Öykü: Hiçbir şey yapmayan adam | Mine Kanat

Haziran 10, 2021

Öykü: Hiçbir şey yapmayan adam | Mine Kanat

Son iki yıldır kulağa çılgınca gelebilecek birçok talebi zorlanmadan karşıladım. Hatta bir rutin içerisine girdiğimi bile iddia edebilirim. Bir cerrahın açık kalp ameliyatında kaburgaları ayırıp kalbe ulaşması, bacaktan aldığı damarı eskisi ile değiştirmesi ve kesip biçtiği bu bedeni tekrar çalışır hale getirmesi nasıl tanrısal bir mucize gibi gelirse insana ve cerrah için çoğunlukla günde birden çok kez icra ettiği mesleğinden ibaretse, benim için de son derece sıradanlaşmıştı mesleğim.

Meslek dedimse, ne bir kurumsal karşılığı, ne bir odaya kaydı, ne de bir adı vardı. İşim “hiçbir şey yapmamak” üzerine kuruluydu. Aslında pek saygın bir teknik üniversitede tahsil gördüm. Okulumu ve fakültemi seçerken belirli bir kariyer amacı gütmedim. Akademik başarım doğduğumdan beri ayrıksı bir yaşam sürmemden kaynaklanıyordu sanırım. Kökü etrafındaki tüm bitkileri kurutan, kendi habitatında özgün bir yaşam süren nadir bir bitki gibiyim. Sosyal bir beceriye ihtiyaç duymadım hiç. Duygular için kana karışması gereken kimyasalları, erken kesilen göbek bağım ile plasentamda bırakmış olabilirim. Diğer yandan elime geçeni sünger gibi beynime çekebilme yeteneğine sahibimdir. Son derece hızlı okuyabilir, edindiğim bilgileri insanüstü derinliğe sahip hafızamın odalarında uzun süreler boyu saklayabilirim. Elime geçen bir kullanma kılavuzu da olabilir, kalın ciltli eski bir klasik roman da. Durum böyle olunca ezberci sistemde parlak bir öğrenci olabilmem şaşırtıcı değil. Sıra iş güç edinmeye geldiğinde ise durum değişti.

Birkaç iş deneyimim oldu. Sosyopat falan değilim ama iş hayatında sürdürülmesi gereken ilişkiler ağı beni çok zorladı. Her gün aynı binaya girip, sabah dokuzdan akşam altıya dek aynı işi görmek, yatay dikey çeşitli kurallı kurumsal ilişkiler yürütmek ve o ortamda tutunmaya çalışmak beni öldürüyordu. Yapmayı en çok sevdiğim şeye sığındım. İşi bıraktım, bilgisayarıma gömüldüm. Bloglar okudum, internet sitelerinde sörf yaptım, sosyal medya hesaplarını dolaştım… Sanal alemin kuralsızlığı ve hızı kendimi iyi hissetmemi sağladı. Bir yandan ufak tefek yazılım işleri almaya başladım. Faturalarıma ve internet ücretimi ödememe, karnımı doyurmama ve günde birkaç bira içmeme yetiyordu kazandığım. Ancak halen, tek çocuklarını sorgusuz sualsiz kabul etmiş ve mesafeli yapısı ile tatminkar bir ilişki yürütttüğüm mühendis anne babamdan kiram için para desteği almaktaydım.

Gelir artışı konusunda çözüm ararken birinin sosyal medya hesabında “hiç tanımadığım birine içimi dökmek, teselli edilmeden koşulsuz dinlenmek istiyorum!” şeklindeki isyankar paylaşımı zihnimde minik bir mum yaktı. Cevaplamasını beklemiyordum ama “ben sizi dinlerim” diye mesaj attım. “Ne zaman, nerede?” diye dönüt alınca fikrini değiştirmesine olanak tanımayacak hızda yer ve saat bildirdim, buluştuk.

Karşımda gayet hoş görünümlü, benden olsa olsa birkaç yaş büyük, işinde gücünde bir kız oturuyordu. İki votka ısmarladı ve anlatmaya başladı. Yaklaşık iki saat boyunca, kah ağladı kah güldü ama hep konuştu. Hatta bir ara bana sarıldı. Ona son derece doğal olarak sıkıca karşılık verdim ve sırtını sıvazladım. Hiç bir söz etmeden, fakat göz temasını da kesmeden dinledim onu. Her gün ilgili ilgisiz izlediğim bir ton videoya gösterdiğim ilgiden farkı yoktu benim için. Sonunda onu öğüt vermeye kalkmadan dikkatle dinlediğim için teşekkür etti, yaşadığının bir çeşit aynalanma etkisi yarattığını, kendini çok daha iyi hissettiğini söyledi ve “ne kadar?” diye sordu. Omuz silktim ve “önemli değil” dedim. Masaya bir miktar para bıraktı, elimi sıktı, böylece ayrıldık.

Hemen o akşam “kiralikbiri” adlı bir sosyal medya hesabı açtım. Açıklama kısmına “hiçbir şey yapmayan adam” yazdım. Yine aklımın çöplüklerinden derlediğim yöntemleri kullanarak takipçilere ulaştım. Kısa bir süre sonra mesaj kutumda “ne yaptığını tam anlamadım ama bu akşam bir konsere gitmek istiyorum. Bana eşlik edecek kimse yok. Benimle gelebilir misin?” şeklinde bir soru gördüm. İşte başlıyorduk, “tam olarak bunu yapıyorum, zaman ve mekan bildir lütfen” diye cevapladım. Çıkmadan evvel de bir özçekim yapıp “ ‘kiralık biri’ bugün konsere götürülüyor” yazdım. O akşam müşterimin ellerini kollarını sallayarak rahatça eğlenebilmek için yanında oturan birinin samimi ve gülümseyen bir suratla onu onaylamasına ihtiyaç duyduğunu gördüm.

Ertesi gün kendime bazı kurallar belirledim,

-Gerçek adını paylaşma.

-Adresini ve telefonunu verme, mesaj kutusundan iletişim kur.

-Kimseyle birden fazla görüşme.

Derken, doğum günü yemeğine eşlik etmemi ve ona bir hediye almamı, sınavdayken kapıda beklememi, onu koklamamı ve kötü kokup kokmadığını dürüstçe söylememi, yazdığı öyküyü, çaldığı gitarı dinlememi ve fikrimi belirtmemi, taşınacak olup eşyalarını toplarken yanında bulunmamı, yılbaşı ağacını onunla süslememi, köpeğini gezdirirken beraber yürümemi, kendi reçetesi ile hazırladığı yemekleri denememi, ona çiçek göndermemi, kendine manikür yaparken anlattığı dedikoduları dinlememi, korktuğu bir tahlilin sonucunu alırken eşlik etmemi, pikniğine katılmamı, sadece memelerine bakıp boyutlarının aynı olup olmadığını bildirmemi, annesinden nefret ettiğini kimseye söyleyemediğinden bana tüm detayları ile defalarca anlatmasına izin vermemi ve daha nicelerini talep edenler oldu. Hepsini rahatlıkla yerine getirdim. Diğer yandan hamile kalmak isteyip yardım bekleyen, sevgilisini takip etmemi talep eden, eski sevgilisini kıskandırmak için el ele gezmek isteyenler gibi ahlaksız görevleri reddettim. Görevler konusunda seçiciydim, hem de paşa gönlümün kararıyla!

Gördüğüm herkes, vıcık vıcık, iç içe ilişkiler kurarken, bu kadar çok yalnız insan olduğunun farkında değildim doğrusu. Sanal alemdeki mutlu insanların sahteliğini artık hepimiz görebiliyorduk da kırgınlığını imalarla anlatan, direkt iletişimden sakınan, sınır koyunca ayıplayan, çok gülerse korkutan, hiç gülmezse burnu havadalıkla yaftalayan bir toplumda bu kadar dışlanmış birey olması görülmeyen tarafıymış işin.

Hepsinin içindeki boşluk öyle büyüktü ki, o tarafa doğru fısıldandığında bile yankılandığından kimselere göstermek istemiyorlardı bu yanlarını. Bir daha karşılaşmayacakları birini kiralamak o boşluğu açmak için  biçilmiş kaftandı. Böylelikle hatırı sayılır bir gelirim olmuştu. Yaşadığımız sahte ama bir bakıma çok da filtresiz paylaşımdan hoşlanıyordum da. Ta ki bir hafta öncesine kadar…

Yine aynı yolla bir mesaj aldım. “Evimi temizleyeceğim, atmam gerekenler var, bana eşlik edebilir misiniz?” İlk anda bir zamanlar haberlerde sık gösterilen “çöp ev”ler aklıma geldi. Sanıyorum potansiyel müşterim çöplerinden kurtulmak istiyor ama tek başına vazgeçmek onu zorluyordu. Hep yaptığım gibi profillini inceledim. Orta yaşlarda, çok sıradan görünümlü bir ev hanımıydı. Bahçesindeki gülleri, annesi ile içtiği kahveleri, kedisini falan paylaşmıştı. İşi kabul ettim. Dar sokaklardaki asansörsüz eski apartmanlardan birinin bahçe katında yaşıyordu. Beni binanın giriş kapısında karşıladı. Profilindeki fotoğraflarından biraz farklıydı. Saçları yağ içindeydi, kendisine büyük gelen bir çiçekli elbise giymişti ve sırtındaki siyah hırka üzerinden dökülüyordu. Hayal ettiğim çöp ev sahibi ile uyumluydu durum. İçeriye birlikte girdik.  Çürümüş çöp ya da ıslak kalmış bez benzeri bir koku çalındı hafiften burnuma. “Kahvenizi nasıl alırsınız?” diye sordu ince, çatlak ve çocuksu sesi ile. Öyle kolay tiksinmek huyum değildi ama koku tüm iştahımı kaçırmıştı, istemedim.

“Hay Allah misafirsiniz, böyle olmadı ama…” dedi yine son derece çekingen haliyle, teşekkür ettim.

 “Şöyle buyrun lütfen” diye kibarca yer gösterdi.

Evdeki tüm eşyalar en az kadınla yaşıttı. Buna rağmen bakımlı ve temizdiler. Çeşitli köşeler dantellerle bezeliydi. Gördüklerim durumun çöp ev vakasından farklı olduğunu anlatıyordu. Her zamanki soğukkanlılığımı koruyarak bekledim. Televizyonda türlü taciz, tecavüz ve cinayet olaylarını gözler önüne serme misyonu taşıyan gündüz programı açıktı. Gözüm kayınca kadın kısa bir kıkırdamadan sonra

 “Annem çok sever. Bendede alışkanlık olmuş, izlemesem bile açıyorum bu programı” dedi ve kapattı.

 “Annem… Doğduğumdan beri her anımız birlikte geçti. Gözü gibi baktı bana. Emekli öğretmendir. Bir meslek sahibi olamayışıma kızgındır hep aslında. Hayal kırıklığına uğrattım onu. Ben hiç evlenmedim, çocuğum da yok ama anlıyorum yine de. Uğraştı didindi ama demek ki onun kadar akıllı değilmişim, okuyamadım. E işte ben de babamın kaybından sonra onu hiç yalnız bırakmadım. Ne derse yaparım. Babamdan kalan emekli maaşı ile aldığım şu akıllı telefona çok bakmama kafasını taktı son zamanlarda. Asabidir biraz. Ben de pek sabırlıyımdır, tamamlarız işte böyle birbirimizi” dedi ve yine yersiz, tiz bir kıkırdama geldi peşinden.

“Bakın üzerimdekiler onun. Bir kaç gündür çıkarmadım.Kendimi güvende hissediyorum içinde. ” yüzü şimdi de dudağını büzmüş bir çocuk gibi hüzünlü bir hal almıştı.

“O gün bana yemeği sen yap dedi annem. Kendisi de salonda örgü örüyordu. Soğanı doğradım, ocağa koydum, sandalyeye oturdum , açtım telefonumdan youtube videolarını, çok komiklerdi, dalmışım, hem gülüyorum hem izliyorum. Yanmış soğanlar, annem bağıra çağıra mutfağa daldı. Anında ayağa fırladım. Hemen ocağa doğru yürüdüm ama bağırmaya devam etti. ‘çekil Allah’ın beceriksizi, ver şu telefonu, atılacak artık bu çöpe, yeter, zaten bir işi beceremezdin iyice bozuldun…’ diyerek sandalyeye bıraktığım telefonu almaya yeltendi. O sırada nasıl oldu bilmiyorum, düdüklü de ağırmış demek, kafasına…” yine bir kıkırdama, sonra dudak bükme…

“Ne var yani, bir tek o telefona bakarken eğleniyorum …”

Bu yaşıma dek ilk kez içimde böylesi şiddetli bir dürtü hissettim, korku ile birlikte kaçma hissi…

O sırada, “gelin göstereyim” dedi ve ayağa kalktı. Mutfağa doğru yürüyordu.

Dış kapıya sırtımı verdim. Her an açabilmek üzere elim tetikteydi. Mutfak kapısızdı ve bulunduğum yerin tam karşısındaydı. Buzdolabını açtı, rafları çıkarmış, kadını don atlet iki büklüm dolaba yerleştirmişti.

“Düdüklüyü kafasına vurunca hareket etmedi bir daha, bir süre sonra da bir koku başladı, ben de kıyafetlerini çıkarıp kendim giydim ve onu  buzdolabına koydum. Ölmüş müdür? Atalım mı?”

Kapıyı açtığım gibi kaçtım dışarı. Akşama dek düşündüm. Meslek etiği gereği gördüğümü unutmalıydım. Sonra “başlarım mesleğine de, etiğine de!” deyip polise ismimi vermeden ihbar ettim. İşte böylece kariyerim son buldu…

edebiyathaber.net (10 Haziran 2021)

Yorum yapın