
Mutfak işleri bitmek bilmiyor. Ya da ben yersiz yere uzatıyorum. Onca işin arasında arkadaşlarımla yaptığım uzun telefon konuşmaları da cabası. Gerçi, onlarla konuşurken aynı anda işlerimi yaptığım için zamanın ne vakit geçtiğini, işlerimin hangi ara ilerlediğini, (hiçbir zaman bitmiyor) kestiremiyorum. Neticede inceden bir hayret aynadaki aksime yansıyor. Yoksa salt işe odaklanıp bitirmek uğraşına girersem farkında olduğum bir yorgunluk cümle bedenimde kendini belli eder. Odağım telefonda, elim işte olduğu için yorgunluğumun bile farkına varmıyorum. Kocam desen, ya salonda ayaklarını uzatmış yetmiş yaşa hitap eden belgeseller izliyor ya da balkonda sigarasını içli içli tüttürürken caddede gelip geçen arabalara, insanlara, en çok da motosikletlerin insanı deli eden sesine kendi iç sesiyle galiz küfürler savuruyor. Günün genellikle ilk çeyreği bittiğinde, yani kahvaltı masadan henüz kalkmamışken, önce çayın ikinci bardağıyla çıkar balkona, sonra da kahve beklentisi içine girer. Mutfaktaki uğraşımın arasında bir de ona kahve yaparım. Bu bana zahmet vermez. Zira en son kayınvalidemin yanında, “ Anne kahveyi sen yapma, çayı sen demleme; karım demlesin, karım kahveyi yapsın, sen dinlen. O daha lezzetli yapıyor.” dediğinde içimde tarifi namümkün bir mutluluk doğmuştu. O onu dedi ya annesine, artık kahve yapmak da çay demlemek de bana asla zahmet vermez.
Başımı balkon kapısından uzatıyorum. Oturmuş yine. Sigarasını tüttürüyor. Bazı an bu hallerine sinir oluyorum. İçimden deyyus-u ekber diyorum. Ancak otur. Başka bir işe yarama. Bazı an bekâr zamanlarım aklıma düşmüyor değil. Ne zaman bekârlığın verdiği özgürlüğü özlesem aklıma Ankara Devlet Tiyatrosunda izlediğim o muhteşem oyun düşüyor: Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun. Doğrusu bu oyun bir kitapmış. Oyunu izlediğimde kocamın varlığına şükretmiş, bekârlığın canı cehenneme diye söylenmiştim. İyi mi yapmışım?
İyi ya da kötü yapıp yapmadığımı düşünmüyorum. Ve düşünmeden iyi ki söylemişim diyorum. Biliyorum, düşünürsem iyi yapmadığımı fark ederim. Kocamı düşünürsem iğreti oluyorum, düşünmeden yüzüne bakıverirsem aklıma kulakları kepçe tatlı mı tatlı bir maymun yavrusu düşüyor. Tebessüm ettiğim ve bu tebessümle eş zamanlı onu sevdiğimi fark ettiğim oluyor. Kimi zaman, hani arkadaşlarla bir araya gelip de iki dedikodunun belini kırdığımız anlarda, laf dönüp dolaşıp kocalarımıza geliyor. Onu içim sıra kötülüyorum. Dilimle ise övüyorum. Yüzüne de bir kez olsun övgü cümlesi kurmadım. Şımarmasın deyyus-u ekber.
İnsan üzüldüğü anlardan nefret eder mi? Ne zaman bir şeye kafayı taksam derin bir üzüntü cümle uzuvlarımda kendini belli ediyor. Sanki kalbim göğsüme sığmıyor. Üstüne üstlük kocam denecek deyyus-u ekber içerden, “Yasemiiin!” diye anırınca yanına varıp, “Ne var ulan hödük!” diyesim geliyor.
Arkadaşım Tuğba geçenlerde telefonda kocasını yeterince övdükten sonra, sanki benim canımı sıkmak istemiş gibi, “Bu ara durumumuz hiç yok bacım. İnanır mısın ev kredisiyle baş edemez olduk. Öde öde bitmiyor. Arkadaşlarına söyle de önümüzdeki ay başlayacak güne ben de gireyim. İlk taksiti de bana verin, billahi bittim kuzucuğum.” Demişti. Ben de “Olur tabii. Arkadaşlarıma söylerim.” demiştim. Telefonu kapatır kapatmaz da arkadaşlara mesaj atmış hepsinin tek tek onayını almıştım. Sağ olsun ikiletmediler. Daha günün tarihi gelmeden Tuğba bir akşam misafirim oldu. Aman Allah’ım! Bir de ne göreyim. Durumumuz yok, battık öldük diyen Tuğba Hanımcığım koluna hemen bir ajda bilezik takmış. İnceden kıskandım. Böyle olmasını istemedim. Kıskanmak istemedim. Allah gani gani versin istedim ama daha birkaç gün evvel telefonda durumumuz yok güne beni de alın, ilk taksiti bana verin demişti. Şaşırdım doğrusu. Biz kadınları anlayabilmek hakikaten çok zor. Bazı an oluyor, erkeklerin pek de bir boka yaramayan beyinlerinden istiyorum. Bir boka yaramayan derken, bizim kadar alengirli düşünemeyişlerini kastediyorum. En azından kocamdan biliyorum. Biraz asalaktır kendisi. Yalnız benimki öyle sanırdım. Meğer hepsi aynıymış. Allahtan benimki ara ara ev işlerine destek oluyor. Doğrusu, evi benden iyi süpürmesine hayret ediyorum. Bu kafada bu denli meziyet… Şaşıyorum billahi! Ben böyle kendi kendime, kendi iç sesimle, biraz elemli biraz nemli bir sohbete dalmışken, içeriden bir ses:
“Karıcığıııım?”
“Efendim.”
“Kahve?”
“Doğru bugün yapmadım, tamam.”
İçimden; kalk kendin yap, hiçbir halta yaramıyorsun, dünyada erkek olmak varmış, oh anasını satayım, ben böyle hayatın… Diye söyleniyorum. Kahve makinesini çalıştırıp bir güzel kahveyi yapıyorum.
“Kahven hazır, gel al!”
Doğrusu bunu yapıp yapmamam gerektiği konusunda bazı an tereddütler yaşadığım doğrudur. Acaba elimle alıp götürse mi idim? Onu kaldırıp, canım kocamı, deyyus-u ekberi, mutfağa kadar getirmek ona eziyet olur muydu? Koca sonuçta, onu üzmemek gerek! Deyyus-u ekber!
Yaşamak, bir ağaç kadar hür ve bir orman gibi kardeşçesine, demiş Nazım Hikmet! Bu denli yaşama sevincini ta o zamanda, onca zulümle, işkenceyle, yarı mahpus bir ömrün tükenmişliğiyle söylemiş. Ama yaşamaktan vazgeçmeyerek. Yaşamak güzel şey, evet! Evli olarak mı, bekâr olarak mı? Onu kestirebilmek güç. On yıllık evliliğimde bunu düşünür dururum. Kimi insanlara göre bekârlığın haz dolu tarafları var. Bir zaman ben de bekârdım. Doğru, bekâr zamanlarım pek güzeldi. Evlenince ise güzellik anlayışım değişti. Artıları olmakla beraber eksileri daha fazla. Bekârken üzülünce bir şekilde üzüntümü giderecek şeyler bulabiliyordum. Evliyken üzülünce ise çürüdüğümü hissediyorum. Her üzüntümde saçımın bir telinin daha ağardığını hissediyorum. Anneme göre ise evlilikte üzülmek mesele değil, kocanı üzme yeter! Anne, seni seviyorum fakat bu düşüncen aptalca geliyor.
Evlilikte en sevdiğim şey, özellikle gecenin geç saatlerine henüz varken, karşılıklı bir film izlemek, yan yana, hani sürtüne sürtüne kitap okumak… Neticesi tutkulu bir sevişme olan bir akşamı bekârken hep özlerdim. Özlenmeyi hak eden bir an çünkü.
Şimdi…
Çok da matah bir şey değilmiş. İlk zaman haz veriyordu. Şimdi ise, nasılsa elimin altında, istediğim zaman sevişirim onunla, düşüncesi var olduğu için eski, o ulaşılmaz arzu kendi kendine kaybolmuş gibi. Allah var, ne zaman parmak uçlarımı ensesinde gezdirsem hayır demedi. Hatta bokunu bile çıkardığı oluyor. İnsan haftanın her günü, günde en az iki defa sevişmeliymiş. Hödük! Aklı fikri… Deyyus-u ekber.
Neyse balkonda oturuyor. Gelene geçene küfürler savurduğu belli. İnsan kendine bakar değil mi? Sana ne el âlemden. Hazır sevişmek demişken… Kafamın içinde başka bir ses, bu saatte mi? Amaan, bunun saati mi olur canım. Hele evliysen!
Gideyim de önüne bir tabak badem ve ceviz koyayım!


















