Öykü: Kedi gibi | Dursiye Aygül

Ocak 28, 2023

Öykü: Kedi gibi | Dursiye Aygül

Derimi yüzmemi istiyorlar benden. Böyle ortalık yerde hem de.  Evet, ara ara yüzdüğüm olur. Ama sadece yıkanırken yaparım bunu. Bir güzel de yıkarım çiğneye çiğneye. Ama burada olur mu hiç? Olmaz. O kadar da değil.

Siz de bilirsiniz, geçen kış zehir zemberekti. Kar gökyüzünde kelebek gibi döndü döndü, balyoz gibi indi bizim buralara. Üstüne bir de korana mıdır nedir, bir virüs. Al sana kıyamet. Buyur yaşa.

Çok insan kırıldı virüsten. Ama bana ne soğuk işledi ne virüs. Çünkü derim sıcak benim. Bu virüs sıcak sevmiyor dediler. Hem derisi insanın mahremidir. Öyle soyunup atamam kimsenin önüne.

İçimizde güzel çirkin ne varsa çöpe çeviren günlerdi. Aşkın topaklaşıp sertleşmeye yüz tuttuğu, insanın yumuşaklığını yitirdiği günler. Kocamdan ilk tokadımı yediğim günler yani.  Tabii o zaman kedi yoktu, derim de yoktu.

Bu, yaşlıya gence tebelleş olan zıkkım yüzünden lokantalar kapandı. Kimse evine temizlikçi almaz oldu. Ahmet’le ben kaldık mı dımdızlak. Kira zamanı yaklaştıkça benimki burnundan solumaya başladı.Uzağa gidecek değil ya, insan zehrini yakınına dökermiş. Çaresizliğe vurur gibi vurdu bana. Ne yaptım da öfkesini harladım, hiç bilemedim. İlk tokatta sendeledim. İkincisinde kafam aynaya çarptı. Ayna çatladı, ben kırıldım. Evet, o zaman derim yoktu ama olsa da kırılırdım.

Benim Ahmet Antalya’ya inşaata gitti sonra. Yarım maaş verdiler. İşinize gelirse demiş patron. Virüs var. İş yok. Beğenmeyene kapı orada. Ne yaparsın, seçenek zengin işi.

Dört bir yanı muşambayla çevrili koğuş gibi bir barakada yatıp kalkıyorlarmış. Dışarısı portakal çiçeği, içerisi naylon kokuyormuş.

Kedi geldiğinde karanlık ekranıyla televizyon bana, ben pencereye dönük oturuyordum. Gelen geçen ayakları izliyordum delik gibi pencereden. Kapıda çığlık çığlığa bir miyavlama. Koştum, açtım kapıyı. Tüyleri kar ışıltısı, kara bir topak. Kimsenin kimseye kapı açmadığı bu zamanda yedi basamak aşağı inip beni yoklamaya gelmiş. Hoş gelmiş.

Ayıp olur diye ona bir ad takmadım. Kedi oluşunu beğenmiyormuşum gibi. Sahibiymişim gibi.

Birlikte yatıp birlikte kalkar olduk. Ben önde o arkada bayat ekmek almaya bile birlikte gittik. Bayat ekmek tazesinden ucuzdur. Doğrarsın çorbanın içine, taze mi bayat mı anlamazsın bile. Ben severim. Kedi de sevdi. O günlerde de derim yoktu.

Dedim ya kış zehir zemberekti. Soğuk kara bir çığlık gibiydi. Kapılara, pencerelere saldırıyor; bulduğu her delikten sızıyordu içeriye. Ahmet’in gönderdiği yarım maaş… Kiraydı, faturalardı bin parçaya bölünüyordu.  Kedi keyfindeydi. Hiçbir şey umurunda değildi. Yemeğini yiyor, yan gelip yatıyordu. Dert yok, tasa yok.    

 İşte o zaman düşündüm. Hani derler ya beynimde şimşekler çaktı diye. Kedi olmak güzel olmaz mıydı? Kedileşmek?

 Soğuk yürekli üvey annemin evlendikten çok sonra düğün hediyesi diye verdiği az kullanılmış yün battaniyeyi aldım elime.  Bak  işe yaradı uğursuzun hediyesi. Kestim biçtim. Elimden gelir böyle şeyler. Üvey annem, çürük dişlerinin arasından köpüklü tükrükler saça saça, beceriksiz diye yüzüme yüzüme bağırsa da bilirdi becerikli olduğumu. Bilirdi de kendine saklardı beni. Hizmetçi olarak. Kimselere vermek istemedi o yüzden. Kurutup kenara koyacaktı herhalde. Babam dersen… Amaaan boşver! Giden gitmiş, biten bitmiş. Ahmet’le kafayı bir edip kaçtık da öyle kurtuldum. Neyse, kediyle gidip yorgan iğnesi, iplik aldık.  Bir güzel deri diktim kendime. Kedi derisi. Benimki biraz dallı güllüydü ama ne olmuş yani. O kara kedi, ben güllü kedi. Sevinçten içim uça uça giyindim derimi. Tulum gibi. Bir tek kulakları yok. Ayaklarımı, başımı iyice oturttum. Derimi sımsıkı yapıştırdım bedenime. Ben derime inandım. Kediliğime inandım. Dert yok, tasa yok.

 Şimdi gelmiş, derini çıkar, at diyorlar bana. Gülesim geliyor. Ben desem ki size derinizi çıkarıp koyun şuraya, nasıl da gülersiniz. Öyle komik bir şey yani.

Kediyle ben bir öğün yemeye karar verdik. Oruç tutar gibi. En çok da bayat ekmek çorbasını seviyorduk. Tencerede yağı kızdırırsın, varsa biraz kırmızı biber, çeşme suyunu coz diye dökersin içine.  Yağ cozlarken mis gibi kokar. Kedinin de benim de ağzımız sulanır. Sonra su kaynar. İçine bayat ekmeği doğrarsın. Ekmek yağlı suyu emer, şişer, Yarım tencere bayat ekmek çorbası, olur bir tencere. Yarısı bana yarısı kediye. Sıcak sıcak.  Derim gibi.

Kombiyi çoktan söndürmüştük. Gece de ışık yakmazdık zaten. Onun yerine televizyon izlerdik. Hem ışık hem eğlence. Kedi pek ilgilenmezdi eğlenceyle ama kör de olsa bir ışık, izliyor da olsam bir eğlence çekerdi benim gönlüm.

Gündüzleri ışığa gerek yoktur. O yüzden televizyona da. En büyük eğlencemiz elliye  ellilik pencereden gelen geçen ayakları seyretmektir. Aslında bakmayın, televizyon kadar eğlencelidir. Hangi ayak kaçta gider, kaçta gelir biliriz. Ayakkabılardaki çamurdan, tozdan ya da temizlikten hangi ayak hangi mahalledendir biliriz. Hatta eğlencesine bu ayakları birbirine yakıştırır, sevgili bile yaparız. Bazıları evlenir bazıları ayrılır bazılarının sevdası gelgitlidir. Bazen de ayakların kimini  alışverişe, kimini çok pahalı bir lokantaya kimini kavuşmalı bir aşk filmine  göndeririz. Birkaç tanıdık ayak da bizim apartmana girer, çıkar. Hangi ayaklar kaç numarada oturur bilirim. Kedi de bilir.  

Ahmet’le postaneden konuşuyoruz. Faturaları ödeyemeyince nuh nebiden kalma cep telefonlarımızı satmıştık. Barakanın naylon kokusu burnuna yapışmış Ahmet’in. Şimdi her yer naylon kokuyormuş. İnşaatın bitmesine biraz daha varmış. İzni de yokmuş. Olsa da gidiş geliş bir yığın masraf.  Olsun. İş olsun da. Yeni gelin damat değiliz ya, görürüz birbirimizi elbet.      Birazını kendine ayırıp gönderdiği yarım maaş yetiyordu artık bize. Bizim apartmanla başka birkaç apartmanın merdivenlerini siliyordum ara ara. Yuvarlanıp gidiyorduk işte. 

Ben, böyle derisi dallı güllü, iri bir kedi gibi merdiven silerken fırına, postaneye gidip gelirken tanıyan tanımayan, bıyık altından güler, sağa sola kafa sallayıp cıkcıklanırdı ama bunu yapacakları aklıma gelmezdi.    

Doğrudur, bir yıla yakındır aynı deriyle dolaşıyorum. Peki bunun nesi garip? Ben kedinin deri değiştirdiğini hiç görmedim. Evet, sık sık olmasa da arada  derimi soyup çiğneye çiğneye yıkarım.   Söyledim size bunu. Ama dediğinizi yapamam. Sırf siz istiyorsunuz diye derimi yüzemem.

Komşuların beni tuhaf bulup belediyeye ihbar etmesi neyse de, belediyedeki görevlilerin muayene bahanesiyle akıl hastanesine göndermesi çok şaşırtıcı.

Ben deli değilim. Biliyorum deli, deli olduğunu bilmezmiş. Ama ben gerçekten deli değilim. Delilikten değil, kedilikten buradayım.

edebiyathaber.net (28 Şubat 2023)

Yorum yapın