Öykü: Ölüler küf sever mi? | Esin Kıroğlu

Ocak 14, 2023

Öykü: Ölüler küf sever mi? | Esin Kıroğlu

Tavandaki küflerde yeni bir yüz buldu. Ağzını sımsıkı yummuş bir kadın. Saçları birkaç gün önce bulduğu adamın sakalına karışıyor. Gerinip yan döndü. Annesi ocağın üstündeki lapayı karıştırıyor. Az daha uyumak istese de vazgeçti. Yemeğe geç kalırsa tencerenin dibi ona kalacak. Koyu, birbirine yapışmış, suyu azalmış yulafı sevmiyor. Ötekiler uyanmadığına göre tuvalet sırası yok bugün. Yataktan çıktı. Taş zemin serin. Kapıya varmadan annesi seslendi.

              “Kobu önce yatağını topla.”

              “Tuvalete gideyim toplarım.”

              “Baban orada.”

              Çıplak ayaklarını tozlu taşlarda sürüyerek geri döndü. Örtüyü yastığın üstüne koydu, çarşafı çekti. Hepsini bir güzel top yaptı. Babası içeri girerken yanından şimşek gibi birinin geçtiğini gördü.

              “Sıra bende Zack.”

              Abisi oralı olmadı, peşinden koştuysa da yetişemedi. Çoktan avluya geçmiş, kapıyı da sırıtarak Kobu’nun yüzüne kapamıştı bile. Kös kös geri dönüp masaya oturdu.

              “Elini yüzünü yıkamadan olmaz. Kalk çabuk.”

              “Kalkmayacağım. Zack iki saatte çıkmıyor.”

              Kadın sizinle uğraşamayacağım der gibi omuzlarını silkti. Kobu’nun lapasını önüne koydu.

              “Zack’la konuşur musun lütfen. Tuvalette gerçekten çok kalıyor.”

              Sonunda annesi abisinden yakındı diye sevinerek tepeleme doldurduğu kaşığı ağzına götürdü. Lapa kucağına döküldü.

              “Ne konuşacağım Saya. Delikanlı oldu artık. Anla sen de bazı şeyleri.”

              Kobu kucağındaki lapayı kaşığıyla alırken babasıyla göz göze geldi.

              “Düzgün ye. Peşinden atlı mı koşuyor.”

              Babası bu sabah da sinirli. Her sabah yük indirmeye gitmeden bir öncekinden daha sinirli oluyor sanki. Az gülüyor. Bir tek kız kardeşine ters bakmıyor. Abisi delikanlı olduğu için, Luna da küçük olduğu için azar işitmiyor. Dizlerini sallıyor diye kızıyor Kobu’ya, tırnaklarını yediği için, saçını taramadığı için, gömleğini yırttığı için. Ama oynarken oluyor işte böyle şeyler, hem saçları kıvırcık, tararken çok acıyor.

              “İçyağı alacaktın. Unutma bugün.”

              “Biraz daha idare et.”

              “İdare edecek kadar kalmadı.”

Peki deyip yine yüzünü asıyor babası. Kobu çıplak dizlerini birbirine vurduğunun farkında değil. Dizine kaşık vurulunca anladı yine, durdu. Lapası bitince annesi pekmez sürdüğü ekmeği uzattı. Zack arkadan uzanıp ondan önce kaptı ekmeği. İtişip kakıştılar. Yeni ekmek uzatılınca mızırdanmayı kesti Kobu. Yine de keyifle yiyemedi, çişi geldiği için sallanıp durdu. Hep böyle oluyor, ne zaman bir şeyin tadını çıkarmaya kalksa işler istediği gibi gitmiyor. Sekiz yaşına girecek diye seviniyor ama bu kez de okula gitmek zorunda kalacak. Babası gibi gemilerden yük indirmek istemiyor. Tayfa olacak. Denizde ne okuyacak ki.

Sokaklarda koşmak Kobu için en güzel oyun. Hele çıkmaz sokaklar. Şehir denizden yamaca doğru kurulmuş. Evler birbirine yakın. Çoğu bitişik. Küçük avlularından birine girip öbür evin avlusuna geçiyorsun. Çocuklar her avluda yeni birini ekibe katarak büyüyen bir yumak gibi deniz kenarına iniyor. İnerken koşuyorlar. Taş yollar onların paldır küldür ayak sesleriyle doluyor. Bütün gün yüzecekler. Kayalara serdikleri çamaşırları kuruyunca toparlanıp geri dönecekler. Kobu yanında dört arkadaşı sokaktaki son avluya girip Yengeç’i de aldı mı vuracak kendini yola. Yokuş aşağı. Ayakları kıçlarına değecek kadar hızlı koşacaklar. Suya ilk atlayan kazanır. En çok da koşarken rüzgârı yüzünde hissetmeyi seviyor. Yengeç bütün rüzgâr adlarını bilir. Babası gemide aşçı olduğu için hepsini öğrenmiş. “Geçen gün gemi civarna yemiş. Babam öyle korkmuş ki. Patates çuvalları devrilmiş. Tabii babam buna da çok sinirlenmiş.” “Civarna ne Yengeç.” Onu da anlatır, her şeyi bilir. İçlerinde en büyük olduğu için değil, gemide çalışan bir babası olduğu için. Kayalıkların arasından yengeçleri bulur, çıkarır. Ateşi yakar, bir güzel pişirir. Kobu’ya hep daha fazla verir. Kobu neden en büyük payı aldığını anlasa da ses çıkarmaz. Bir keresinde itiraz eden birine “Onun evine seninki kadar yemek girmiyor.” demişti Yengeç. Kobu üzüldü, utandı. Sonra bunu duymamış gibi yaptı, Yengeç’in onu ötekilerden fazla sevdiğini düşünmeyi tercih etti.

 Tozu dumana katarak sokaklardan geçtiler. Kayalıklara gelince üstlerindekileri çıkarıp hemen suya atladılar. Kobu sırt üstü yatmaya bayılıyor. Kollarını iki yana açtı. Suyun görünmez elleriyle onu kaldırmasından memnun, bakışlarını gökyüzüne dikti. Masmavi, ne güzel. Küçük, beyaz bulutlar. Kulakları suyun içinde, denizin uğultusu ona söylenen bir ninni gibi. Biri gelip kafasını suya sokana dek böyle kalacak. Gözlerini kısarak güneşe bakacak. Kocaman dünyada bir başına kalmış gibi bu yalnızlığı seviyor. Zack da Luna da defolsun gitsin. Bacaklarını açıp kapıyor. Öyle sakin ki. Sonra hop suyun içine, dalıp dalıp çıkıyor. Yüzmekten, dalmaktan, oynamaktan yoruldular. Kayalığa çıktıklarında Yengeç hepsine birer elma verdi. Kobu deniz tuzuna karışan ekşi tattan mutlu. Ötekiler konuşurken dinlemeyi seviyor.

 “Size öğrendiğim bir şeyi anlatacağım.” dedi Yengeç. Gözlerini kıstı. “Yalnız korkabilirsiniz. Dinlemek istemeyen denize atlasın.”

 Kimse atlamadı. Kobu korkunç hikâyeleri sevmese de durumu sineye çekecek. Yengeç bir dirseğinin üstüne uzandı. Bacaklarını çaprazladı. Kobu böyle yapmasından çok da korkunç bir şey anlatmayacağını düşünüp rahatladı.

              “Bir insan evinde ölünce ne olurmuş biliyor musunuz.”

              “Ne olurmuş.” dedi çürük dişlerini elmaya geçiren biri.

              “Ruhu evde kalırmış. Vee.”

Kobu nefesini tuttu, Yengeç bu işi biliyor. Bakışlarını herkesin yüzünde gezdirdi. Doğrulup oturdu. Az önceki ciddiyetsizliği söyleyeceği şeye yakışmayacakmış gibi derlenip toplandı.

“Ruhu evde kalırmış ama yatağın altında. Orada kalakalırmış. Oradan hiç çıkamazmış. Eğer siz uyurken kolunuzu bacağınızı aşağıya sarkıtırsanız çok mutlu olurmuş. Bir güzel okşarmış. Vee.”

              Herkes gülmeye başladı. Kobu da güldü.

              “İnanmıyorsunuz ama öyle. Uyurken elinizi yatağın içinde tutun. Benden söylemesi.”

              Çocuklardan biri elma çöpünü denize fırlattı. Parmaklarını yalayarak sordu.

              “Niye gitmiyor ki.”

 “Gitmiyor işte. Niye gitsin. Yatağın altına yiyecek filan koymayın. Ölü gibi kokar. Hem ölü çok mutlu olur, gideceği varsa da gitmez.”

              “Ölürsen ruh olursun. Her yere gidersin. Yani neden yatağın altında duracaksın. Çok saçma.”

  Çok saçma diye diye suya atladılar. Kobu da aynısını yaptı. Ama bir türlü sırt üstü yatamadı.

 Saya sonunda içyağını getiren kocasına teşekkür etti. İyi para vermiş ama değer. Yemekler onsuz tatsız tuzsuz oluyor. Güzel bir patatesli yahni yaptı. Ortanca da denizden dönüp yemek vaktine yetişince rahat bir nefes alıp herkesi masaya çağırdı. Kobu ekmeği yine bir elinin altında tutan Zack’ı annesine şikâyet etti.

              “Benim ekmeğim. Ona ne oluyor.”

              “Önünden kimse almıyor. Biri çalacakmış gibi elini üstüne koyma.”

Kobu keyiflendi. Zack onu odasından atmasaydı böyle yapmayacaktı. Büyük kavga ettiler. O da salondaki divanda yatmaya başladı. Hem sabah odanın içinde annesinin kahvaltı hazırlama sesleriyle uyanmayı da seviyor. Geceleri anne babası sohbet ederken divana kıvrılıyor, ninni dinler gibi uyuyor. Luna’nın onların odasında uyumasından dolayı duyduğu kıskançlık da azaldı böylece. Tek kötü yanı çarşafları her akşam serip, her sabah toplamak zorunda olması.  Zack geç geleceğini söyleyip dışarı çıktı. Luna uyudu. Kobu bundan mutlu olamaz. Anne babası konuşurken onları dinledi, yağ lambasının ışığında resim yaptı. Yengeç’in sözleri aklına gelene kadar keyfine diyecek yoktu. Gözlerini yatağına çevirdi. Örtü yere kadar inik. Uzun uzun örtüye baktı. Gidip kaldırsa, altına baksa. Tamam da ölüler görünmez ki. Kalbi çarptı. Koşa koşa tuvalete gitti. Herkesten önce uykuya dalarsa iyi olacak. Tavandaki küflere bakmak istemedi. Oradaki yüzler şimdi onu korkutuyor. Acaba ölüler küf sever mi. Yatağın tam ortasında sopa gibi yattı. Kolunu, bacağını asla aşağıya sarkıtmayacak. Keşke yatağı duvara bitişik olsa. Annesi nemli diye araya boşluk bırakmamış olsaydı sırtını duvara yaslardı. Yengeç’ten nefret ediyor.

Sabah herkesten önce açtı gözünü, annesi bile uyanmamış. Gün yeni ışıyor. Bacağı duvarla yatak arasına düşmüş. Aklına Yengeç’in hikayesi geldi, bacağını hızla çekti. Ölüyü ayağını öperken düşündü. Zack’ın odasına gitse, korktuğunu söylese. Alay edecek, böyle şeylere Luna bile inanmaz diyecek. Ama çok korkuyor. Yatağı duvara bitiştirmesi lazım. Kalktı. Önce baş tarafını, sonra ayak ucunu sırayla itti. Yatak duvara yaslanınca rahatladı. Şimdi yeniden uyuyabilir. Ayağı bir şeye çarptı. Neredeyse çığlık atacak. Babası kızmasın diye kendini tuttu. Örtünün altından görünen çuval bezinden torbayı çıkardı. İçine baktı. Sarı, yağlı, yumuşak bir şey var içinde. Berbat kokuyor. Torbayı kendinden uzakta tutup koşarak dışarı çıktı. Bahçeye atsa olmaz, daha uzağa götürmeli. Yan avluya geçti, koştu, bir sonraki avlu. Gözünden inen yaşa aldırmadı. Çıplak ayağına batan şeylere de. Koştu, son avluya gelince durdu. Torbayı birkaç tur hızla çevirdi, bütün gücüyle Yengeç’in avlusuna fırlattı.

edebiyathaber.net (14 Ocak 2023)

Yorum yapın