
Gece yarısı olmuştu. Ev sessizdi. Saatler ilerlemişti ama oğlu hâlâ eve dönmemişti. Telefonu kapalıydı.
Neva camın önünde ayakta bekliyordu. Ayağında terlik, üstünde ince bir hırka. İçinde ise tanıdık bir fırtına: “Bir şey mi oldu?”
Endişe, Neva’nın hayatında hep vardı. Ama bu gece farklıydı. İçindeki karanlık his, göğsünü yavaşça kemiren bir kurta dönmüştü.
Küçükken de böyle hissederdi. Kardeşine bir şey olacak diye korkar, gözünü ondan ayırmazdı. Annesi sabah işe giderken, “Dikkat et kardeşine,” derdi. Ev onların sorumluluğundaydı. Ama Neva sadece on yaşındaydı. Kardeşi ise sekiz…
Bir sabah, evin önündeki toprak alanda oynuyorlardı. İki plastik araba, birkaç taş ve biraz hayal gücü. Az ileride mahallenin haşarı çocuğu belirdi.
Kardeşinin elindeki oyuncağı almak istedi. Neva o sırada taşlarla yol yapıyordu, birkaç adım geride.
Tartışma büyüdü. “Hayır, vermem!” dedi kardeşi. Diğer çocuk itti. Kardeşi yere düştü, dizini acıttı.
Ve sonra… Kalın adımlarla biri yaklaştı. O çocuğun babası. Koca cüssesiyle, sinirli bir yüzle geldi. Ne sordu, ne durdu. Bir anda, Neva’nın kardeşine sert bir tokat attı.
Yanak kıpkırmızı oldu. Kardeşi ağlayarak yere çöktü. Neva dondu. Bağırmak istedi, sesi çıkmadı. Koşmak istedi, bacakları kımıldamadı. Elleri titredi. Kalbi sanki içinden sökülmüştü.
Adam oğlunu alıp gitti. Ardından bir sessizlik yayıldı. Karşı komşu kadın kapıdan çıktı, kardeşini kaldırdı, Neva’ya baktı. Hiçbir şey demedi. Ama o bakış: “Sen neredeydin?” demeye yetti.
Kardeşi hâlâ ağlıyordu. Elini tuttu. Ama çok geçti artık. O an… o his… Neva’nın içini ömür boyu kemirecek bir yaraya dönüştü.
O gün, küçük bir kız ilk kez kendini yetersiz hissetti. Ve o his, bir daha hiç gitmedi.
Yıllar geçti. Kadın oldu. Anne oldu. Ama içindeki o 10 yaşındaki kız, hiç büyümedi.
Üstelik, yıllardır bitmeyen yorgunluk da eklenmişti. Tek başına bir kadın… Hem çalışan, hem evle uğraşan, hem çocuğuna yetmeye çalışan… Her şeyi aynı anda tutarken, kendini tutmayı unutmuştu.
Şimdi gece yarısı, camın önünde bir başına, Kendini yine o çaresiz çocuk gibi hissediyordu.
Tam o sırada, oğlunun babası geldi. Polise gitmeye hazırlanıyorlardı ki, kapı açıldı. Oğlu içeri girdi.
Ama olan olmuştu.
Neva bağırdı. Ağladı. Ellerini sarsıyor, sözleri kontrol edemiyordu. Oğlunu kolundan tuttu, itti. Bağırdı. Eski kocası kadını zor zapt ediyordu. Yılların acısı, oğluna kusulmuştu sanki. Tüm komşular ayaklanmıştı gürültüden.
“Ben nasıl merak ettim, biliyor musun? Sorumsuz!” Oğlu kapıyı kırarcasına vurup odasına geçti. Kadının içi hâlâ soğumuyordu.
Kediler korkup koltuğun arkasına saklanmışlardı.
Neva oğlunun odasına vuruyor, bağırıyordu. Birden, oğlan çıktı odadan ve kadını koltuğa itti.
Neva: “Seni doğuracağıma taş doğursaydım!” diye haykırdı. Mutfak. Bir bıçak. Bir çığlık.
Her şey bir anda olmuştu. Her yer kan içindeydi.
Son hatırladığı şey: Bıçağın parıltısı, gözyaşları ve yere çöküşü.
Ambulans. Polis. Komşular. Gece babasıyla gitti. Evdeki kediler komşulara verildi.
Neva bir depresyon kliniğindeydi.
İlk günler hep uyudu. Gün mü gece mi ayıramadı. Duvarlar susuyordu, pencereler üşüyordu.
Diğer kadınlar da sessizdi. Ama içlerinde yangın vardı.
Biri terk edilmişti. Biri hiç sevilmemişti. Biri köşe başında kaldığı yerde her gece çığlıklar duyardı. Biri her an ölmekten korkuyor,diğeri ta gençken yaptığı bir hatanın utancını yaşıyordu hala.
Sabah ilaç. Kahvaltı. Grup terapisi. Sessizlik. Hastalara sunulan etkinlikler,spor,el işleri… Günler böyle akıp gitti.
Bahçede yürüyüşler yaptı. Gölgesinden korktu bazen. Oğlunu düşündü. Koruyamadığını… “Yetersizim,” dedi kendi kendine.
Bir sabah, bahçedeki ağaçta kendini asan bir kadını duydular. Neva o gün titredi. “Ben de o olabilirdim,” dedi sadece.
Alışıyordu, sakinleşmişti Neva. Eski eşi,eski kayınvalidesi ve birkaç arkadaşı ziyaretine geliyordu.
Bir sabah erken kalktı. Aynaya baktı. Saçlarını taradı. Bir kağıt aldı. Üzerine bir kedi resmi çizdi. Altına yazdı:
“Evde beni bekleyen var mı?”
Sonra yemekhaneye indi. Bir kadına “Naber?” dedi. Bir diğerine, “Dün gece ne konuştunuz?” Bir sabah grup çalışmasında ilk kez konuştu:
“Benim adım Neva,kendimi kaybetmiştim.”
Birkaç hafta daha kaldıktan sonra Neva oradan taburcu oldu. Oğlunu iki aydır ilk defa görmüştü.Oğlu artık daha uzak, daha bağımsızdı. Neva bunu kabul edecek ,oğlunun kendi yolunu bulmasına izin verecekti. Başka çaresi yoktu. Artık hayatında bazı değişiklikler yapmaya karar vermişti.
İlk olarak eski evinden taşınmaya karar verdi kısa sürede bir ev buldu. Balkonlu, sessiz, sade.Yanına sadece kedilerinden birini alacaktı. Gece’yi…
Diğer kedi Nar’ı onu çok isteyen ve ona çok iyi bakacak olan komşusuna vermişti.
Taşınma bittikten sonra eski eve bir gece daha gitti.
Kedisini ve son kalan birkaç eşyasını almak için…Ama pencere açıktı. Kedi yoktu.
Ağladı. Aradı. Afiş bastırdı. Sokak sokak gezdi. Yoktu.
Artık kedi geri dönse bile onları evde bulamayacaktı,çoktan yeni evlerine taşınmış olacaklardı.
O gece, yeni evinde pencereden bakarken sokakta beyaz bir siluet gördü. Belki oydu. Ama ama kayboldu.
Hayatında o kadar çok şey değişmişti ki,artık hayatın getirdiklerine bırakmıştı kendini.
Bir kağıt çıkardı, Kedisi Gece’ye bir mektup yazdı tıpkı klinkte öğrendiği gibi.
Gece’ye…
Küçük dostum,
Sanırım sen de hissettin yaşananları.
Eğer bir yerlerdeysen, bir çatı altında, bir ağacın gölgesindeysen… umarım huzurlusundur.
Belki tekrar karşılaşırız. O gün ben yere çömelirim.
Ve yine adını fısıldarım.
Seni hâlâ seven, Bir zamanlar birlikte uyuduğun insan.
















