüyen küçülen sinsilikleriyle  kızın etrafında dönüp dans eden vahşiler gibiler.

Birden hareket ediyor kız, ensesindeki yumruğu özgürleştiriyor. Kızın sarı dalgalı saçları, tam tutabilecekken her defasında elinden kaçıp giden bir toz taneciği gibi salınıyor kahverengi bozkırlara. Çapadan kurtulmuş öfkeli bir halat. Kız, önündeki demir kazandan bir tas su alıp başından aşağı döküyor. Suyun kızın üşümüş bedeninde gezinip yol bulmasıyla oluşan buhar büyüyor, dört bir yana dağılıyor. Bir tas su daha alıyor kız, bu kez yavaşça akıtıyor saçlarından. Su, sarı dalgaları altına alıp dümdüz ediyor, kızın kamburundan kayarak belindeki gamzelerde gezinip kalçalarında yok oluyor. Kız, hıçkırarak ağlamaya başlıyor. Nefesi kesikleşiyor. Hınçla kenarda duran lifi alıp bakışlarındaki donukluğa ölü hayvanların gözlerindeki dehşeti de katarak bacak arasını temizlemeye başlıyor. Elini soktuğu bacak arası simsiyah, dipsiz bir mağara. Bir yandan elini, sımsıkı kapalı tutmaya çalıştığı bacak arasından sokarken bir yandan da kendi eli bile değsin istemiyor kuytularına. Ağlaması kesiliyor. Eli karanlık mağaranın her tarafında hızla gidip gelmeye başlıyor. Bakışlarındaki donukluğun yerine sokağın gri ve dehşetli canavarlığı oturuyor. Baldırlarından süzülen su hafiften pembeleşiyor. Kızın sakinleyen nefesine ağırlaşan elleri de eşlik ediyor.

Her yerdeyim, sokakta, çiçeklerin parlak renklerinde, borudaki karanlıkta, kızın belindeki gamzelerde, duvardaki gölgelerde… Sokağın yutup acıta acıta sindirdiği leşler arasında bu küflü banyo canlı mideye indirilmeyi bekleyen çaresiz bir zavallı sanki. Sokak dingin, derin nefes alışverişlerindeki miskinlik öylesine sinsi ki bir canavarın dikenli, tırtıklı ve kaygan sırtının her nefeste inip çıktığını kimseler fark etmiyor, kız da. Kızdan uzaklaşmak istiyorum.

Banyo kapısının deliğinden süzülüp evin içinde geziniyorum. Bir odada, yer yatağında uyuyan üç küçük çocuk. Başka bir odadaki tek yatak boş, yatağın üzerinde itilmiş sim sırmalı saten, mor yorgan öylece duruyor. Simli yorganın yanında eprimiş, dizleri çıkmış, yağlanmış fitilli kadife bir erkek pantolonu. Üçüncü bir odadaki büyük yer yatağında bir kadın ve bir adam ölü uykusundalar. Başuçlarındaki yer minderlerine kıyafetleri atılmış. Kadının yanında basma bir etek, çirkin bir yelek ve bordo bir yazma. Adamın çorapları fırlatılmış, minderin üzerinde ekose bir gömlekten başka bir şey yok. Salondaki sönmüş sobanın yanında açık bir namazlık. Namazlığın üzerindeki tuhaf, hareketliymiş gibi görünen desenlerden süzülerek kapının deliğinden geri banyoya giriyorum.

Ayağa kalkmış kızın kalçaları oturmaktan kızarmış, bacakları yavru bir ceylanınkiler gibi titriyor. Yeni tüylenmiş cennetindeki talandan kalan tüm izler pembe bir suyla yol bulup günahların ve karanlıkların daha önce defalarca akıp gittiği bu pislik içindeki delikten az önce akıp gittiler. Banyo delikleri bir doğmayacak çocuklar mezarlığı. Zor ayakta duran kız abdest almaya başlıyor. Anlamsız mırıltılarla üç kere ağzına su verip kontrol edemediği bedenini ayakta tutmaya çalışıyor. Gözlerinden süzülen yaşlar, ürperip sertleşmiş meme uçlarına damlıyor, morluklardan, diş izlerinden yol bulup buhar oluyorlar. Kızın dişlenmiş memeleri bilmem kaçıncı yasak elma. Kız, damarları belirginleşmiş ayaklarını da yıkayıp son bir kez başından aşağı su döküyor. Sobanın içinden bacaya, bacadan sokağa süzülerek kendimi,  güneşin uyanan evlere dağılmasına bırakıyorum. Henüz ısınmamış kaldırımlarda bir sokak köpeği volta atıyor, sokak yediklerini sindiriyor. Zorla açtığı gözleriyle etrafı kolaçan edip salyalı nefesiyle tok karnını uykuya teslim ediyor yeniden. Her yerdeyim. Lohusa bir kadın, yarılmış meme ucundan kan ile sütü iştahla emen bebesini tiksinerek izliyor.  Ağzındaki ağır sarımsak kokusu tüm odaya yayılmış bir adam, sabahın ışığını henüz görmemiş karısının kalçalarını avuçluyor.  Bileziklerini dirseğinde toplamış elleri kınalı bir kadın dev bir leğende hamur yoğuruyor. Küçük abdeste kalkmış bir adam birden göğsündeki yumruğa dayanamayıp yere kapaklanıyor, can teslim ediyor. Çürük bir diş gibi sararmış evin bahçesindeki dut ağacının dalında sağa sola sallanan siluetin sarı ıslak saçlarından süzülen su, üşümüş ayak parmaklarından sızan pembeliğe karışarak yerde telaşla gezinen karıncaların üzerine damlıyor.

İlay Bilgili kimdir:

1981 Elazığ doğumlu. Marmara Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünde öğrenim gördü. Öğretmen olarak görev yapıyor. “Artis” isimli öyküsü 2017 Altkitap Öykü Seçkisi’ne; “Mimesis” isimli öyküsü 2018 Altkitap Öykü Seçkisi’ne girmeye hak kazandı. Öyküleri Oggito Öykü, Edebiyat Haber, Altzine, Duvar Dergi, Öykülem ve NotosDergi’de yayımlandı. Yazdım Sihir Oldu isimli bir kitabı bulunmaktadır.

edebiyathaber.net (24 Ekim 2018)

Yorum yapın