Öykü: Fasilis’i seyretmek | Neşe Koçak

Eylül 2, 2023

Öykü: Fasilis’i seyretmek | Neşe Koçak

Beni bulamazsan üzülme,

Eşyalarımı bulacaksın.

Kestiğim taşları, açtığım yolları,

İşlediğim heykelleri bulacaksın.

Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden,

Parmak izlerimiz değecek birbirine.

 Bir Likya Şiiri

Rüzgârlı bir ekim sonu, çamlardan dökülen iğne yaprakların kapladığı yol boyunca yürüyerek giriyorum şehre. Başımda defne yapraklarından taç,  önce yüksek taş su kemerinin, sonra tepeleri uçucu maviliğe değen ağaçların altından geçiyorum. Kaç sefer rüyamda gördüm bu ihtiyar sedir ağaçlarını, gemi yapımında kullanılan Likya çınarlarını,  Kuzey limanından gümüşi ışıltılarla seslenen denizi.

Büyük büyük büyük, daha büyük dedem, belki de daha eskisi, -kaç büyük saymam gerektiğini bilemiyorum- Mısırlı bir tüccardı. Giyisi ve yelkenler için keten bezi sattığını söylemişti Fasilis’e.  Aslında her seferinde farklı mallardan bahsediyordu.   Hububat,  papirüs, altın, yarı değerli taşlar,  tütsü, krem ve parfüm,  abanoz,  fildişi, alabaster… Ne sattığının pek de bir önemi yoktu anlattığına bakılırsa. Fasilisli bir tüccarın, bir gemi dolusu malını alıp borcunu ödemediğini, Athena’ya yeminlerle, sayısız bahanelerle sözleşmesini sürekli inkâr ettiğini anlatıp duruyordu.

Mis kokulu parfümler de olabilirdi bu mallar. Mür reçinesi,  mimoza, zambak, tarçın kullanılarak yapılan Susinum, Cyprinum, Mendeisan ve Rhodium. Balmumu, zeytinyağı ve gül suyundan formüle edilen kremler ve yağlar da parfümlere dâhil olabilirdi.  Banyo yapmayı çok seven Fasilisliler, hamam sularına gül yaprakları, badem, safran, mersin, defne, yasemin gibi vahşi çiçekler ve baharatlardan elde edilen yağlar dökerlerdi. 

Yok yok,  yarı değerli taşlar daha da ilgi çekiciydi. Belki de bunlardı parası ödenmeyenler. Gösterişli Fasilis kadınları, değerli Mısır taşlarıyla süslenirken, parfümler, yağlarla güzelleşirler, saçlarını Mısır tanrıçası İsis gibi Sisoe modeli keserlerdi.

O dönemde, burada, bu cennet limanda yaşamalıydım belki de. Gökyüzü ve deniz yavaş yavaş leylak rengine boyanırken, orman kokusunu martıların eşliğinde içime çeker,  kendimi sulara bırakırdım bir kayanın üstünden. Lapis lazuli, zebercet, turmalin, akuamarinden renk renk kolyeler, küpeler takar, Fasilis kadınlarının kokularından sürünürdüm. Uzun düz kesim, kâküllü Sisoe modeli saç bana yakışır mıydı acaba?

Fakat biliyorum, her gece rüyalarıma giren büyük büyük dedemin derdi başkaydı;

“Sen avukat değil misin git o hırsızdan hakkımı al! Borcunu gümüş sikke olarak ödesin. O mendeburların şehrinde dolaşırken ceplerine dikkat et, hepsi sahtekâr ve açgözlüdür. Haydi, hala yatakta mısın!..”

Gelmeseydim Fasilis’e,  Likya ve Famfilya bölgelerinin sınırındaki bu liman şehrine, dedem yattığı toprakta, ben de uykularımda bir daha huzur bulamayacaktım.

Askeri limana doğru ilerliyorum. Hâlâ denize girenlerin, kuş sesleriyle karışan neşeli bağırışları duyuluyor.  Ayaklarımın altında sayısız terakota ve taş kalıntıları var. Denizin kenarına inip oradan Fasisilis’in ana caddesine çıkıyorum. Caddenin iki tarafı dört basamak oluşturmuş taşlarla döşeli. Silindir biçimli sütunlar yerlerde, yorgun bir uzanışla yatmakta.  Üzerleri kim bilir neler yazılı dikdörtgen sütunlarsa dimdik ayakta, yol boyunca yürüyenleri karşılayan muhafızlar gibi.

Yürüdükçe, caddede, kalıntı parçacıkları azalıyor. Yerler kütle halinde oldukları anlaşılan blok taşlarla döşeli.  Ağaçların arasından parçalar halinde inen güneş pırıltıları,   kızarmış çıplak omuzlarımı hoş bir ürpertiyle öpüyor.

 Latrina bölgesini geçince küçük hamamı görüyorum. Güller ve zambaklarla kokulandırılmış, mermer havuzlara dolan hamam sularını düşlüyorum Fasilis’de. Düşlerken,  ışığın yansıdığı bir sunak taşının üzerinde nefesleniyorum. Yanındaki yazıtın düzgün dokulu harflerinde geziniyor parmaklarım. Gözlerimse heykel sanatının sınırlarına giren yüksek kabartmalı çiçeklerde. Dörder taç yapraktan oluşan bombeli, sivri uçlu çiçekler, bordürler, çelenkler, narlar… Her bir taş kütlesinin üzerinde envai çeşit biçim, doku, desen, Latince harf var.

Agoradayım, Geniş meydanda. Sarışın bir çocuk koşuyor çıplak ayak, ören yerinin yıkıntılarından Helenistik dönem tiyatroya doğru.

Elinde bir âsâ var. Koyunlarını mı arıyor?

Bu çocuk o çoban olabilir mi, Kilabras?  Lindoslu Lakios’la tuzlanmış balık karşılığında bu toprakları takas eden. Sorsam dedemi tanır mı?

Kilabras! diye sesleniyorum. Duraklıyor, güneşle esmerleşmiş çıplak karnını kaşıyor gözlerini kısarak. Altın rengi kıvırcık saçlarından bir tutam alnını süslüyor. Yanına yaklaşıyorum. Çantamı açıp ona biraz ekmekle kurutulmuş balık sunuyorum. Yüzü aydınlanıyor. İşlenmiş bir mermer bloğun üstünde oturuyoruz birlikte. Üzüm salkımları, asma yaprağı motifleri yumuşak kavisler çizerek taşa nakşedilmiş. O iştahla yemeğini yerken ben, dedemin başına gelenleri anlatıyorum çabuk çabuk.

Hiç konuşmuyor, dinliyor sadece. Yemeğini bitirince, solgun şortunun cebinden bir avuç gümüş para çıkarıp bana uzatıyor. Avucuma bırakıyor. Sikkelerin üzerinde, balık, deniz yılanı, yengeç, midye, denizatı, yunus figürleri ve gemi pruvasında Athenalar var. Yüzüme bakıyor gülümseyerek küçük çoban, “senin bunlar” anlamında başını sallıyor. Dedemin hakkını almış olmanın huzuru içindeyim. Kendimi, gözlerden uzak minik bir buhûrumeryem gibi hissediyorum. Bu antik topraklarda, yosunla kaplanmış kayaların gölgesinde kendiliğinden boy veren yabani buhûrumeryemler gibi.

Pan’ın flütünü duyuyorum Olimpos Dağı’nın rüzgârlı tepelerindeki zeytin ağaçlarının arasından. Zamanı geldi.

Eteğimin ceplerinde Fasilis sikkelerini şıngırdatarak Hadrianus Kapısı’na geliyorum.  Yürüyüşümün son durağı. Ayaklarımın altındaki taş zemin kuma dönüştü. Son liman.  Yoğun çam kokulu havayı derin soluklarla ciğerlerime dolduruyorum. Kıyıya vuran turkuaz mavisi dalgaların teskin edici sesi, kayıkların, huzurlu kıpırdanışı…  Güneş tam tepede.  Serinlemeliyim, deniz beni çağırıyor. Baş tanrıça Athena da  derin sulardadır şimdi. Büyük büyük büyük dedemin vasiyeti, görevimin son sahnesi. Çobandan aldığım sikkeleri denizcilerin koruyucusu, onlara gemi yapmayı öğreten Athena’ya sunmalıyım. Ceplerimdeki gümüş paraları, fırlatabildiğim kadar uzağa fırlatıyorum görmüş geçirmiş eski limanda. Fasilislilerden öğrendiğim gibi, “veresin diye veriyorum” diyorum adağımı sunarken Athena’ya. Giysilerimi kayanın üzerine bırakıp serin sulara dalıyorum balık olmayı dileyerek.

 Kıyıdan uzaklaşıp derin sularda Fasilis’i seyrediyorum.

edebiyathaber.net (2 Eylül 2023)

Yorum yapın